Neşeli bir marş
Fazıl Say’ın 100. Yıl Marşı’nı ilk dinlediğimde çocuksu, neşeli, naif havası hoşuma gitti. Belki bir şey daha vardı bana çekici gelen, o da vatan, millet sakarya edebiyatını çağırıştıran bir marş anlayışının çok ötesinde olmasıydı. Öte yanda lay lay laylı metin, özellikle de “ah atam vah atam”ı çağrıştıran Ata’nın gözleri imgesinin hoşuma gittiği söylenemez. Özgürlüğü, eşitliği, dayanışmayı çağrıştıran daha anlamlı bir metin belki Fazıl Say’a daha da güzel bir esin kaynağı olabilirdi, daha geniş bir kesimi sarıp sarmalayan ya da derinlemesine etkileyen daha da güzel bir marş çıkabilirdi ortaya. Ama bu bestenin şimşekleri üstüne bu kadar çekeceğini yine de tahmin etmemiştim.
Danalar marşı
Tiyatro yönetmeni Yücel Erten sosyal medyada bu besteyi ilk izlenimlerine dayanarak neden beğenmediğini açıkladığında onun sayfasına giren herkes Fazıl Say’ı yerden yere vurmaya başladı. Sosyal medyada bu hiç değişmeyen bir mekanizma, biri bir şey söylüyor ötekiler yüzde bin katılıyorlar, karşı bir görüş olursa da saldırganlık mekanizması devreye giriyor. Bu Brecht’in ünlü Danalar Marşı’nı hatırlatan tuhaf bir grup psikolojisi olmalı. Bütün bu övgü ya da sataşmaların içinde en komiği de ben görüşümü dile getirdiğimde Brecht’in şu, şu, şu oyununu sahneye koyan birine, (yani Yücel Erten’e) nasıl karşı çıkılacağıydı. İnsanları efsaneleştirmeye ne kadar meraklıyız, otoriteyi ne kadar içselleştirmişiz.
Alışıldık marş anlayışının ters yüz edilmesi
Ama söz Brecht’den açılmışken Brecht’in ünlü yabancılaştırma etkisini de burada anmadan geçemeyeceğim. Brecht çok sıradan, çok alışıldık ve bildik bir olguyu yabancılaştırma etkisiyle öyle bir sorguluyordu ki alışıldık olan alışılmışlığından sıyrılıp bambaşka bir anlam kazanıyordu. Fazıl Say’ın da 100.Yıl Marşı’yla alışıldık marş anlayışını ters yüz ettiğini söyleyebiliriz ki bu bir çok kimsenin hiç de hoşuna gitmedi.
Marş’a karşı çıkanların pek çoğunu yadırgatan içinde Türkiye ya da Cumhuriyet sözcüklerinin bile geçmemesiydi. Bu görüşe göre 100. Yıla hiç mi hiç yakışmayan çocukça bir beste yapmıştı Fazıl Say. Özeleştiride yarar var: Görkemli bir marş beklentisinin ardında belki de çocukluğumuzdan beri koşullandırıldığımız vatan, millet Sakarya edebiyatı olamaz mı? Marşın insanları mobilize edici, militan yanını özlüyor olamaz mıyız?
Kavram kargaşası
Sosyal medyadaki saldırganca tartışmalarda dikkatimi çeken bir şey de kavram kargaşasıydı. İzlenim, beğeni, eleştiri gibi kavramlar havada uçuşarak birbirine giriyor, herkes istediği kavramı istediği biçimde kullanıyor, böylece tam bir kavram kargaşası yaratılıyordu. Söz gelimi ben bu marşla ilgili olarak sadece ilk izlenimimi yazmış, eleştiri yapmamıştım. Aslında sosyal medyada doğru dürüst bir eleştiri kimse yapmadı. Ama nedense herkes kendi izlenimlerini eleştiri sanıyor. İlk izlenim duygusaldır, düşünsel süreç ancak eleştiriyle birlikte devreye girer. Eleştiri yapabilmemiz için de müzik bilgisinin ötesinde biraz olsun birikimimiz olması gerekmiyor mu? Marş nedir, nasıl doğuyor ve gelişiyor? Söz gelimi marşların metinleri geçen yüzyıllarda milliyetçi, ırkçı, militarist ögelerle dolup taşıyordu. Zaman içinde bu anlayış da çok değişti. Benim en çok beğendiğim Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi’ndeki koral bölümü Neşeye Övgü metni… Schiller’in yaşam sevinci, dayanışma ve kardeşliği dile getiren metni ile bu nefis müzik Avrupa Marşı olarak kabul ediliyor.
Gerçekten de günümüzde çok daha farklı bir marş anlayışı var. Bu açıdan baktığımızda Fazıl Say’ın 100. Yıl Marşı’nı nasıl konumlandıracağız, zayıf bulduğumuz yönleri nedir, bulmadığımız yönleri nedir gibi sorular anlamlı bir tartışmaya yol açabilir. Umarım 100.Yıl Marşı üzerine sosyal medyadaki sığ tartışmaların dışında güzel eleştiri yazıları da çıkar. Sonuçta burada büyük bir emek söz konusu, yapıcı eleştiri de her şeyden önce emeğe saygı anlamına gelmiyor mu?
(1.5.2023 de Mimesisten alınan bu yazı güncelleştirilmiştir.)