
AR DAMARI
Kifayet Ceylan
Yaşanan her an yolculukla geçer. Yaşamın içindeki bu yolculuklarda ne otobüs, ne araba, ne tren, ne uçak ne de bir gemi vardır. Kendi içinde yaptığın sınırsız yolculuklardır sözünü ettiğim. Durduğun durakların sayısını unutursun çoğu kez. Sıkılmazsın durakların sıklığından. Yorulup şikayet de etmezsin, hatta duraklarda rastlaştığın eski acılardan haz aldığın bile söylenebilir. Bazen sevinçlere ve mutluluklara da takıldığın olur. Ama bu rastlaşma anları oldukça kısadır. ‘Neden hüzünlü anlarımı hiç unuta-madım, sevinçli anlarımın sayısı bu kadar mı az’ diye sorgularsın kendini. Sonsuza kadar sürecek olan bu yolculukların bitmesini istemezsin. Yeniden başlayacağı anı sabırsızlıkla beklersin. Genellikle yola revan olmak için gecenin en ıssız saatlerini seçersin. Kimsenin tanık olmasını istemezsin bazen mahrem, bazen hüzün, bazen gözyaşı, bazen de kahkaha dolu yolculuklara. Çok ketumsundur kimseler bilmez ne zaman, nereye gittiğini ve ne zaman döndüğünü.

Çocukluğuna düşer yolun. Mutlu geçen bir çocukluğun vardır. ‘’Neden büyüdükçe acıları artar insanın? ‘’ Sorusunun olmayan yanıtını ararsın. Annen de baban da üstüne titremişlerdir. Gözleri hep üzerindedir. Bazen bu gözlerden kurtulabilmek için masum yalanlara sığındığın olur. Her an yalanının yakalanacağı ihtimali çarptırır yüreğini, kızaran yüzünü saklayamazsın çoğu kez. Yalanın ortaya çıksa da yüzüne vurulmaz. Bu kez de anlaşıldığı halde sana bir şey denmemesi utandırır seni. Babanın bir sözünü hatırlarsın yarım asır öncesinde kalmış buruk bir gülümsemeyle’’ kırılan her şey tamir edilir, ama bir insanın ar damarı çatlamışsa tamir edilemez’’ Bu sözü alırsın yıllanmış diğer sözler arasından ve insanlara giydirmeye başlarsın.
‘’Yok buna yakışmadı, ar damarı ara sıra çalışıyor.’’ Bir hırsıza giydirirsin mesela ‘sanki ona göre biçilmiş bu elbise’ dersin. Yalancıya giydirdiğinde ‘bu kalıp tam da sana göreymiş’ dersin. Sesinin tonundan anlar ne demek istediğini. Bir haine giydirirsin, ne elbiseyi görebilirsin, ne haini. İkisi sarmaş dolaş uzaklaşırlar, kırk yıllık dost gibidirler. Yobaza giydirirsin, inandığı tanrıyı bile kandırdığı için mutlu olur aynada kendini seyrederken.
Politikacılara giydirirsin ve meclis kürsüsünden bakarsın onlara, çatlamış ar damarından yapılmış elbisenin sanki aynı kalıptan çıkmış gibi hepsine ne kadar da yakıştığını görürsün.
Irkçılara giydirirsin her biri bir Hitler olur karşında. Vazgeçmeyi düşünür-sün onlarla aynı havayı solumaktan.

Bu yolculuk usandırır ve utandırır seni, geri dönersin.
İlk gençlik yıllarına uğrarsın çalakalem. Bu dönemde de mutlusun. Ayakların yere basmaz adeta. İlk aşkın geçer gözlerinin önünden hayal meyal. Onu gördüğünde kalbinin nasıl da çarptığını hatırlarsın. Aynanın karşısında onun için geçirdiğin saatlere bir kez daha hayıflanırsın. Aklına her geldiğinde hayıflandığın gibi. Unutmamışsındır, ‘şimdi olsa yüzüne bile bakmam o faşistin’ diye düşünürsün. Sonra yatılı okul yıllarını ziyaret edersin. Devrim kavgalarına başladığı yıllar o yıllar. Muhtıra gelir aklına, babanın dönemin iktidarından kurtulmak için muhtırayı savunması gelir, baban sürgün edilmişti köhne bir ilçeye bu yüzden de kızgındı iktidara. Karşı çıkışın, tartışmalarınız gelir. Denizlerin asıldığı günü düşünürsün. Sen de gözyaşlarına boğulmuşken, babanın sessizce akıttığı gözyaşlarını nasıl da silmek istediğini, ama acısının büyüklüğü karşısında oturduğun yere çakılıp kaldığını ve bunu yapamadığını düşünürsün.
Bir hüzün kaplar içini. Ayrılırsın oradan.

Üniversite yılların iktidarın zulmü altında geçmiştir. Devrimci mücadelenin hız kazandığı yıllardır. Darbenin ayak seslerinin de giderek yaklaştığı yıllar. Kavgalar, toplantılar, mitingler geçer gözlerinin önünden. Maraş’ta ar damarı çatlamış elbiseler giyen ırkçıların Kürt ve Alevileri katletmeleri gelir. Ar damarı çatlamış iktidarın bu katliamı nasıl planladığını sonradan gazetelerde yayınlanan belgelerden öğrenmişsindir. İktidarın kirli olduğunu söylerdin ama gene de ‘bu kadarına da pes doğrusu’ dediğin gelir aklına. Sonrası gözaltılar tutuklanmalar, işkenceler, işkencelerde ölümler. Yolculuğun bu durağında çok uzun süre kalırsın. Hapishane ziyaretleri, babanı gözlerinin önünde coplamaları, İşkencede ölen Fehmi’yi düşünürsün acı bir buruklukla. Gencecik Mehmet Ceren gelir aklına. Mamak’ tan yıkanması için gelen kanlı elbiselerini hatırlarsın yakınlarının. Bu elbiselerin başka kumaştan yapıldığını anlamışsındır.
Gençliğinin orta yerindesindir ama yaşlanmışsındır, ya da gönlün yaşlanmıştır. Siyasi ihanetlere tanık olumuşsundur. Deşifre edilen kimlikler ve yaygın halde asker ve polis baskıları.

Orta yaşlılığının giriş kapısında bilmediğin yeni bir kenttesin. Evinden işine giderken ve gelirken her otobüse binişinde birisi seni takip eder. Siyasetten uzaklaşmış olduğundan adamın bir sapık olduğunu düşünürsün, ama endişelenmesin diye eşine söylemezsin. ‘Nasıl olsa baş edebilirim bu sapıkla’ diye geçirirsin aklından. Bir yıla yakın süren bu takip olayının baş aktörünün de, ar damarı çatlamış elbise giymiş bir polis olduğunu öğrenir-sin tesadüfen. Ama yolculuğun bu durağında da sıkılmaya başlamışsındır.
Orta yaşlılığının orta yerinedeki durağa gelirsin. Acılar… Acılar. Bu durakta çok kalmak istemezsin, ama ayakların direnir sana, ellerin duraktaki direğe sıkıca tutunur. Koparamazsın kendini. Bir nebze mutluluk ararsın burada, bazen görünür gibi olur, ama kaybolur çabucak.
Gözyaşların sana danışmaz çoğu durakta yaptığı gibi. Kimselere görünmeden gecenin kuytuluğuna ve karanlığına sığınarak kaçmak istersin. Koşarsın nefes nefese. Peşinde sayamadığın kadar ar damarı çatlamış kumaştan elbiselere bürünmüş yaratık kovalar seni…
KİFAYET CEYLAN