
Uyanır uyanmaz ilk işi avizeye bakmak olmuştu, sallanmıyordu. Demek ki ona öyle gelmişti, deprem falan olduğu yoktu. Belki de gördüğü bir rüya yüzünden bu hisse kapılmıştı. Komodinin üzerindeki saate baktı, alarmın çalmasına dört dakika vardı. Gözlerini tekrar kapama isteğine karşı koyarak yatakta doğruldu. Salondan gelen seslere kulak verdi. Tire yine bir şeyler kovalıyor olmalıydı. Tire bir yaşındaki kedisiydi. Geçen yaz ki tatilinde Ödemiş’ten Tire’ye geçerken arabasının önüne atlamıştı. Frene asılmış, durur durmaz da arabadan inmişti. Karşısında lastiğin altında ezilmiş can çekişen bir kedi bulacağı düşüncesi ile tamponun önüne eğilmiş ve onunla göz göze gelmişti, lastikle arasında bir karış mesafe vardı. O gün refleksleri ona bir kedi hediye etmişti.
Kalkıp alarmı sessize alarak odasının kapısını açtığında yanından geçen tüylü oyuncak top yatağın altına girdi. Peşinden gözü dönmüş bir şekilde Tire aynı güzergahı izledi. Sırıtarak mutfağa geçip çay demledi. Banyoya gidip soyunarak aynada bir süre kendini izledi. ‘’Spor her zaman işe yarar,’’ dedi kendinden memnun bir şekilde. Bir yıldır haftada dört gün, birer saat egzersiz yapıyordu. Spor salonlarını sevmediğinden kendine evde yapabileceği tüm vücudunu çalıştıracak bir program hazırlamıştı. İlk zamanlar vazgeçmeyi düşündüyse de inat etmiş ve alışkanlık haline getirmişti. Yapılacak işleri, görüşülecek kişileri, gidilecek yerleri gerekli olmadıkça sabah saatlerine sıkıştırmazdı. Ama bugün o günlerden biri değildi, bu yüzden duşun altında her zamankinden daha kısa süre kaldı. Kurulanırken hızla yatak odasına geri döndü. Akşamdan hazırladığı kıyafetlere baktı. İç çamaşırından emin olamayıp çekmeceden aldığı şort külot ile değiştirdi. Bazıları bunu saçma bulabilirdi, iş görüşmesinde kimse sütyenini görecek değildi mesela. Ama saçının arasındaki sivilce, tıkalı bir burun, dişinin arasında kalmış bir yemek paçası gibi bu da önemli bir ayrıntıydı ona göre. Kendini iyi hissettiren her detaya önem verirdi. Kıçının arasına giren külotunu düzeltemediği uzun bir toplantının anısı da bu seçiminde etkili olmuştu tabi.
Kahvaltı için yeterince zaman kalmıştı. Kahvaltıları önemserdi. Youtube’da birkaç gündür beklettiği Murathan Mungan’ın son kitabı üzerine bir röportajını açıp çayını doldurdu. Bunu bir alışkanlık haline getirmişti. Kahvaltıda, araba kullanırken, yemek yaparken, ya da kış bahçesine çevirdiği terasında kahvesini yudumlarken sevdiği bir oyuncu ya da yazarın röportajını dinlerdi genelde. Sunucunun Murathan Mungan’ın eski bir arkadaşı olduğu belli oluyordu. Onların sohbetini dinlerken keyifle kahvaltısını yaptı. Tire tereyağı kokusunu almış olacak ki oyuncağını bir kenarda bırakıp dizinin dibine kadar sokuldu. Küçük bir rüşvet ile Tire’yi kandırıp bulaşıkları kaldırdı. Bir bardak daha çay alıp camdan dışarı baktı. Hava açıktı. Bir uçak gökyüzünü çiziyordu peşi sıra. Ama uzakta toplanmaya başlayan gri bulutlar bu manzaranın değişebileceğine işaret ediyordu. Cep telefonundan hava durumuna baktı, bugün kuvvetli yağış bekleniyordu. Evde oturup dizi keyfi yapmayı tercih ederdi. Ama arayan şirketin ismi aklını çelmeye yetmişti. İş görüşmesi davetini kabul ettiği için bir pişmanlık duydu. Gidip görüşmek ne kaybettirdi ki diye aklından geçirmişti o sırada. Olan olmuştu, şimdi bunları düşünmenin bir faydası yoktu. Çıkarken şemsiyeyi yanıma almayı unutmasam iyi olur diye düşündü. Çayını bitirip aynanın karşısına geçti; seçtiği hafif tondaki rujunu sürüp parfüm sıktı, saçını düzeltti. Ayakkabılarını giyip çantasını… ‘’Yapma be Tire,’’ diye söylendi. Tire çantayı kullanılamayacak hale getirmek için bütün gece mesai yapmıştı anlaşılan. O an aklına ablasının doğum gününde hediye ettiği çanta geldi. Hiç kullanmamıştı. Vestiyeri açıp oldukça zevksiz bulduğu -ama tabii ki bunu ablası karşısında dile getirmediği- çantaya baktı. ‘’Çok iğrençsin,’’ dedi. Yıpranmış çantasından araba anahtarlarını ve cüzdanını çıkarıp yeni çantasını kolunun altına sıkıştırdı. Kapıyı kilitleyip evden çıktı.
Arabasına biner binmez elindekileri yolcu koltuğuna koyup cep telefonunu kamerasını açtı. Çantayı da kadraja alarak gülümsedi ve bir fotoğraf çekti. Ablasına göndermek üzereyken fotoğrafta çantanın üzerindeki etiket dikkatini çekti. Ablası bu detayı kesinlikle kaçırmazdı, aleyhine delil olarak kullanıp en ağır cezayı verirdi, müebbet sitem. Etiketi söküp yeniden aynı -yani hemen hemen aynı- fotoğrafı çekti, ablasına gönderirken altına ‘’teşekkür ederim’’ yazdı. Evet bir görev daha tamamlanmıştı.
