FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

“Aynayı hem kendi içime tuttum hem de algıladığım her şeye” 

“Aynayı hem kendi içime tuttum hem de algıladığım her şeye” 

Türkiye’de son yıllarda kadın şairler erkek egemen sanat dünyasının kalıplarını yıkıp kendine sağlam bir yer ediniyorlar. Bunlardan biri de Dilek Değerli. Yıllarca şiir yazıp ancak kırk beş yaşına geldiğinde şiirlerini kitaplaştıran Değerli, kendi şiirlerinin yanı sıra dünya edebiyatından önemli şairlerin şiirlerinin de usta çevirmeni. Şiire koşut resim de yapan Değerli’nin dünya şiirinin usta isimlerini irdelediği inceleme kitapları da bulunuyor. 

Dilek Değerli ile şiir, resim ve sanat üzerine söyleştik. 

 

C.Ç-İnsan yazmaya çocukluğundan başlar, sen resim yaptığına göre buna biz, yazıp çizmeye de diyelim. Sende de böyle mi oldu? Nasıl başladı şiir ve resim yolculuğun?

D.D- Dört beş yaşlarında iken babamın bana bir kurşunkalemle küçük bir defter vermesiyle çizmeye başladım. Gazetede gördüğüm yüzleri yaptığımı anımsıyorum. İlkokuldan sonra kısa bir süre gerçekçi resimler yaptıktan sonra gerçeküstü resimler yapmaya başladım. Gerçeküstü hiçbir resim görmemiştim ama ağacın yaprakları yerine insan yüzleri yapıyordum, kırmızı bir tabuttan ağaç dalları çıkarıyordum. Ayrıca çizgilerle, dokularla değişik duyguları ifade eden yüzler yapıyordum. Ortaokul ve lise boyunca iyi bir resim öğretmenimiz vardı, resmin temel kurallarını öğrenmemi sağladı. Şiir yazmaya on iki yaşımda başladım. Adaletsizlik, ezilme ve haksızlıklara karşı tepkisel bir başkaldırı olarak yazmaya başladım sanırım.

 

C.Ç- Şiirde nasıl bir yol izledin, kimlerden etkilendin ve kendi şiir yolunu nasıl buldun?

D.D- Ortaokul ve lise boyunca Varlık dergisinde yayınlanan şiirleri özellikle de Talat Sait Halman’ın ikiliklerden oluşan şiirlerini severek okurdum. Üniversite yıllarımda ikinci yeni şairlerinin hemen hepsini okumuştum. Turgut Uyar’ın şiirini yakın buluyordum kendime. Dünya şiirinden Türkçeye çevrilmiş olanları da okudum. Lorca, Adonis, Octavio Paz’ın şiirlerini severek okurum hâlâ. Okuduğum şiirlerin şiirime katkısı olmuştur elbette ama başka şairlerden çok etkilenip yazdığım söylenemez. Resimle, sinemayla, felsefeyle, edebiyatın diğer dallarıyla da içli dışlı olmamın şiirime çok katkısı olduğunu düşünüyorum. İyi bir gözlemci oldum çocukluğumdan bu yana. Hayvanları, insanları gözlemlemeyi, oyun oynamaya yeğlerdim. Bu gözlemlerim, gerçeklikten yola çıkıp oluşturduğum imge ve metaforlarda bana yoldaşlık ediyor. Şiirimdeki düşsel atmosferlerde resimle birlikte rüyalarımın da etkisi çoktur.

 

C.Ç- İlk şiir kitabının 45 yaşında yayımlanğını söylemiştin. Bu kadar beklemenin nedeni neydi?

D.D- Ben yalnızca yazmakla ilgiliydim gençliğimde. Birilerine şiirimi sunup beğendirmek, yayınlatmak gibi bir derdim yoktu. Tanınmak, ünlü olmak, beğenilmek gibi isteklerim olmadığından kendime yazmayı yeğlemiştim. 34 yaşındayken bir ressam arkadaşın yoğun ısrarıyla 2-3 şiirimi Ercüment Uçarı’ya götürdük ve editörü olduğu dergide yayınlandı birkaçı. Dergileri takip ediyordum ve aldığım dergilerdeki şiirler artık bende hayal kırıklığı oluşturmaya başlamıştı. Belki de yayınlanan kötü şiirlere bir tepki olarak 45 yaşında ilk kitabımı yayınlatma girişiminde bulundum ve sonrasında dergilere şiir göndermeye başladım.

