FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Annemle ben, azıcık

Annemle ben, azıcık

 

Havva soyu

 

Havva soyundanım, eksiğim yok,

Bileğim ince.

Kafam ufaksa da bir alem kurmuşum,

Dimdik, genişliğince.

 

Havva’danım elbet, eteklerimde taht ve kan,

Taç olmak başa!

Yoncalar çıkar çayırlarda saf, kendiliğinden

Çok çok o’yum işte!

 

Cömert ellerimle harcamak helalinden

Sevmek karşılıksız;

Vermek varımı yoğumu, vermek bana vergi

Alınız, almayınız…



Karıncadan, kartala dek kaynaşır kan bürüklü

Zifiri karanlıkta yüzüm aşikar;

Ben ışığım gecelerde kocaman

Yıldızlar… Yıldızlar!..

 

Gün ışıyana dek korkunç gayretim,

Sancı ciğerimde çırpınır dil dil

Oğulu ben yarattım ben,

Tanrı değil!

 

Kahra karşı gücüm artar sımsıcak;

Sevince, bir oğul verince

Havva soyundan eksiğim yok,

Bileğim ince…

 

Bu, annemin, 1928 doğumlu şair, ressam Fatma Süzme Afyonlu’nun en az elli yıl önceden kalma bir şiiri.

Annem resim öğrenimini Zeki Kocamemi atölyesinde gördü. Yaşar Nabi Nayır’ın yönetimindeki Varlık’ta şiirler yayınladı, 1960’lara değin seçkilerde yer aldı. Şiir yazmayı, resim yapmayı yeterince istemedi, isteyemedi diyenler olabilir, ama sanırım biraz da bana, anneanneme bakabilmek, karnımızı doyurabilmek için öğretmen olarak çalışma yaşamına balıklama dalmak, resimden, şiirden uzaklaşmak durumunda kaldı. Bir ara üç okulda onsekiz sınıfa öğretmenlik yaptığını anımsıyorum. Biz İstanbul’da kiralık ev ararken bir ev sahibinin “Ben çalışan kadına ev vermem” dediğini anımsıyorum. Sonunda ev bulabildiğimiz mahallenin çocuklarından bir tek benim kendi odam, kitaplığım ve yazı masam vardı.

Annemle, anneannemle büyümenin, o iki kadınca büyütülmenin beni farklı kıldığını düşünmüşümdür. Annem bende gördüğü yaratıcı yanı hep destekledi; canla başla ilk editörüm oldu. Ondan (yazdıklarımı sesli okuyarak elden geçirmek bile dahil) pek çok şey öğrendim. Amerika’da yaşarken, aramızdaki bir alışkıyı sürdürerek, bilmediğim bir sözcüğe rastladığımda onu Aksaray’daki evinden arar, sözcüğü sorardım, o da kitaplığında ince ince araştırır, eder, ben bir-iki gün sonra sormak için bir daha aradığımda da bulduklarını benimle paylaşırdı. Günde üç paket filtresiz sigara içerdi. Hala arada bir bilmediğim bir sözcüğe rastladığımda annemin öldüğünü unuttuğum, yine “Dur, bir anneme sorayım” dediğim olur. Hem büyüdüm, yanında, dahası dizinin dibinde değilim diye bana nasıl gitgide kırıldığını, öfkelendiğini de unuturum. 

Ben lisedeyken, kalbur saman içindeyken bir gün karşıma Günel Altıntaş çıktı, bana ezberden rüyacılara ilişkin bir şiir okudu, “Tanıdın mı?” diye sordu. Ben bilemeyince de “Senin şiirin bu” dedi. Meğerse annem benim küçükken (her çocuk gibi) söylediklerimi üşenmeyip not almış. El yazmaları o zamanki Soyut dergisi çevresinde dolaşmış, dergiyi çıkaran, annemin arkadaşı Halil İbrahim Bahar işlerimi basmak istemiş, annem beni daha baştan şöyle ya da böyle damgalayıp belirlememek için yanaşmamış. Annem el yazmalarını buldu, çıkardı, bana verdi. Onları aldım, yıllar boyunca gözden, elden geçirdim, başka parçalar yazdım, vb. Anneme adadığım “Rüyacılar Kitabı” bir terslik olmazsa bu yıl Yasakmeyve’den çıkacak.

Bu bölümün başlığı “Annesi ve şair” de olabilirdi. “Şair ve annesi” derken annemden ve anneannemden de söz ediyor olabilirdik. Çocuklarım yakın bir geçmişte, işitebilecegim bir biçimde “Aman, sakın sanatçı olmayın!” diye uyarılıyorlardı. Dilerim onlar da günün birinde şiire, annelerine ilişkin yazılar yazarlar. Annem sanatçıydı, şairdi. Yokolmayıp kalan birkaç tablosu şimdi evimde asılı. Şiir yazıyorum, ama dilerim ben de sanatçı olabilirim, şair olabilirim.

Picture of Mustafa Ziyalan

Mustafa Ziyalan

Tüm Yazıları