Gideceği mesafe uzak sayılmazdı, eğer İstanbul’da yaşamıyor olsaydı. Ama bu şehirde yol, mesai saatlerinde, hele birde kaza veya çalışma varsa lastik gibi uzardı. Yirmi dakika sonra birbirine girmiş üç arabayı geçer geçmez tıkanıklık çözüldü. Trafik akmaya başladı. Holdingin park yerine girip arabasını park eder etmez yolcu koltuğuna rasgele fırlattığı cüzdanı ve anahtarları çantaya koydu. O sırada çantanın içinde ki hediye paketini gördü. Bir tane daha mı? İlk fırsatta açacak, bakacak, reaksiyon gösterecekti. Arabadan inince Sevgi’nin veteriner kliniğinin otoparkın hemen aşağısında olduğunu hatırladı. Aylardır buluşamamışlardı. Görüşmeden çıkınca ona uğrayıp sürpriz yapmaya karar verdi. Arabanın kapılarını kilitleyip herhangi bir karakteri olmayan binayı inceledi. Buraya boşuna gelmiş olduğu hissine kapıldı. Aman neyse ne. İçeri girersin, görüşmeni yaparsın, çıkınca da Sevgi ile hasret giderip evine dönersin. Bu kadar mesele etme. Bu plan hoşuna gitmişti. Binaya girip güvenlik kapısından geçti. Danışmada ki sempatik kıza geliş nedenini söyleyip kimliğini verdi. Onu mat tonların hakim olduğu bir üst kattaki bekleme salonuna aldılar. Mesleki alışkanlığı devreye girmişti. İşte karşınızda hesapsız kitapsız bir aydınlatma örneği. Duvarların kullanım şekli ile ilgili eleştirime gelince; çimento, tuğla ve kum kullanılarak kreatif bir tasarım ortaya çıkarılmış. Mobilyalar ise… İçeride ondan başka birinin olduğunu o an fark etti. Koltuğuna gömülmüş, saçları dağınık, takım elbiseli bir adam ilgi ile onu izliyordu. Başıyla belli belirsiz bir selam verip en yakınındaki koltuğa oturdu. Çantası ile ilgileniyor gibi yapıp çaktırmadan bir daha baktı, suratının sol tarafında bir yara bandı vardı adamın. Onda normal olmayan asıl şey maraton koşup buraya gelmiş gibi görünmesiydi. Aysun onun alkol problemin olabileceğine karar verdi. Evet, bu şekilde her şey yerine oturuyordu, dağınıklığı, ütüsüz takım elbisesi, kesik suratı, perişan hali… Bir yerlerden tanıdık da geliyordu siması ama bu bir yerlerden tanıdık olduğu anlamına gelmezdi, insan insana benzerdi sonuçta. Aysun bunları düşünürken içerideki kapı açıldı. İçeriden çıkan elli yaşlarındaki orta boylu kel ve babacan görünüşlü bir adam Aysun’a gülümseyerek başı ile selam verdikten sonra diğer adamı karşıladı. Tokalaşıp içeri girdiler. O da mı iş görüşmesine çağrılmış? Buna bir anlam veremediği gibi eğer öyleyse bile yara bantlı adamın yarattığı ilk izlenim ile hiç şansının olmadığından emindi. Biraz daha bekleyeceğinden emin olunca çantasından ablasının şüpheli hediye paketini çıkarıp açtı. Tahmin ettiği gibi bir kitaptı. İsmini sesli okudu. ‘’Kendini sevmeye Hazır mısın?’’ Ablası buydu işte, tüm hediyeleri kendine alır gibi alırdı. Kendi zevki, kendi beğenileri, kendi doğruları… Yine de beklerken birkaç sayfasına göz atmaya karar verdi. Kendini sevmesi için binlerce sebepten bilmem kaçıncısını okuyordu ki kapı tekrar açıldı. Yara bantlı adam ile deminki babacan adam eşikte gülüşüyorlardı. Vedalaşmaları sırasında yara bantlı adamın isminin Akın, kel adamınkinin ise Güray olduğunu öğrendi. Salondan çıkmadan önce Aysun’un elindeki kitabın ismine bakacak kadar durdu Akın. Sonra yürümeye devam edip uzaklaştı. Bakışlarında küçümseme mi vardı Akın denen itici şeyin. Kendisini hem kibirli Akın’a hem de zevksiz ablasına sinirlenirken buldu. Ne halt etmeye bu daveti kabul ettim ki!
‘’Aysun Hanım.’’
Güray’ın kendine seslendiğini fark edip toparlanırken refleks olarak gülümsedi. ‘’Merhaba.’’
‘’Merhaba, hoş geldiniz,’’ dedi Güray elini uzatarak. Tokalaştılar.
On ya da on beş dakika sonra hepsi bitecekti. Evine dönüp bu görüşmeyi hiç yaşanmamış sayacaktı. Bunu bilmek enerjisinin yeniden yükselmesini sağladı. Güray onu içeri buyur etti ve kapıdan bambaşka bir dünyaya girdiler. İçerisi farklı bir mimarın dokunuşunun izlerini taşıyordu. Belli ki yakın zamanda elden geçmişti. Sıcak renkler ve zevk sahibi mobilyalar tercih edilmişti. Kafasında kurduğu görüşme bir toplantı masası etrafında gerçekleşecekti. Ama burası kütüphane, sanat galerisi ve misafir odasının mükemmel bir birleşimiydi. Güray’ın onu yönlendirdiği koltuklarda iki kişi daha onu bekliyordu. Biri estetikli ve bakımlı bir kadındı, yaşını tahmin etmesi imkansızdı. Mini eteğinin incelemesine müsaade ettiği bacakları kusursuzdu. Kadın İngilizce konuşmaya başlayınca onu tanıdı Aysun. Tabii ya! O erkek egemen mimaride kendi tarzını oluşturan bir efsaneydi ve inanılmaz bir şekilde şu an karşısında oturuyordu. Diğeri kır saçları ve sakalları ile sektörde Gandalf kadar meşhurdu. Dekonstrüktif eserleri geldi Aysun’un gözünün önüne sırasıyla. Aysun bu ikiliyi bir arada görünce heyecanlandığını hissetti. Bir rüyada gibiydi. Bu görüşmeye gelip gelmemede yaşadığı kararsızlığı hatırladı. Ya diğer ihtimali seçseydim diye düşündü, tüyleri diken diken oldu.
‘’ Öncelikle bizi kırmayıp geldiğiniz için teşekkür ederiz,’’ dedi Güray.
‘’Rica ederim. Teklifiniz çok merak uyandırıcıydı açıkçası.’’
‘’Amacımızda buydu,’’ dedi gülerek Güray. ‘’Öncelikle sizi tanıştırayım.’’
Aysun’un ileride dönüp baktığında hayatının dönüm noktası diyeceğini düşündüğü görüşme böylelikle başlamış oldu.
*
‘’… yani o çantayı pazardan alıp da bize İtalya’dan almış gibi yutturması çok zavallıca değil mi? Bilmiyorum ben olsam yerin dibine girerdim ama o…’’
‘’Ya,’’ derken çaktırmadan saatine baktı Akın. Neredeyse bir saat olmuştu ama ona yarım gündür sürüyormuş gibi geliyordu bu eziyet. Bana ne; bilmem kimin, bilmem ne marka çantasını, hangi mağazadan, hangi fiyata aldığından. ‘’ İtalya’da ki çantanın birebir aynısı bizim pazarlarda da mı var? Böyle bir şey yapabildiğimizi bilmiyordum. Bu çok şahane değil mi?’’
Akın’a kısa bir süre boka bakar gibi baktıktan sonra ‘’biraz ketçap sıkar mısın?’’ dedi kadın.
