FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

8 Mart dolayısıyla

8 Mart dolayısıyla

Aydınlar ve Kadın Hakları

Aydın kimdir diye sorulduğunda sorunları bir bütün olarak görmeye ve irdelemeye çalışan ve çözümler arayan, bu açıdan da sorgulama ve eleştirel düşünme gücü gelişmiş bir insan geliyor gözümün önüne. Bir sorunu irdelerken çoğu kez tek bir pencereden bakıyoruz. Bu da kolaylıkla kutuplaşmaya, kutuplaşma da çatışmaya yol açıyor. Tek doğru benim doğrumdur düşüncesi temelini betonlaşan ideolojilerde buluyor ki, bunun ardında da genellikle iktidar ve güç oyunlarının olduğunu görüyoruz. Politik kutuplaşmalar bunun en belirgin göstergesi değil mi? Başkalarını karalama, saldırganlığın ve şiddetin bence aydın olmayla ilgisi yok, bir ego gösterisinden başka bir şey değil. Öte yandan sorunları bütünselliği içinde görebilme ve irdeleyebilme yeteneği herkese hak veren görece bir görüşe de yol açmamalı. Postmodern düşüncenin düştüğü en büyük tuzak bu.

Sonuçta hangi dünya görüşünde olursak olalım insan hakları, kadın hakları (kadın-erkek eşitliği), çocuk hakları, demokrasi gibi değerleri benimseyebildiğimiz oranda hem neyi sorgulayacağımızı ve eleştireceğimizi belirleyeceğiz, hem de ortak bir noktada buluşacağız. Korkunç bir biçimde öldürülen Hrank Dink olayına gelen yoğun tepkiler, insanların „Hepimiz Hrant Dink’iz“ diye sokağa dökülmeleri yine  toplumdaki bir uyanışı  gösteriyor.Bu tür örneklerin çoğalması ve yaygınlaşması büyük oranda önemli  konumlara gelmiş olan aydınların da  duruşuna bağlı.

 İnsan hakları, yani yaşama ve işkence ve şiddet görmeme hakkı kökenini Batı düşüncesinde  bulsa da evrensel bir değer. Bu değeri benimseyebildiğimiz oranda aydın bir duruşu da içselleştirmiş olacağız. Aynı şekilde kadın hakları, kadın ve erkeğin eşit haklarının olması temel haklar kategorisine giriyor. Sözgelimi kadınların erkeklere oranla daha düşük ücretle çalıştırılmamaları, siyasette, yönetimde, sosyal güvencede sorun yaşamamaları, eğitim hakkından yararlanabilmeleri en doğal hakları. Bu hakları da kadın, erkek aydın olan herkesin doğal olarak benimsemesi gerekiyor.

Toplumumuzda en büyük tehlike kutuplaşmaya yol açan milliyetçi, militarist ve dinci ideolojilerden geliyor. Bu ideolojilerin tuzağına düşerek özgür ve bağımsız düşünme yetisini yitiren biri ne kadar kültürlü ve bilgili olursa olsun aydın değildir bana göre. 

Toplumsal cinsiyet konusuna aydın bakışları

Aydını tanımlarken soruna tek bir pencereden değil bütüncül bir açıdan bakan kişi diye belirledik. Toplumumuzdaki en büyük sorun sorunları tek bir açıdan gören saplantılı bir düşünce tarzı. Toplumsal cinsiyet açısından konuya yaklaştığımızda, kadın haklarını sadece laf düzeyinde savunan ya da buna bile yanaşmadan bu konuda duyarsız kalmayı tercih eden  ya da eşitliği baştan kabul etmeyen „aydınların“ sayısının da azımsanmayacak kadar çok olduğunu görüyoruz. İşin ilginç yanı bu kesimin içinde kadınların da bulunması. Dinsel değerleri savunan kimi tutucu, kendi tanımlarıyla muhafazakar gazetenin kadın köşe yazarları kadın -erkek eşitliği gibi bir şeyin olmadığını kadının askere gitmediği ya da aileyi geçindirmek yükümlülüğü olmadığı gibi ilginç nedenlerle dile getiriyorlar. Bu bağlamda dinsel değerler, insan haklarının önüne geçiyor. Yurt dışındaki güncel gelişmelerden bir örnek verecek olursak, Mali’de köktendincilerin kadına yönelik şiddet uygulamaları karşısında Müslüman ülkelerin suskun kalması, dahası BM‘de kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin bildirgeye İslam ülkelerinden itirazlar gelmesi dikkati çekiyor.  Örneğin Mısır’da Müslüman Kardeşler bu tür girişimlerin toplumun yapısını bozacağını öne sürüyorlar. Böylece kadın haklarını savunan evrensel ölçütlerle, bu haklara karşı çıkan dinsel ölçütler arasında yoğun bir çatışma yaşanıyor.

