Geldik 1970-75’lere… Bizim lise yıllarımızda memlekette bir takım siyasi olaylar başlamıştı. O zor yıllarda babam hem hoca olarak hem de dekan olarak süreci doğru idare etmek için çok dikkatli davranıyordu. Üniversitede de evde de endişe dolu yıllarımızdı, ortam gergindi. Evde de bu siyasi olayların etkisi hissediliyordu. Bizler de gençtik, zaman zaman bizden dolayı da endişe duydukları durumlar oldu. Ama her ikisi de bugünden baktığımda ‘eğitmen’ olmalarının getirdiği bir ustalıkla halledebildiler her şeyi.
Babam, kendisini üniversitenin gelişimine adamış bir Hocaydı. Fen Fakültesi dekanlığı yapmış, sonra Kimya Yüksekokulu’nu kurmuş, dört yıl okulun müdürlüğünü yaptıktan sonra fakülteye dönüştürmüştü. Kimya Fakülte’sinin öncüsü kendisi olduğundan dekan olarak seçilmişti. Dört yıl Kimya Fakültesi dekanlığı yapmıştı. Sorumluluğu çoktu. Annem, babamın son dekanlık seçimlerine kalp spazmı geçirdiği bir döneme rastladığından olsa gerek gitmesini hiç istememişti. Babamın ülkenin bu zor şartlarında yöneticilik yapmasını değil, beyaz gömleğini giyip öğrencileriyle daha çok laboratuvarda çalışmasını istemişti. Annem, eğer babam o gün dekanlık seçimine gitse, hayatını kaybetmese de ömründen yıllar gideceğine inanmış ve onu da bizleri de koruma içgüdüyle engellemişti. Sanırım babama bir şey olsa o kaos dolu yıllarda üç genç kızıyla hayat kolay olmazdı onun için. Biraz da bu yüzden ikisi de sımsıkı tutundular birbirlerine ve hayata. Zorlukları birlikte omuzladılar, dahası birbirlerini dengelediler ve tamamladılar. Öyle aşabildik o yılları…
Babam üniversitede daha iyi bir akademinin yürütülmesi için arada beyaz önlüğünü çıkartmış kendisini bilime hizmete adamıştı; annemse sadece biyokimya şefi olmakla kalmayıp kalıcı köklü bir sistemi kurmak için asistanlar yetiştirmişti. Her ikisi de seçimlerinin arkasında güçlü, azimli, çalışkan ve dirayetli insanlardı. Mesleklerine tutkuyla bağlıydılar.
Yıllar sonra annem hastanede sistemi oturttuktan sonra kendi laboratuvarını açma hayalini de gerçekleştirdi. Bu kez saat üçe kadar hastanede, üçten sonra kendi laboratuvarında çalışıyordu. Babam, yine yanındaydı. İki bilim insanının hem hayatı hem mesleklerini yaşama biçimleri biz üç kız kardeş için ‘ideal’ olandan daha çok ‘normal’ olandı. Kadın erkek eşitliğinin tam anlamıyla olduğu bir ‘aile’ ortamıydı. Tabii ki zorlukları oldu; bu zorlukları hep beraber yaşadık. Annem, hepimizi babamın masasına oturtur, bir de ders çalıştırırdı gece yarılarına kadar. Yorgunum, hiç uğraşamam derslerinizle falan demedi bir gün bile… Yazın üniversite tatile girer, babam biraz olsun rahatlardı ama annem yıllık iznine kadar çalışırdı. Biz bu kez de yazlığa gider; oradayken annemi otobüse bindirir akşam da E5 üzerinde gelişini beklerdik. Her gün…
Bizlerin üzerinde çok emekleri olduğunu söylemeliyim. Pek çok değeri kazandırdılar. Kendi adıma beni var ettikleri için değil, beni hayata hazırladıkları için ve nasıl mücadele edileceğini bu kırılgan, aksak, titrek, ürkek, yalnız ruhuma öğrettikleri için… Bilimi bir pusula olarak elime verdikleri için… Çalışmanın ve emek vermenin, bir şeyi kendine dava kılmanın ve o davada dimdik durabilmenin hayatın anlamı olduğunu… Dürüst, vicdanlı, şefkatli olmanın, yardım etmenin insan olmak demek olduğunu… Ve iyi insan olmayı öğrettikleri için minnettarım.
Şimdi onun hayattayken yapmamı çok istediği ve benim de ona söz verdiğim ama bir türlü yapamadığım bir projeyi önümüzdeki yıl 18 Ekim 2023’te hayata geçirerek teşekkür etmek istiyorum. Marie Curie’nin hayatını oynamamı çok istemişti. Onun mücadelesi ile kendi mücadelesini benzeştirdiği için mi bilmem ama büyük bir hayranlığı vardı. Kitaplarını alıp önüme koymuştu ‘’oynarsın, yaparsın sen’’ diyerek ama bir türlü hayat izin vermemişti.
Anlatacak ne çok şey var… Ve yapacak…
Ne diyeyim şimdi… ‘’sen gideli beri…’’ diye başlayan bir cümlenin yolu kapalı.
Annemle geçirdiğim her ana şükrediyorum. Doya doya yaşadığım bir on dört yıl var. Olgun yaşlarımın on dört yılında annem var; hele son salgın zamanındaki her karede…
Bir anne kız ilişkisinde de bir ‘aşk’ olabileceğini fark ettim.
Bizimki zarif bir dokunuştu birbirimizin hayatına…
Sevdiğin biri acı çektiğinde o acıyı iliklerinde hissedersin çünkü artık onunla ‘’bir’’ olmuşsundur. Onun acısı içimdeydi adeta. Hastalığının sonunu bilip elim(iz)den geleni yapma çabam(ız), üstüne titremem(iz) her şey ama her şey o acıyı silip gülümsemeyi yerleştirmek adınaydı… O gülümsemelerden ne kadar biriktirirsek, yas zamanındaki kıtlıkta hayat kurtaracak, diye düşünmüştüm. Bugün annemin o gülümsemeleri gözümün önünde ve bana şifa olmalarını diliyorum. Biten bir ömrün tesellisini bitmeyen anılarda arıyorum; yazgım bu sanki.
Şimdi yorgun bedenlerini dinlendirme zamanları… Devriniz daim olsun biriciklerim.
Biz üç kız kardeş birbirimize emanet… torunlarınız da bize… Biz bize emanet. Hayat işte!
Özlemle…