‘’Tabii,’’ dedi Akın tüm sevimliliği ile. Kendi ile gurur duyuyordu. Oscarlık bir performansla embesili oynuyordu görüşmelerinin başından beri. Şişe tuhaf bir sesle alt tarafına değil de çember şeklinde etrafa ketçabı saçınca sol eline bulaşan ketçabı bahane ederek lavaboya gitti. Elini ve yüzünü yıkayıp aynada kendine baktı, ‘’hiç kızı suçlamaya kalkma. Ablan bir cadı. O da senin gibi ablanın bir kurbanı,’’ dedi. Yüzünü kopardığı peçete ile silip tekrar aynaya döndü. ‘’Buraya kadar dayanmayı başardın, şimdi git güzelce veda edip kurtul.’’
Masaya döndüğünden hiç beklemediği bir manzara ile karşılaştı. Masa yerindeydi, sandalyeler yerindeydi. Sandalyeye astığı ceketi de bıraktığı gibi duruyordu. Ama bu kadardı, O gitmişti. Kendine hakim olamayıp gülmeye başladı. Ablasına mesaj çekti.
[Güzel numaraydı.]
[Ne numarası?]
[Bin bir entrika ile buluşmamızı sağladığın şu kız, Ece.]
[Ecem!]
[Neyse ne. Cazibeme dayanamadı.]
[Kızı kaçırdın mı yoksa?]
[Nereden bildin?]
[Sen iflah olmazsın.]
[Ben de onu diyorum ya yıllardır. Ben iflah olmam. Enerjini boşa harcamayı bırak.]
Ablasının gönderdiği öfkeli yüz emojisi görüşmenin şimdilik bittiğini müjdeliyordu Akın için.
Ablası iki günlüğüne Ankara’ya gidecekti. Akın’ı iki şeye ikna etmişti. İlki Ecem’in getirdiği dosyaları alarak akşamki buluşmalarında ablasına ulaştırmaktı. İkincisi ise ablasının köpeği Kayra’ya bu iki günde bakmaktı. Dosya ve köpek devir teslimleri için akşam saat altıda buluşacaklardı. Ama anlaşılan bu telaşlı zamanında bile çöpçatanlık için uygun gördüğü her fırsatı değerlendirmekten geri kalmıyordu ablası. Masadan aldığı evraklara şöyle bir göz atıp çantasına koyarak hesabı ödedi. Saate baktı, buluşmalarına daha çok zaman vardı. Sinemaya gitmeye karar verdi. Neredeyse bir yıl olmuştu sinemada film izlemeyeli. Yakınlardaki alışveriş merkezinin üst katına çıkıp afişlere baktı. Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filminde karar kıldı. Yaklaşık üç buçuk saat sonra filmden çıktığında keyfi yerindeydi. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabında, sinemadan çıkan adamı anlattığı satırlar geldi aklına. Beş on dakikalık ömrü olduğunu söylüyordu o adamın, sokağa karıştıktan sonra beş on dakika yaşayabildiğini. Ama isterse başka bir filme girip beş on dakika daha ömür çalabilirdi o adam sonuçta diye düşündü. Bunu daha sık yapmalıydı.
Acıkmıştı. Alışveriş merkezinden çıkıp yakınlarda bildiği bir restorana gitti. Köpeği de hesaba katarak açık alanda bir masa seçti. Telefonunu açıp ablasına mesajla restoranın ismini ve konumunu gönderdikten sonra kebap ve salata ısmarladı. Çantasından bir defter çıkarıp o an aklına gelen bir fikri çizgiye ve notlara döktü. Yarın sabahki randevusu geldi aklına. Telefonla arandığında heyecanla görüşme talebini kabul etmişti ama şimdi sakin kafayla düşündüğünde bunun boşa zaman kaybı olabileceği ihtimali daha ağır basıyordu. Beklentiyi çok arttırmadan söz verdiği gibi görüşmeye gitmek en iyisiydi. Yaşadığı onlarca hayal kırıklığına bir yenisini daha eklememiş olurdu böylece.
Yemeğin üstüne sade bir Türk kahvesi sipariş etti. Ablası Ceren’in şimdiye kadar gelmiş olması gerekiyordu. Tam onu aramak için telefonun rehberini tuşladığı sırada ona doğru yaklaşan ablası ile göz göze geldi. Bakışlarından bir şey anlamak imkansızdı. Ablasının beyni aynı anda yüzlerce senaryo yazan bir imalathaneydi Akın’a göre. Birinde, önceki telefon görüşmesinin kızgınlığı ile Akının boğazına sarılırken, diğerinde Kayra’yı gözü arkada kalmadan ona emanet etmenin verdiği şükran duygusu ile şefkatle kucaklıyor olabilirdi. Tasmasından tuttuğu Alman kurdu ile uyumlu bir şekilde yürüyordu ablası. Yanında Akın’ın daha önce görmediği telefonuna odaklanmış bir kadın daha vardı. ‘Yok canım,’’ diyerek aklına gelen saçma ihtimalleri kovdu Akın.
‘’Tam nerede kaldığını merak etmeye başlamıştım,’’ diyerek kalkıp ablasına sarıldı.
‘’Aslı ile buluşmamız zaman aldı. Yolda kaza vardı, trafik berbat.’’
Kayra tasmasının boyunun izin verdiği ölçüde Akın’a sokuldu. Akın hayvanın başını okşayarak gülümsedi. Garson Akın’ın kahvesini getirip masaya bıraktı.
‘’Aç mısınız? Bir şeyler sipariş edelim mi?’’
‘’ Hem aç değilim hem de o kadar zamanım kalmadı,’’ dedi Ceren. Aslı da başı ile onayladı.
‘’İçecek bir şeyler peki?’’
‘’Bir kahve iyi olur. Sen Aslı?’’
‘’Ben su alayım,’’ dedi Aslı telefonunu kaldırıp bir fotoğraf çekerken.
‘’Ne yapıyorsun?’’ dedi Ceren.
‘’Yolculuk öncesi bir fotoğraf paylaşıyorum.’’
‘’Tılsımlı bir ritüel mi?’’
Ceren’in öfkeli bakışlarını paratoner gibi toplamaya yetmişti bu cümlesi. Ne yapayım der gibi ellerini yana açtı Akın.
Gülerek ‘’hayır tabii ki?’’ dedi Aslı telefonuna gömülmüş bir şekilde.
‘’Biz Aslı ile beraber gidiyoruz seminere. Bu işi o bağladı. İnanılmazdı.’’
Yine başladı diye içinden geçirdi Akın. Yanından geçmekte olan garsonu yakaladı küçük bir es kazanmak ve kahve faslını bir an önce atlatmak için.
‘’Biz iki kahve daha rica edecektik,’’ deyip Ceren ile Aslı’ya baktı.
‘’Sade.’’
‘’Benimkisi orta şekerli olsun.’’
‘’Bana ulaşamazsan Aslı ile birlikte olacağız,’’ dedi Ceren.
‘’Mesaj çekerim, illa ki görürsün,’’ derken ablasının masanın altından dizine inen topuklu ayakkabısını hissetti.
‘’Ahh!’’