C.Ç- Yayımlanmış yedi şiir kitabın var, sonuncusu Üşüyen Göl. İmge yoğun, biraz da karamsar ama derin şiirler bunlar. İlk kitaptan son kitaba şiirinde değişme yaşadın mı?

 D.D-İmge yoğunluğu bütün kitaplarımda var. İlk kitaplarımdaki şiirler daha kısaydı, şimdi daha uzun şiirler yazmaya başladığımı fark ettim. Gençken yaşanan duyguların, tutkuların hayatın ilk basamaklarında olmaktan da kaynaklı daha taze daha canlı olduğunu ilk kitabımda görebiliyorum. Son kitabımda ise yaşanmışlıkların birikimiyle daha felsefi daha gözlemci bir bakış açısı görüyorum. Bütün kitaplarımda karamsarlıktan çok, gerçeklerin görünmeyen yanını okuyanın gözüne sokmaya çalışıyorum sanki. Ama her kötü koşuldan bir çıkış yolu olabileceğini de sezdirmeye çalışıyorum. Son kitaplarımda daha çok felsefe, sinema ve doğadan faydalanıyorum.

 

C.Ç- Şiir çevirisi de yaptın. Sanırım beş çeviri kitabı. Çevirdiğin şairlerin hepsi de kadın. Bu seçimi belirleyen ne oldu?

D.D- Çevirdiğim şairlerin kadın olmaları aslında bilinçli bir seçim değil. Ama kadın olup şiir yazmamdan kaynaklı bu şairlere ayrı bir yakınlık duydum sanırım.

C.Ç- “Çekirge Bellek” diye bir beyin fırtınası olarak değerlendirdiğin kitabın var bir de, bazıları birer düzyazı şiir olarak değerlendirilebilir, “gölge, su ve gidiş; yanılsamanın fotoğrafı…” gibi. Bunlar nasıl oluştu? 

D.D- Hiç tasarlamadan kendiliğinden bir beyin fırtınası halinde oluştu. Dört ya da beş yazış diliminde tamamladım Çekirge Bellek’i. Küçükken de birbiriyle tartışan iki kişi gibi içimden konuşurdum. Burada da iki kişi birbirlerinin söylediklerinden çağrışımla başka bir konuya atlayıveriyorlar. İki kişinin ikisi de benim elbette. Aslında çocukken beynimde yarattığım fırtına geçen yılların birikimiyle şiddetlenip kağıtta patladı. Bu kitap belleğimdeki çekirgenin bütün yaşantılarıma, gözlemlerime, entelektüel birikimlerime sıçrayarak yaptığı bir yolculuktur. Elbette bu birikimde şiirin de izleri bulunmaktadır. 

 

C.Ç- İnceleme kitapların da var, biri Baudelaire hakkında, “Bulutlar Prensi Baudelaire”, diğeri ise 2023 yılında yayımlanan “Şiirin Atardamarı ve İz Defteri”. İkincisinde şiir dışı değerlendirmeler de var. Şiir dışında da çalışmaların var mı?

D.D- Şiirin Atardamarları ve İz Defteri’ndeki İz Defteri adlı bölüm, Aksi Sanat dergisinde birkaç yıl süresince yayınlandı. Okuduğum kitaplar, rüyalarım, izlediğim filmler hakkında ve hayatla ilgili gözlemlerimi yazdığım defterlerim var. Bunlardan bazılarını İz Defteri’nde yayınladım. Bazen gerçeküstü denebilecek öykü, deneme, düzyazı şiirler yazıyorum. Dört yıl önce kısa bir roman da yazdım, henüz yayınlanmadı. 

C.Ç- Gerek Türkiye ve gerekse de Batı şiiri açısından şiir tarihine baktığımızda kendi şiirini nereye koyuyorsun? Peter Weiss’in Direnmenin Estetiği kitabında sanatta devrim dediği Dada hareketi ve sonrasında gelen sürrealizmin, Türkiye şiirinde İkinci Yeni’nin senin şiirinle bir yakınlığı olduğunu düşünüyor musun?

