FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

12 Mart Tutuklanmalar

12 Mart Tutuklanmalar

Şaka maka 53 yıl olmuş bile…

Berin Uyar

 

Yine 12 Mart. Az önce farkına vardım. İnsan tarihlere bakınca şok geçiriyor. Neler gördü bu gözlerimiz. Ve kimbilir daha neler de görecek. Tabii bakmasını gören bilecek. Kimi de bu dünyadan bir ot gibi geçip gidecek. Ota da hakaret etmek istemedim yanlış anlaşılmasın. Onların da keşke dili olsa da konuşsa…

Benim kuşağım epey yaş aldı. 70’in üstündeyiz çoğumuz. Kimilerimiz çok aceleci davrandık gidiverdik. Kimilerimizin de yaşamasına izin vermedi bu adaletsiz dünya. Denizler mesela. Fidan gibiyken henüz, güzel bir dünya bırakmak isterken gelecek nesillere, hayatları ellerinden koparılarak alındı. “Denizler” derken sadece asılan üç arkadaşımızdan değil, o dönemde hain kurşunlarla yokedilen canlarımızı da kastediyorum elbette. Denizler bir sembol. 

Biz çocuklarımıza güzel bir dünya diye çırpınırken geçti aylar yıllar. Bakın Berkin’i de 12 Mart’ta toprağa vermişiz gözyaşları içinde. Hani o, güzel bir dünya bırakmak istediğimiz çocuklarımızdan biri işte. Parmak kadar bir yavrucuk.

Ben derslerde hep anlatırım öğrencilerime, onlar için çoktan “eskiden” olan yakın tarihimizi. En azından benim kendi gözlerimle tanık olduğum yanıyla. 12 Mart derim, bilmezler. Malum 70’li yıllar. O yıllarda onların ana babalarının bile aklında yok bu 18 yaşındaki gençler. Ebeveynler de bilmez onlar nereden bilsin. 12 Eylül derim, “hocam o zaman daha biz doğmamıştık bile” derler. 27 Mayıs zaten onlar için milattan önce. “İyi de çocuğum, ben de Kurtuluş Savaşı’na katılmadım ama biliyorum” derim safça. Neyse ki, benimkiler meraklı. Bir yandan da ders kaynayacak, hoca yine masal anlatacak diye, “anlat hocam” diye ısrar ederler, anlatırım. Onları sıkmayacak, korkutmayacak ama meraklandıracak “masallar”.

Evet 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’nin bir yıldönümü daha. 53 yıl olmuş. Su gibi aktı gitti yıllar…

Ben Üniversite öğrencisiyim. Ama bir taraftan da sendikalarda, yayın dünyasında çalışıyorum. Hayatım, okul (DGSA)- Cağaloğlu- babanemin Moda’daki evi arasında geçiyor. Hafta sekiz gün dokuz, gecenin bir vakti polis geliyor kapımıza, alıp gidiyor beni. Üç beş gün müteferrika. O zamanlar Birinci Şube Sansaryan Han’da. Müteferrika çok kalabalık olduğundan biz kızları yukarda bürolarda tutuyorlar. Yılmaz Güney’le aynı büroda gözaltında kaldığımı hep öğünerek anlatırım nedense. Yazmışımdır da. Gözaltıların birinde de yanımdaki hücrede Aşık Mahsuni varmış. Gece mide krampları tutunca orta salona çıkardılar. Alevi polisler vardı. Tepsi tepsi baklava getirmişlerdi şubeye. Tek kız olduğum için beni de çıkarmışlardı orta salona. Unutamadığım bir geceydi. Bir seferinde de, Ankara’ya götürdüklerinde pencerelerine tahtalar çakılmış bir evde asker tarafından sorgulanıp, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’na gönderilmiştim. Hani Sevgi Soysal’ın anlattığı koğuş. Orada da hayatımı derinden etkileyen muhteşem bir kadınla, Behice Boran ile tanıştım. Bu da benim şansım oldu işte. Yoksa Behice Hanımla böylesine uzun bir süre, yakın zaman nasıl geçirirdim. Evet evet, bunları anlatmalıyım. Yazmalıyım. Bu da benim yakın tarihim işte…

Ne tuhaf bu gün kötü şeyler gelmiyor aklıma. İşkenceler, dayaklar falan. Nedense en kötü şeylerin bile hep komik bir tarafını hatırlıyorum. (Korkmayın burada yazmayacağım)

Ama okurlarımız arasında henüz 53 yaşını doldurmamış olanları gözönüne alarak, 12 Mart’ın ülkemizi ve sallantıda olan demokrasimizi bir daha iflah olmayacak biçimde nasıl gerilettiğini yazmadan edemeyeceğim. Sıkıyönetim koşullarında bütün sendikaların, gençlik örgütlerinin, sol eğilimli derneklerin kapatıldığı, grev hakkının yasaklandığı, aydınların sistematik olarak işkenceden geçirildiği, baskıların alabildiğine yoğunlaştığını, çok sayıda genç devrimcinin öldürüldüğünü ve 27 Mayıs Darbesinde idam edilen Menderes ve iki arkadaşına misilleme olarak üç gençlik liderinin, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edildiğini bir not olarak düşmeliyim.

Sonuç, 12 Mart Muhtırası en kötü günlerimizin başlangıcı oldu. Sonrası malum, binlerce ölü, antidemokratik uygulamalar, kan gölü olmuş sokaklar, 12 Eylül Darbesi, işkenceler, ölümler, hapishaneler… Sonra sözde sivil idareler ve hergün artan baskılar. Ve bugün… Tuhaf ama benim öğrencilerim sadece Tayyip Erdoğan’ı tanıyorlar. Onların bu yeryüzünde bulundukları süre içinde başta hep o olmuş, o yönetmiş. Eskiden kötüydü ama bugün daha kötü diyorum pek anlıyorlar mı bilmem.

Dileğim çocuklarımıza daha da berbat hikayeler anlatmamamız. 

Bir güneşi görebilsek. Azıcık aydınlık. Biraz temiz hava… Sonra razıyım karatoprağa.