‘’Ne oldu?’’ dedi Aslı irkilerek.
‘’Tuvalete gitmem lazım. Prostatım…’’
Aslı şaşkınlığını kaldırdığı kaşları ile belirtti. Ablası ise hasmını ısırmaya yakın bir doberman gibi dişlerini gösterdi. Masadan uzaklaşırken ona öfkeyle bakan ablasına otuz iki dişini birden göstererek neşeyle gülümsedi Akın. Tuvalete girip elini yüzünü yıkayarak oyalandı. Geri döndüğünde sipariş ettikleri kahvelerin geldiğini gördü. Ablası her zamanki takıntı boyutundaki titizliği ile masada gözüne batan bir noktayı peçete ile silmeye -hatta kazımaya- odaklanmıştı. Aslının sağ elinde altıncı parmağı gibiydi telefonu, sosyal medyasına bir şeyler yazıyor olmalıydı.
‘’Sen yine de Aslının telefonunu not al. Bakarsın önemli bir şey olur, bulunsun,’’ dedi ablası. Anlaşılan pes etmeye niyeti yoktu.
‘’Şey, tabii ama telefonumun şarjı bitmiş,’’ diye kaçamak bir cevap verdi Akın.
Ama taarruza geçmiş olan ablası kuşatmayı daraltmak için zekice bir manevra yaparak ‘’Aslıcığım, kalemin ve not kağıdın var mıydı canım?’’ dedi.
Aslı başını sallayarak çantasından Akın’ a kalem ve kağıt uzattı. Telefon numarasını tane tane söyledi.
Numarayı not alıp kağıdı daha sonra çöpe atmak üzere ceketinin iç cebine koydu Akın. Kalemi Aslı’ya geri vermek için uzatırken elindeki mürekkep lekesini fark etti. ‘’Sanırım kalemin mürekkep damlatıyor.’’
‘’Yapma ya, çantama da aktı mı acaba,’’ diyerek telaşla çantasını açıp kontrol etti Aslı.
Kalemi masadaki kül tablasına koyup bir ıslak mendil ile elini sildi Akın.
‘’Var mı bir şey?’’ diye sordu Ceren.
‘’Görünen bir şey yok,’’ dedi Aslı rahatlamış bir şekilde.
‘’Aslı ile tanışmanızı ne zamandır istiyordum. İnanılmazdır Aslı. Çok benzetiyorum ikinizi. Bana ayrı ayrı zamanlarda o kadar çok birbirinizi çağrıştırıyorsunuz ki!’’ dedi ablası. Akın onun bu inadı karşısında ilk kez dehşete düştü. O kadar çok benziyoruz ki gerçekten. İkimizin de boyu yüz elli ile iki yüz santimetrelik dilimde, ikimizin de kilosu elli ile yüz aralığında, ikimiz de seni tanıyoruz, ikimiz de mürekkep damlatan bir kaleme hoş gözle bakmıyoruz. Az önce fark ettiğim bir şey daha; ikimizin de kahve sevmesine ne demeli, inanılacak gibi değil, bu kadar da benzerlik olmaz, olamaz… Akın büyük bir mücadele sonunda mizahtan arındırılmış bir cümle kurmayı başardı.
‘’Kısmet bugüneymiş.’’
‘’Yaa,’’ dedi ablası neşeyle.
‘’Sen neler yapıyorsun?’’ diye sordu Aslı.
Bunu bir fırsat olarak gören Akın gerekli gereksiz her detayı ekleyerek projelerinden, sektörden ve Aslı’nın yabancısı olduğunu umduğu isimlerden bahsetmeye başladı. İki dakika otuz yedi saniye sonra canı sıkkın bir şekilde sözünü keserek ‘’bizim yetişmemiz gereken bir uçak var,’’ dedi ablası. O dakikaya kadar Ceren’in ayakları dibine uzanarak varlığını unutturmuş olan Kayra ilk kez havladı.
‘’Doğru ya, benim de çenemin düşeceği tuttu,’’ dedi Akın. ‘’Gel bakalım Kayra, iki gün baş başayız,’’ dedi tasmayı ablasından alırken. Vedalaşıp ayrılırlarken iki şeyden emin oldu Akın. Birincisi, Aslı kesinlikle onu aramayacak hatta düşünmeyecekti bile. İkincisi ise, ablası bugünün intikamını -en iyi ihtimalle uzun bir nutuk ile- kesinlikle alacaktı.
Otoparka vardığında arabanın kapısını açması ile tasmasından kurtulan Kayra’nın içeri dalıp yolcu koltuğuna kurulması bir oldu. Tasmayı daha sıkı tutmalıyım. Eline baktı, derisi sıyrılmıştı. Kayra’nın beklenti dolu bakışlarına ‘’senin keyfin olacak diye kıçımız donacak,’’ deyip camı aralayarak cevap verdi. Kafasını camdan çıkarıp keyifle dışarıyı izlemeye koyuldu Alman kurdu. Motoru çalıştırıp evin yolunu tuttu Akın.
Arabasını park edip Kayra’nın tuvalet ihtiyacı için elinde poşet ile site etrafında bir tur attıktan sonra eve girdi. Uzun bir gün olmuştu. Eve girer girmez Kayra’nın tasmasını çıkarıp mama kabına götürdü. Köpek karnını doyururken Akın banyoya girip duşun altında uzun süre sıcak suyun tadını çıkardı. Vücudundan akan su bütün yorgunluğunu ve stresini de beraberinde götürdü. Banyodan çıkınca kurulanıp eşofmanını giydi, kanepeye uzandı. Kumandayı alıp sevdiği dizinin iple çektiği yeni bölümünü açtı. Kayra suratının dibine gelip bir süre bekledikten sonra beklediği ilgiyi göremeyince diğer koltuğa çıkıp yerleşti. Akın daha başında bölümü bitiremeyeceğini anladı. Gözleri kapandı ve uyuya kaldı.
Derin soluma sesleri ve suratında hissettiği ıslaklık ile gözlerini açtı Akın. Panikle kanepeden fırlayıp telefonunu aradı. Kanepede, masada, yatak odasında yoktu. Banyoya bakmak geldi aklına, evet oradaydı, rafta duruyordu. Şarjı yüzde on beş kaldığını gösteriyordu. Saati görünce rahatladı, gecikmemişti. ‘’Kayra farkında olmadan bugün benim kurtarıcım oldun,’’ dedi. Yüzünü yıkayıp aynada kendini inceledikten sonra iş görüşmesi için tıraş olmaya karar verdi. Şanslıydı, Kayra koca cüssesi ile içeri dalıp üzerine atladığında elindeki ustura boğazı yerine suratındaki sakallar ile meşguldü.
‘’Seni koca aptal.’’
Neşeli soluma sesleri…
‘’Sana mama ve kalacak yer verdim.’’
Neşeli soluma sesleri…
‘’Araba ile dolaştırdım seni, üstelik camdan kafanı çıkarmana da izin verdim. Bu mu karşılığı?’’