İnsanın kendi şiirine tarafsız bir gözle bakması çok zor. Sürrealizm yer yer bazı şiirlerimde görülüyor. İkinci Yeni’yle yakınlığı olan bir şiir yazdığımı düşünüyorum. 

 

C.Ç- Bazı şiirler yüksek sesle dışa okunmak için yazılırlar, bazıları da insanın içine tutuşan bir ayna gibir. Sen bu aynayı kendi içine mi tuttun?

D.D- Benim şiirlerim başkalarını kolayca etkileyen yüksek sesle okunacak şiirler değil. Ben şiirin içten okunması taraftarıyım. Ben aynayı hem kendi içime tuttum hem de gördüğüm, algıladığım her şeye. 

 

C.Ç- Şiirde denemeler de yapmışsın, örneğin Üşüyen Göl’deki “Suya Karışmak Kış Dilinde Bir Şiirle” adlı şiirinde o harfi kullanmadan yazdığını belirtmişsin. Bu deneme olduğu kadar şiirle oynamak da. Hangi düşünceden çıkarak yazdın bu şiiri?

D.D- Şair Dolunay Aker hazırladığı 29 şairin katıldığı bir şiir projesine katılmamı istedi. Her şair bir harfi kullanmadan şiirini yazdı. ‘O’ harfi kullanmadan yazmam istendi. Ben de o şiiri yazdım. ‘29’ adıyla kitaplaştırıldı bu şiirler. Denemelerin şiiri zenginleştirdiğini düşünüyorum. Kozadan Karadeliğe adlı kitabımda tiyatrodan esinle konuşmalardan oluşan bazı şiirler yazmıştım.

C.Ç- Şiirde ustalaşmak söz konusu mudur? 

D.D- Toplumda tanınmış bir şairse ona usta şair denmesi bence çok yüzeysel bir deyiştir. Şairin bir marangoz, tamirci, cerrah gibi deneyimleriyle şiirde ustalaşması beklenemez. Bilginin baskınlığı ve belli kuralların kabullenilişiyle yazmak durağan, çorak bir şiiri doğurma tehlikesini de getirir. Elbette her şair kendi şiirini daha ileriye, daha yeni bir düzeye getirmek için çalışır. Ustalaşmayı kabul edersek evrimi yadsımış oluruz. Şairin birisi, bir çocuğun imgelem gücüne erişebilirse çıraklıktan çıkmış diyebilirim.

 

C.Ç- Şiirlerinin yabancı dillere çevrildiğini de biliyorum. Hangi diller bunlar?  

D.D- Şiirlerim İngilizce, Romence, Çince, Yunanca ve Farsça’ya çevrildi. 

 

C.Ç- Evine geldiğimde o kısacık anda senin resim çalışmalarını da görmüştüm. Birkaç sergi çıkacak kadar resim. Resmin senin hayatındaki yeri ne? Şiirler kitaplaşabiliyor ama resimleri sosyal medyada paylaşmak dışında bir alanda yer alabildi mi? 

D.D- Resimlerin üçte birini görmüştün. Bir oda dolusu resim daha var. Çocukluğumdan bu yana sürekli resim yaparım. Resim yaşamın zorluklarından kaçtığım bir çeşit sığınaktır, adadır, huzurlu bir evdir benim için. Şiir beni yorduğunda da resim yaparım. Beni iyileştiren, rahatlatan bir terapi gibidir resim. İstanbul’da bazı karma sergilere katıldım ve iki kişisel sergi açtım. Bu sergilere katılmam da tanıdıkların, arkadaşların çabalarıyla oldu. Şiirde olduğu gibi sergi açmak, resmimi tanıtmak için pek girişimde bulunmadım.

 

C.Ç- Bir de senin resimlerin ve fotoğraflarına Muhsine Arda’nın yazdığı şiirlerden oluşan “İç İçe” adlı kitap var. Bu nasıl oluştu?  

D.D- Muhsine Arda resimlerimi ve fotoğraflarımı beğeniyordu. Etkilendiği resimlere ve fotoğraflara şiirler yazmaya başladı. Bir süre sonra bu kitap düşüncesini anlattı. Ben de zevkle katıldım bu düşüncesine.