Ne var ki bizdeki gelişmelerin nedenini sadece bağnaz bir dincilik anlayışıyla açıklayamayız. Çünkü dinsel değerlerden bağımsız olarak da erkek üstünlüğünü içselleştirmiş ataerkil bir toplumun insanları olduğumuzu da unutmamamız gerekiyor. Kadın doğduğu andan itibaren eşit olmadığı bilinciyle yetiştiriliyorsa, sosyalleşmesi de ona göre gelişiyorsa kendi kimliğini ancak bir erkeğe bağımlı olarak inşa edebilecektir. Bunu toplumun her katmanında görüyoruz. Hiç unutmam, tanınmış sanatçı bir kadın arkadaşımın kadın doktorların ona erkek doktorlar kadar güven vermediğini, bu nedenle erkek doktoru tercih ettiğini söylemesi beni çok şaşırmıştı. Arkadaşımın doktorunu bilgisine ya da niteliğine göre değil de onda güven uyandıran koruyucu baba duygusuna göre seçmesi çok düşündürücüydü. Koruyucu, yönlendirici baba imgesi öylesine içselleştirilmiş ki arabaların navigasyon aletlerinde bile   başka ülkelerde kadın sesi kullanılırken bizde erkek sesi kullanılıyor. Sözgelimi Mersedes otomobillerinin navigasyon aygıtında İngilizceden, Çinceye, Portekizceden Ruscaya kadar kadın sesi kullanılrken Türk erkeği kadın sesiyle yola gitmez düşüncesiyle sistem Türkçeye çevrildiğinde sürücüye sadece erkek sesi yol gösteriyor. Kadının belli eril klişelere göre sergilenmesini tanınmış yazarlarımızın, tiyatrocularımızın, sinemacılarımızın yapıtlarında bile gözlemliyoruz: Evcil, anaç kadın, kutsal kadın, kötü ruhlu cadı kadın, evde kalmış kadın, çocuk kadın gibi . 

Eril bakışın sorgulanmaya ve yer yer kırılmaya başlaması yine kadınların girişimiyle oluyor.  Örneğin sosyolog ve feminist Pınar Selek, „Sürüne Sürüne Erkek  Olmak“ kitabında erkekliğin iki temel taşını ayrıntılarıyla irdeleyerek sünnet olma ve askerlik olgularını sorguluyor. Böylece toplumumuzda tabu olarak kabul edildiği için üzerinde hiç konuşulmayan, tartışılmayan konulara eleştirel bir yaklaşım getiriyor. Yeni baskısı çıkan“ Maskeler, Süvariler ve Gocular“ kitabında ise travestilerin ve transeksüellerin eril bir zihniyetin sonucu olarak nasıl dışlandıklarını çarpıcı örneklerle anlatıyor. Siyaset bilimci Serpil Sancar „Erkeklik: İmkansız İktidar, Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler“ adlı kitabında eril söylemden yola çıkarak iktidar ilişkilerini somut örneklerle sorguluyor. Erkekliği inşa eden askerlik ve militarizm olgusu onun da araştırmasında önemli bir yer tutuyor.  

Çıkarcı Aydınlar

Aydınların kendi birikimlerini ve düşünme yetilerini çıkarlarını koruma ve iktidarı elde etme adına bilinçli bir biçimde kötüye kullanmalarını ise Bertolt Brecht „Aklayıcılar Kongresi“nde Tui tipleriyle anlatır. Bunu ben aydınların yapabileceği en büyük ihanet olarak görüyorum. Toplumumuzda ne yazık ki bu tür aydınlar da günden güne çoğalıyor. Çünkü direnen aydınlar cezalandırılırken uyum sağlayanlar mükafatlandırılıyor. Örneğin Kültür Bakanlığı kısa bir süre önce adlarını pek duymadığımız, ancak muhafazakar çizgide olduğunu bildiğimiz kırk yazara beşyüzbin liraya yakın bir destek vereceğini açıkladı. Böylece yönetim kendi ideolojisini savunanları açıkca ödüllendiriyor.