Neşeli soluma sesleri…
‘’Hiçbir şey anlamıyorsun değil mi?’’
Neşeli soluma sesleri…
Akan kanı durdurup kesiğin üstüne yara bandı yapıştırdıktan sonra tekrar aynaya baktı. Her iki yanağında kendini belli etmeye başlayan mimik çizgilerine baktı. ‘’Umarım ressamın eskizleri bitmemiştir. Henüz çerçeveletilmeye hazır değilim.’’ Saçmalama, Melankoliye kapılmak için uygun bir zaman değil. Elini bandın üstünde gezdirirken, ‘’Bandın rengi sence mülakat için uygun mu?’’ dedi.
Neşeli soluma sesleri…
Öfkesi çabucak sönmüştü. Hata Kayra’da değil kendisindeydi. Bugünden sonra usturayı bırakıp herkes gibi jiletle tıraş olmaya karar verdi. Yatak odasına geçti. Gardıroptan siyah bir takım elbise, gömlek, kravat çıkarıp giyindi. Kahvaltı yapacak zamanı kalmamıştı. Salona gidip aynada kendine son bir kez baktı evden çıkmadan; fazlası vardı eksiği yoktu, ‘’sıçtığımın yara bandı’’ dedi. Gözüne duvarda yan yatmış pop-art tablo takıldı. Nasıl yerinden oynamış olabilirdi. Köpek yapmış olamazdı, fazla yüksekteydi onun için. Uyurken küçük bir sarsıntı falan olmuş olabilirdi belki. Bu tabloyu neden halen elinde tutuyordu ki? Bu yaşına kadar birçok kişi birçok kez kalbini kırmıştı ama onu hediye eden kadın kadar çok parçaya ayıran olmamıştı. Tekrar tabloya baktı ve gülümsedi, artık onun için sadece bir resimdi, kötü yapılmış bir resim. Kayra’nın dış kapıyı patileriyle aşındırdığını görünce hayvanı tuvalet ihtiyacı için çıkarması gerektiğini hatırladı.
‘’Off…’’
Tasmasını takıp mutfak çekmecesinden bir poşet aldı. Hızla Kayra’yı çekiştirerek evden çıktı. Asansörü beklemeden köpekle beraber merdivenleri koşar adımlarla inip açık alana çıktı.
‘’Hadi yap.’’
Kayra Tasmayı çekiştirerek yürüyüş yolunu takip etmeye başladı.
‘’Şimdi sırası değil Kayra.’’
Köpeğin aldırış ettiği yoktu. Akın tempoyu azaltmak için tasmanın ipine asılırken o ise tam tersi için çekiştiriyordu ipi. En sonunda yolda katlanmış suni çimlere takılıp yüz üstü kapaklandı Akın. Hızla doğrulup Kayra’yı yakalamak için peşinden koşmaya başladı. Ama kısa bir süre sonra gözden kaybetti. Saatine baktı. Bir iş görüşmesi ve bulması gereken bir köpek vardı ama çok az zamanı vardı. Kayra’yı gözden kaybedene kadar koştu. Nefes nefese kalmıştı. Kayra’nın başına kötü bir şey gelme ihtimali ve ablasına ne diyeceği endişeleri ile omuzları çökmüş bir şekilde geri eve yürüdü. Apartmanın merdivenlerine oturmuş, kulaklarını dikmiş bir şekilde ona bakıyordu Kayra.
‘’Gel buraya seni baş belası,’’ dedi ve hayvan şaşırtıcı bir şekilde söz dinledi. Tasmasını yakalayıp aceleyle merdivenleri çıktı. Bu sefer asansörü kullanarak dairesine çıktı. Aceleyle çantasını ve arabasının anahtarlarını alıp çıkmaya yeltendiğinden gözü tekrar tabloya ilişti. Yerinden söküp çöpe atmak üzere koltuğunun altına sıkıştırdı. Altındaki boyanın rengi ton farkı nedeni ile sırıtıyordu. Alınacaklar listesine yeni bir tablo -veya boya- ekledi.
Arabasını holdingin park ederken randevu saatine baktığında dört dakikası kaldığını gördü. Yetiştim. Koşarak merdivenlere yöneldi. Amma çok merdiven vardı. Güvenliği çabucak geçip danışmadan bir üst katta görüşmenin gerçekleşeceğini öğrendi. Asansörden daha pratik olacağına kanaat getirip merdivenleri ikişer ikişer çıktı. Danışmadaki kızın tarif ettiği bekleme salonuna ulaştığında nefes nefeseydi. Etrafta kimse yoktu. Sebilden su doldurup içti. Bir koltuğa geçip biri onunla iletişime geçene kadar soluklanmaya karar verdi. Oturur oturmaz bir topuk sesi duydu. Sesin sahibi de hemen sonra görüş alanına girdi. Güzel, esmer bir kadındı. Kıyafeti ile uyumsuz iğrenç çantası ben zevksiz biriyim diye bağırıyordu Akın’a. Kadın bir süre etrafı dikkatle inceledikten sonra Akın’ı gördü. Eyvah, yakalandım. Kadını incelerken yakalanmış olmanın verdiği utançla kıpkırmızı oldu Akın. Masadaki dergiler imdadına yetişti. Birini alıp okuyormuş gibi sayfalarını karıştırmaya başladı. Acaba o da mı aynı amaçla buradaydı. Mimari zevki çanta tercihleri gibiyse hiç şansı yoktu. Karşılarındaki ahşap kanatlı kapının açılması ile düşünceleri dağıldı. Tokalaştılar. Babacan bir adamdı. Kendisi Hulusi Kentmen’ e benzemese bile duruşu ve davranışları ile çizdiği portre benziyordu. Beraber içeri girdiler. Akın karşısında oturan iki kişiyi görünce hemen tanıdı. Şaşkınlık ve heyecan tüm bedenini ele geçirdi. İçinde bir his ona bu görüşmenin hayatında önemli bir dönüm noktası olacağını söylüyordu.