C.Ç- Hepimizin hayatında derin travmalar var, senin hayatının da çok zor olduğunu biliyorum. Sanatın bu travmalarla başetmedeki rolü nedir?

D.D- Sanat sayesinde kendime başka bir dünya yarattığıma inanıyorum. Yazmak bazen beyindeki ve kalpteki yükleri boşaltmak için bir araç olabiliyor. Resim yaparken travmalardan tamamen uzaklaşıp renkler ve çizgilerle bir terapiye girmiş gibi oluyorum. Resim yapmak ve yazmak dışında film izlemek ve kitap okumanın da zorluklara karşı ayakta durmamı sağlayan araçlardan olduğunu söyleyebilirim.

C.Ç- Son sorum, dünyayı güzellik mi kurtaracak yoksa sanat mı? Dünyayı değil de insanı mı kurtaracak sanat? 

D.D- Dünyayı bugünkü haline getirdikten sonra ne güzelliğin ne de sanatın kurtarabileceğine inanıyorum. Sanatla uğraşan insanı sanat iyileştirebilir ama diğer insanlar tarafından dışlanmayı da getirebilir. Sanatla uğraşmayan ama sanat yapıtlarıyla ilgilenen insanların sayısının çoğalması gerekiyor. Çocukluktan itibaren okullarda sanat hakkında derslerin verilmesi gerekir ki sanatçıyla toplum arasındaki mesafe bu denli açılıp sanatçı ötekileştirilmesin. Söyleşi için çok teşekkür ediyorum sevgili Cemile.

 

C.Ç- Asıl ben teşekkür ederim, hem sorularımı yanıtladığın için, hem de bu denli güzel şiirler yazdığın, çevirdiğin ve resimler yaptığın için. İzninle bir de şiirini paylaşacağım.

Döngü

 

Sonsuz değil dilin soluğu bile

mağara duvarlarındaki boğa resimleri kadar

dehşetin kolları çok, elleri ahtapot

korku nöbette, iki direk arasında gerili telde

pıhtılar kurur yılların arasında

ama kimse bağışlamaz avcıssını

ne zaman ki ölümün üstüne yürüsem

bir yılkı atı çıkar içimden 

ev genişler.

 

Uzun koşuda düşerse bacaklarım

ellerimle koşacağım

parmaklarım da düştüğünde

bir perili ev taşınabilir yamacıma 

buz kesince akmayan su

bilir ki orası bir bekleme odası

kendine geçmek için.

 

Kış treni biçerek geçiyor

yas dikenlerini ve pişmanlık heykellerini

birbirine sarılıyor denizle gök

aşağı atlıyor raftaki cam filler

bense bir yel değirmenine sarılmış

döndükçe aya değeceğimi sanıyorum.

(Üşüyen Göl kitabından)



Dilek Değerli kimdir?

20 Mayıs 1961 yılında Konya’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi ve aynı üniversitede yüksek lisans yaptı. Bugüne kadar Salyangoz İzi (2006), Gece Kelebeği (2007), Yorgun Ruhlar Korosu (2012), Rüzgâr Kuyusu (2015), Kozadan Karadeliğe (2018), Zaman Kayması (Seçme Şiirler, 2018), Üşüyen Göl (2021) şiir kitapları ile, Çekirge Bellek adlı deneme kitabının yanı sıra Bulutlar Prensi Baudelaire (2007) ve Şiirin Atardamarı ve İz Defteri adlı inceleme kitapları bulunuyor. 

Çeviri şiir kitapları ise Anne Sexton-Kilitli Kapılar, Emily Dickinson- Gizli Cennet,  H.D- Aşk Yamacındaki Ateş, Amy Lowel- Yıldızların Aşkı ile  yine Emily Dickinson’un Tutku Denizi adıyla mektupları. 

Şiileri Çince, İngilizce, Romence, Yunanca ve Farsçaya çevrildi. 

Resimleri iki kişisel serginin yanı sıra çeşitli karma sergilerde yer aldı.

Picture of Cemile Çakır

Cemile Çakır

Tüm Yazıları