Muhafazakarlık ideolojisi özellikle medyada çalışanlar tarafından destekleniyor. Örneğin kadın-erkek eşitliğine inanmayan muhafazakar bir rüzgar eseli beri, medyanın sadece rüzgarla yetinmediğini, fırtınalar da yaratmaktan çekinmediğini görüyoruz. Çünkü amaç bir şeyi anlamak, sorgulamak, eleştirmek değil sadece sansasyon yaratmaktır.

Beynini satan aydın tipini besleyen konformizmdir. Direnen, akıntıya karşı kürek çeken ya da medeni cesaret gösteren aydınların tersine rüzgar ne yönde esiyorsa o yöne savrulur.  Sözgelimi kadını ikinci sınıf bir varlık olarak gören dinci bir eğilim varsa o da hemen bu düşünceye uyum sağlayarak kadının  ikinci sınıf bir varlık olduğunu var gücüyle  kanıtlamaya çalışır. Kendisi kadın bile olsa kadını aşağılayan görüşleri savunmaktan çekinmez.  Mısırlı yazar Neval El Saadavi kendi ülkesindeki gelişmeleri şöyle gündeme getiriyor: „Mısır’daki dinci siyasi güçlerin yükselmesi bir çok öncü kadına geri adım attırdı, onları susturdu ya da dinci akımla beraber yürüyüp başörtüsü ya da peçe takmalarına, İslami kadın cemiyetleri kurmalarına yol açtı. Bu kadın liderler kadınların yasal, ailevi, ahlaksal, kişisel ve cinsel haklarına dair bilimsel olmayan düşüncelerin teşvik edilmesi için şevkle çalıştı… Hangi kadın özgürlüğü“ diyordu bir kaç gün önce konuştuğum bir kadın öğretim görevlisi. Bu şeriatın değişmez ilkelerine karşı bir Batı düşüncesidir. Kadının kendi bedeni üstüne hangi mülkiyeti? Kadın kendi bedenine nasıl sahip olacak? Bedenini mi pazarlayacak? Geçen gün de televizyonda kadın bir din önderi gördüm. Başını kapamış, gözlerini boyamış, kaşlarını yay gibi almış, dudaklarını kırmızıya boyamış olan bu kadın, hayattaki rolünün eşine itaat etmek olmasıyla övünüyordu. Kocası kötü söz söylerse karşılık vermeyeceğini, üzerine kadın alırsa ses çıkarmayacağını, sakatlığa yol açmadan kendisini dövebileceğini,ne yaparsa yapsın onun efendisi olduğunu anlatıyordu…“ Sanırım Mısır’daki gelişmeler bize de çok tanıdık gelecektir. Çünkü bizde beynini satan aydın tipi sürüsüne bereket.

Cadı avı

Türkiye’de demokrasi hiç bir zaman yerleşemediği için kendi düşünceleri olan ve bunları dile getirmekten çekinmeyen aydınlar da her zaman suçlanmıştır, baskı ve şiddet görmüştür. Tarihimiz hep bu tür olaylarla dolup taşıyor. Kutuplaşmanın günden güne arttığı bir ortamda insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, demokrasi bağlamında iyi düşünen, sorgulayan, eleştiren, sorunların özüne inen, özeleştiriden de kaçmayan, kendi birikimi ve yaşam deneyimi (mesleği, çalışma alanı) doğrultusunda yapıcı çözümler üreterek toplumdaki ortak sorunların çözümüne katkıda bulunmaya çalışan insanların özgün sesine bugün her şeyden çok ihtiyacımız var.



1. Ö.Ulusoy, Laik Modele Hayranım, Cumhuriyet 26.3.2013

2. Gaste, Mart, Nisan 2013

3. Neval El Saadavi, Ahlakla Dindarlık Arasında Organik Bağ Yok,  Londra’da Arapca yayınlanan Hayat gazetesi 20.10.2010

Picture of Zehra İpşiroğlu

Zehra İpşiroğlu

Tüm Yazıları