*
Akın bir yandan arabasına doğru yürürken bir yandan da az önce yaşadıklarını film gibi tekrar gözünde canlandırıyordu. Hiçbir anını unutmak istemiyordu. İnanılmaz bir projeye dahil olmuş, hiç düşünmeden evet demişti. Sırıtmasını engelleyemiyordu. Vay be! Bir korna sesi onu kendine getirdi. Sonrasında olanlar, oynatma hızı dörtte bir düşürülmüş video gibiydi Akın için. İlk gördüğü şey hızla kendine doğru gelen bir kamyondu. Kamyon şoförü kafasını eğmiş olduğundan Akın’ı görüyor olamazdı. İkinci bir motor sesi ile kafasını sağa doğru çevirdiğinde kendisine doğru hızla yaklaşan Mercedes A180’in direksiyonundaki kadını gördü. Gözleri korku ile büyümüştü kadının. Fakat bu kadın, demin ki…
Aysun arabasına binip kapısını kapattıktan sonra etrafta kimsenin olmadığına emin olup sevinç çığlıkları atmaya başladı. Piyango çıkmış gibi hissediyordu. Sonunda birileri onun farkına varmıştı. Hem de ne birileri! Arabasını çalıştırıp hareket ettiğinde Sevgi’ye uğramayı unutmuş olduğunu fark etti. ‘’Söz, en kısa zamanda bunu telafi edeceğim,’’ dedi kendi kendine. Geniş park alanının ortasına geldiğinde on metre kadar önünde sol tarafından bir adam görüş alanına girdi. Yaya geçidinde yürür gibi rahat ve de dikkatsizdi. Tam frene basım geçmesini beklemeyi düşünürken başka bir şey fark etti. Karşısından dosdoğru üzerine bir kamyon gelmekteydi adamın. Aysun Adam’ın az sonra gözünün önünde ezileceğini biliyordu. Kornaya bastı ama az sonra olacakları değiştirecek bir etki yaratamadı. Birden fren yerine gaza bastı, saniyenin belki de onda biri gibi bir sürede verilmiş bir karardı. Planı işe yaramazsa adamı kamyoncu değil Aysun ezmiş olacaktı. Aysun hızla yaklaşırken adam kafasını sağa ona doğru çevirdi. Hadi canım. Bu az önce gıcık olduğu berduştu.
Akın, çarpmanın etkisi ile kısa bir süre havada savruldu, acı sonradan geldi. Yere düşerken çok büyük başka bir çarpma sesi kulaklarında yankılandı. Dönüp baktığında az önce üzerine doğru gelen kamyon ile otomobilin çarpıştığını gördü. Sersem gibiydi. Yerde boylu boyunca yatıyordu. Ölmemişti. Ağır ağır hareket ederek, ayağa kalkmaya yeltendi. Önce oturma pozisyonunu aldı. Bir erkek ve bir kadın sesi duydu. Kadının sesi sinirliydi. Ne dediklerini anlamıyordu, kulağındaki uğultu tüm sesleri bastırıyordu. Görüş alanına bir çift topuklu ayakkabı girdi. Başını kaldırıp ayakkabıların sahibine baktı. Kadın gerçekten güzeldi. Ellerinden destek alarak doğrulacaktı ki bileğindeki kesiği gördü. Sonrasında her şey flulaşmaya başladı.
Uzakta birine seslendikten sonra kendisine dönerek ‘’neyin var?’’ dediğini duydu kadının. Cevap vermeye çalıştı ve bilinci kapandı.
Aysun birkaç saniye içinde hem bir yayaya çarpmış hem de bir kamyon tarafından savrulmuştu. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Emniyet kemerini çözüp arabasından indi. Çarptığı adam yerde doğrulmaya çalışıyordu. Çok şükür! Dönüp kendisine çarpan kamyona baktı, şoförü direksiyonda donup kalmıştı, hipnotize olmuş gibiydi. Aysun El kol hareketi yaparak adama seslendi. ’’Hey!’’
Kamyon şoförü gözlerini kırpıştırdı. Bir Aysun’a bir de yerdeki adama baktı. Kapısını açıp aşağı atladı.
Aysun koşarak çarptığı adamın yanına gitti. Yerde oturuyordu. Başını kaldırıp Aysun’un yüzüne baktı. Çıkık elmacık kemikleri ve büyük güzel gözleri vardı adamın. Yerden kalkmaya yeltenirken yeniden yığılıp kaldı. İsimsiz şoföre dönüp ‘’gel de yardım et!’’ diye bağırdıktan sonra eğilip yaralı adama neyi olduğunu sordu. Saçma bir soruydu, biliyordu ama o an bu çıkmıştı ağzından. Neyi olacak, arabanı üstüne sürüp çarptın adama. Kamyon şoförü, koşarak yanına gelmiş, ondan gelecek talimatları bekliyordu. Yaralı adam ağzında bir şeyler geveledikten sonra bayıldı.
‘’Ne dedi?’’
‘’Kar topu gibi bir şey dedi,’’ dedi şoför.
‘’Kan tutuyor… evet, evet… böyle dedi.’’
‘’Ne yapacağız?’’
Dönüp adamı süzdü Aysun. ’’Gömleğini çıkar.’’
‘’Ama…’’
‘’Hadi. Acele et.’’
Kamyon şoförü isteksizce gömleğini çıkarıp uzattı. Aysun gömleğin üzerine basıp tüm gücü ile kolunu çekiştirdi. Gömleğin kolunu üçüncü denemede söküp Akın’ın dirseğinin alt kısmına turnike yaptı. Aklına bir fikir gelmişti. ‘’Yardım et,’’ dedi Akın’ı ayaklarından tutup.
‘’Fakat…’’
‘’Hadi, acele et!’’
Kamyon şoförü emre uyarak Akın’ı koltuk altlarından tuttu, kaldırırken hiç zorlanmadı. O kadar rahat görünüyordu ki sanki pazar poşeti taşıyor gibiydi. Aysun’un yönlendirmesi ile Akın’ı taşımaya başladılar. Fakat Aysun’un kolları çok geçmeden yanmaya başladı. Az sonra, otoparkın yanından yola çıktıkları sırada daha fazla dayanamayacağını anlayıp Akın’ın bacaklarını yere bıraktı. Kaldırımdaydılar. Dizlerinin üstüne çöktü. Soluk soluğa kalmıştı. Elleri o kadar hissizleşmişti ki yumruk yapmaya çalıştığında tam olarak sıkamadı.
Kamyon şoförü ‘’bana bırak,’’ dedi. Akın’ı bir çocukmuşçasına kucağına aldı.
Aysun adama öfkeyle bakıp söylemek istediklerini yuttu. Madem o kadar güçlüsün, en başta bunu yapsaydın ya.
‘’Nereye?’’
Kendisini takip etmesini işaret ederek karşıdan karşıya geçti Aysun. Yürüme temposunu hızlandırmasına rağmen omzunun üzerinden geriye baktığında şoförün geride kalmadığını gördü. Güzel. Ve tabela nihayet karşısına çıkınca ‘’burası’’ deyip kapıyı açarak içeri girdi. Kamyon şoförü dışarıda şaşkın bir şekilde kalmıştı. Kucağında Akın’la kaldırımda dikilmiş dükkanınn camından şüpheyle ona bakıyordu.
Kapıyı açıp ‘’hadi, getir onu buraya,’’ dedi sabırsızca, sesi huysuzlaşmaya başlayarak. ‘’Sorularını sonra sorarsın.’’
Adam içini çekti ama söyleneni yaptı. Aysun içeriye göz gezdirdi. Kimsenin olmaması büyük bir şanstı. ‘’Sevgi!’’
‘’Geliyorum,’’ diye içeriden cevap geldi.
‘’Sevgi!’’
