‘Evet haklısın bir anlamı yok… Tamam, bilerek ve isteyerek yaptım… Yapmamalıydım, kabul ediyorum… Daha ne kadar özür dileyeceğim… Bir kere daha özür diliyorum. Yeter ki sus… Onu demek istemedim… Seni susturmak için haklı olduğunu söylemek istemedim… Yeter ki sus derken bunu mu anladın?… Senin tarafından bakınca öyle dediğimi sanman normal, haklısın… Evet haklısın… Amacım konuyu kapatmak değil ki… Daha ne kadar anlatacağım aynı şeyi… Anlamak istemiyorsun evet… Hep haklı olmak istiyorsun… Ben de sana haklısın diyorum… Evet bence hep haklı olmak istiyorsun… Ama lütfen artık… Daha ne duymak istiyorsun… Tamam söyle sen, sana onu söyleyeceğim, gerçekten… Bak yine ya… Anlamıyorum… Evet sen de beni anlamıyorsun çünkü… Anlamaya çalışıyorum, sen anlamaya çalışıyor musun?… Boş versek ya bu konuyu?… Evet yapabilirsin. Bak ben susmak istiyorum. Sen de susmayı becerebilecek misin?… Hakaret etmiyorum… Gerçekten etmiyorum… Evet tamam hakaret ediyorum, sen de hak etme o zaman… Saygısızlığı bir tek ben yapıyorum öyle mi?… Ah ah, anlama ihtimalin yok senin… Zekana laf etmiyorum, sadece… Bak sözümü kesiyorsun. Ben seni dinliyorum… Dinlesem anlar mıyım? Daha ne yapayım acaba?… Saygı mı?… Hak et önce… Bitiriyorum, hoşça kal… Evet konuyu kapatmak istiyorum… Çok zekisin, evet sen konuşurken sağır olacağım, doğru… Biraz dursak mı?…’
Yorgunluğunun göz yaşıyla akıp gidebileceğine inansa çağlayan gibi ağlayabilirdi. Ama yapmadı. Daha önce onu zaten ağlarken kimse görmemişti, neredeyse kendisi bile. Çağlayandan aşağı kendini bırakmaya ramak kalmıştı, yine beceremedi, gözlerinin içine bakabildiği tek aynasını bulutlu ama mavi bir gökyüzünün altında balkonundan aşağı bıraktı.
‘Sustum, hoşça kal…’
Funda Sevencan
Mart 2024