‘’Ne var?’’ diyerek içeriden geldi Sevgi. Aysun’u görmesi ile yaşadığı sevinç, kıvılcım gibi suratına yerleşmeden kayboldu, yerini endişeye bıraktı. Aysun’un arkasındaki, kucağında ölü mü baygın mı belli olmayan biriyle dikilen atletli adama bakakaldı. Bir buçuk metre boyunda elli kilo bir kadındı Sevgi. Üzerindeki kendisine bol gelen önlüğün kollarını kıvırmıştı.
‘’Nereye bırakayım?’’ diye sordu adam.
‘’O ölü mü?’’ diye sordu Sevgi. Beti benzi atmıştı.
‘’Hayır. Kan gördüğü için bayıldı…’’ dedi Aysun.
‘’Çok şükür,’’ derken derin bir oh çekti Sevgi.
‘’Sevgi yardımına ihtiyacımız var. Bileğindeki kesiğe müdahale etmen gerek.’’
‘’İndireyim mi buraya?’’ diye koltuğu göstererek sordu şoför.
Önce itiraz edecek gibi oldu Sevgi ama bir anlık kararsızlık tan sonra ‘’He, indir şuraya! Adama bak ya, mal indiren kamyoncu sanki?’’ diye tersledi şoförü. ‘’Şuraya yatırın ve uzak durun. Biriniz de kapıyı kilitleyip açık yazısını ters çevirsin,’’ dedi.
Aysun kapıyı kilitleyip açık tabelasını ters çevirdi. Döndüğünde kamyon şoförü ortalarda gözükmüyordu. Tuvalete gitmiştir herhalde diye düşündü. Koltuklardan birine oturup beklemeye başladı. Sevgi, Akın’ın yarasını açıp çalışmaya başladı. Beş dakika sonra gelip diğer koltuğa oturan şoför, ayağı ile bir tempo tuttururken bir yandan da öksürerek ve boğazını temizleyerek Aysun’un dikkatini çekmeye çalıştı. Kokudan içeride gizlice sigara içtiği anlaşılıyordu.
Kafasını çevirip ‘’ne?’’ diye sordu Aysun. Sesindeki huysuzluk şoförü bir an duraklattı.
‘’E hadi!’’
‘’Araçları öylece bıraktık kaza yerinde… Bir de bu adam ölürse…’’
‘’Çıkışta gider tutanak tutar, polisi çağırırız… Kimse de ölmeyecek.’’
‘’Ölmeyecek diyorsun. Yani yaşayacak. Yaşar değil mi?’’ derken paniklediği belli oluyordu sesinden.
‘’Senden fazla yaşar diye tahmin ediyorum.’’
‘’Hmmm,’’Şoför sesini kesip önüne döndü. Yeniden sessiz bekleyişleri başladı.
Çok geçmeden Sevgi doğrularak bir oh çekti. ‘’Kendine gelmeye başladı,’’ diye seslendi.
İkisi de koltuklardan fırlayıp yanlarına gittiler.
‘’Yarası nasıl?’’ diye sordu Aysun.
‘’Gayet iyi, dikiş nakışım iyidir,’’ dedi Sevgi neşeyle.
‘’Ne oldu bana?’’ diye sordu Akın. Tepesinde dikilmiş kendisine bakan tanımadığı üç insanı görünce panikleyerek kalkmaya çalıştı.
‘’Dur, dur, dur,’’ diye onu tutmaya çalıştı Sevgi. Aysun’un bir dirsek atmasıyla, şoför yapması gerekeni hemen anlayıp Akını mengene gibi elleriyle sabitledi.
‘’Sakin ol, bir kaza geçirdin ve şu an iyisin. İlk müdahaleyi yaptık. Biraz daha uzan, yavaş yavaş kalkarsın,’’ dedi Sevgi.
‘’Kaza mı?’’ diye sordu Akın. Birden karşısında kamyonu gördüğü o anı hatırladı.
Akın Sevgi’ye, Sevgi Aysun’a, Aysun’da şoföre baktı.
‘’Eee, şey oldu,’’ dedi şoför. ‘’Bayan sana…’’
‘’Bayan mı?’’ dedi Aysun sinirle.
‘’Gadın,’’ diye düzeltti şoför. ‘’…sana çarptı.’’
‘’Gadın?’’ diye sordu bu sefer Aysun.
‘’Evet gadın sana arabasıyla çarptı, ben de ona kamyonumla çarptım. Sen yaya olunca daha çok etkilendin tabi.’’
‘’Siz ne anlatıyorsunuz öyle. Lunaparkta çarpışan arabalara binmiş gibi,’’ dedi Sevgi duyduklarına inanamayarak.
‘’Şöyle oldu Sevgiciğim; bu adam arabamı otoparktan çıkarırken karşıma çıktı. Aklı beş karış yukarıda yürüyordu.’’
‘’Benden mi bahsediyorsun?’’ dedi Akın.
‘’Evet senden. Lütfen sözümü kesme. Evet beş karış yukarıda yürüyordu. Kamyonu fark etmeyerek önüne atladı. Ama kamyoncu arkadaş da cep telefonu ile meşgul olduğundan…
‘’Mesaj gelmişti.’’
‘’Neyse ne! …meşgul olduğundan onu fark etmedi. Önce kornaya bastım ikisini uyarmak için. Sonra baktım ki başka seçenek yok gaza basım. Kamyonun onu ezmesini engellemek için ona çarparak kamyonun önünden uzaklaştırdım ve arabamı pert ettim.’’ Dönüp sert sert kamyoncuya baktı.
‘’Hayatını kurtardın,’’ dedi şoför.
‘’Beni ezmeye çalıştığı için teşekkür mü borçlu oluyorum şimdi?’’ dedi Akın. Ama kamyon ile karşı karşıya geldiği o anı hatırlayarak cılız bir şekilde söylemişti bunu. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi donup kalmıştı o an. Birden gerçeği idrak etti, bu kadın gerçekten benim hayatımı kurtardı.
‘’Ezmeye mi çalıştım?’’ dedi Aysun öfkeyle. ‘’Ezmeye çalışsam şu an bunları çekiyor olmazdım. Kafası güzel ortalarda dolanan adam söylüyor bunu.’’
‘’Kafam güzel falan değildi.’’
‘’Tabii, değildir.’’
‘’En son geçen ay doğum günümde bir kadeh şarap içtim.’’
‘’Şimdi anlaşıldı,’’ dedi Aysun şaşırdığını gizleyerek.
‘’Ne anlaşıldı?’’
‘’Neden böyle olduğun tabii ki. Tipik akrep burcu özelliği bu, huysuzluk.’’
‘’Öldürmeye çalıştığın yetmedi. Sıra hakaretlere geldi.’’ Burçlardan hiç anlamazdı Akın. Ama bunu belli etmeye de gerek yoktu, bu tartışmayı bilgisizliği nedeni ile kaybedecek değildi. Başka bir şey, başka bir şey bul. Hah, tamam! ‘’Sizin bu burç tespitleriniz var bir de tabi. On iki çeşit burç varsa, on iki çeşit insan vardır değil mi? Bunun gezegeni, yükseleni, şusu busu olması gerekmiyor muydu?’’
Kamyoncuyu tutup uzaklaştırdı Sevgi. Uzaktan ikisinin didişmesini izlemeye başladılar.
‘’Var tabii, gezegenler, uydular, yıldızlar, meteorlar…’’
‘’Geç dalganı. Alkolik olduğumu ima ettin sen benim.’’
‘’İma etmedim, doğrudan söyledim. Sabahki haline bakan kimse farklı bir şey düşünmezdi.’’
‘’Ne varmış halimde.’’ Birden yaşadığı aksilikleri hatırladı. ‘’Benimki gibi bir ablan olsaydı sen de farklı görünmezdin.’’
‘’Ablan mı?’’
‘’Şehirden ayrılınca köpeğini bana emanet etti hanımefendi. Sabahım kahvaltı masasında değil, bir alman kurdu kovalayarak geçti.’’
‘’Benim de bir ablam var.’’
‘’Ve?’’
‘’Ve seninkinden aşağı kalmaz diye düşünüyorum.’’
‘’Hiç sanmam.’’
‘’Doğum günümde verdiği hediye,’’ diye çantasını gösterdi.
Akın midesi bulanmış gibi öğürdü.
Bu Aysun’a komik gelmişti. Bu adam eğlenceli olabiliyordu demek ki.
‘’Kitap zevkin ablana çekmiş o zaman. Genlerden kaçamıyor insan.’’
‘’Dedi yaralı yüz. Çantayı alana kitabı da veriyorlar.’’
Elini yüzüne götürerek, ‘’inanmayacaksın ama bu da Kayra’nın, yani köpeğin hediyesi.’’ Yerinden doğrulurken etrafa baktı Akın. ‘’Bir dakika. Burası da neresi böyle?’’
Üçü de ses çıkarmadı.
‘’Beni veterinere mi getirdin?’’
Aysun kaşlarını kaldırarak aklındakileri nasıl söyleyeceğini düşündü. Sevgi onların didişmesini izlerken büyük bir zevk alıyormuş gibi görünüyordu. Şoföre bile bulaşmıştı neşesi.
‘’Çekirdek var mı?’’ diye sordu Aysun.
‘’Tıpkı dedem ve ninem gibi didişiyorlar,’’ dedi şoför.
‘’Beni bir veterinere getirdin,’’ dedi Akın.
‘’Sıradan bir veteriner değil,’’ diye açıklamaya çalıştı Aysun.
‘’Gençlik aşılarımı da yaptırdınız mı ben uyurken?’’
‘’Sevgi veterinerlik okumadan önce iki yıl tıp okudu bir kere. Hem sen de bir memelisin kedi köpek gibi.’’ Bu adamın huysuzluğunun sınırı olmadığını düşündü Aysun.
‘’Özür dilerim, tabii ya, ben niye böyle düşünemedim acaba? Reçetem nerede peki?’’
‘’Amma abarttın.’’
Sarılı bileğine bakıp ‘’Mumya ve Frankenstein karışımı bir kolum olacak kesin.’’
‘’Teşekkür etmen gerekirken şu yaptığına bak.’’
‘’Teşekkür ederim!’’
‘’Sesini yükseltme bana!’’
‘’Aaa, özür dilerim. Çok kaba davrandım, acaba neden? Az önce yaşadığım travmadan ve bir baytar tarafından ilk yardım almamdan olabilir mi?’’
‘’Onu da mı ben yapsaydım? Zaten seni taşırken kollarım felç oldu.’’
Beni o mu taşıdı? Akın diyecek bir şey aradı ama bulamadı. ‘’Hem sabah ne işin vardı o görüşmede senin?’’
‘’Sana ne?’’
Kadının sinirliyken çok hoş göründüğünü düşündü Akın. ‘’Ne demek bana ne? Ben de ordaydım, ondan soruyorum. Onu da mı sormayayım?’’
‘’İş görüşmesi için oradaydım.’’
‘’Ben de.’’
‘’Kalfa da mı arıyorlarmış,’’ dedi Aysun. ‘’Bak bunu bilmiyordum.’’
‘’Bakıyorum da laf sokmadan duramıyorsun,’’ dedi Akın. Gülmemeye çalış. Hakkını vermek gerek, güzel espriydi ama gülmemeye çalış.
‘’Bir projeye dahil oldum,’’ dedi Aysun.
‘’Ben de.’’
‘’Mimar olarak’’
‘’Ben de.’’
‘’Sen de?’’ dedi Aysun şaşırmış taklidi yaparak.
‘’Yakıştıramadın mı?’’
‘’Yani.’’
‘’Peki madem öyle yüce Mimar Sinan, sen bana yaptığın bir işi söyle o zaman.’’
‘’ Gençlik merkezi, hani geçen yıl açılan. Bir de Karveka kütüphanesi,’’ dedi Aysun gururla.
Akın kadına hayranlıkla baktı. Kütüphaneyi biliyordu, mimarisi mest etmişti iki yıl önce gittiğinde. ‘’Şu an ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Bir imzanı alabilir miyim?’’
‘’Teşekkür ederim.’’ Aysun beklemediği bu iltifat karşısında kızardığını anlamasın diye düşünmeden aynı soruyu ona sordu. ‘’Ben de sana aynı soruyu sorabilir miyim?’’
‘’Ben mi? Ben ancak geçen yıl şansımı kırabildim. Bir tane gurur duyduğum iş var o da Halkalı kültür merkezi,’’ dedi Akın.
Etkilenme sırası Aysun’a gelmişti. Bu adam da iş var diye düşündü. Onunla bir kahve içip muhabbet etmek isterdi. ’’Görüşme nasıl geçti peki?’’
‘’Anlaştık. Ekibe dahil oldum.’’
‘’Sahi mi? Ben de.’’
‘’İş arkadaşı olduk diyebiliriz o zaman,’’ dedi Akın. Yaşasın!
‘’Evet. İçeriye girdiğin zaman sen de o şoku yaşadın mı?’’ dedi gülerek.
‘’Hem de nasıl. Bacaklarımı hissedemedim heyecandan.’’
İkisi de kahkahalarla gülüyordu.
‘’Çaya ne dersiniz? Çoktan demlenmiştir,’’ dedi Sevgi.
Üçü birden ‘’evet,’’ dediler.
‘’Sigara da içebilir miyim?’’ dedi şoför.
Üçü birden ‘’hayır,’’ dediler.
Dışarıda yağmur başladı. Akın cebinde titreşen telefonunu çıkarıp baktı, ablasından gelen bir mesaj vardı; her şeyin yolunda olduğunu yazmış ve Kayra ile nasıl gittiğini sormuştu. Bir de kamu spotu gibi nasihat eklemişti mesajın sonuna. Ablası olarak bu gidişle yalnız öleceğinden korktuğunu yazmıştı. Başını kaldırıp Aysun’a baktı. Belki de öyle olmazdı.