FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

BABAMIN GÜZEL KİTAPLARI VARDI

BABAMIN GÜZEL KİTAPLARI VARDI

“Kelimelerin gücüne hep inandım. Yazının, kurmacanın büyük zamanı içinde birbirine akrabalık etmiş, el vermiş, yazarların izini bulmak; okumaksa bildiğiniz adrenalin benim için. Edebiyatın kurduğu koşulsuz akrabalık ruhumu ısıtıyor, onları birbirine teyellemek, edebiyatın sadık terziliğini yapmaksa kanatlandırıyor. Bize bırakılan bu büyük hazinede kaybolup kaybolup bambaşka yollara yahut yine yeniden aynı yola çıkmak ne muazzam şey!”  Bu kez sizi yeni yayımlanan kitabımdan bir cümle ile selamlamak istedim. Merhabalar efendim. Yıllardır okuduğum, araştırdığım, üzerine düşündüğüm kitap ve yazarları büyük keyifle anlattım durdum farklı yerlerde. Bir gün bana ayrılan bu değerli köşede, kendi kitabım üzerine bir yazı yayımlanacağı aklımın ucuna gelmezdi. İlk kitap, mahcubiyetiyle beraber geliyormuş meğer. Bu nedenle de okuyan birinin anlatması çok daha kıymetlidir her zaman.                                                      

Şöyle bir şey oldu: Okuma seçkilerimizin benzer olduğu arkadaşım Aynullah Akça* kitabımı okuduktan sonra bir yazı kaleme almış, var olsun. “Nerede paylaşabiliriz?” sorusuyla bana iletti. Femtrak Dergi yaz tatili arasındaydı. Yazıyı sevgili editörümüz, Berin Uyar’a utana sıkıla yolladım. Tuhaftı çünkü. Berin Uyar, “Hülya ne kadar hoş olmuş, alalım hemen” dedi. Böylece Aynullah Akça yazısını sizlerle buluşturduk. Ben her ikisine de teşekkür ederek, sizi Aynullah anlatısıyla baş başa bırakıyorum.   

 “Babamın Güzel Kitapları Vardı” ve Hülya Duman Üzerine 

Sevgili Hülya Duman uzun zamandır dijital edebiyat dergilerinde yayımladığı, zaman zaman sosyal medyada da paylaştığı kitap sunumlarını, nihayet kitap haline getirmiş. Hülya bu sunum yazılarında yeni, şimdiye kadar pek denenmemiş, okuru içine çeken ayartıcı bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Dili harika. Son derece akıcı, kıvrak, keskin, açık, yerine göre ironik, yerine göre gözlerinizi nemlendirecek kadar duygusal…              

Denebilir ki, Hülya ele aldığı yazarın hayatına bütün duyu organları ile giriyor: Ülke geleneklerini, yetiştiği aile ortamını, eğitimini, aşklarını, hayal kırıklıklarını, kişisel travmalarını yaşadığı çağın ışığında kendine özgü yöntemlerle harmanlayarak ortaya zevkle okunan, şiirsel bir öykü koyuyor. Kurgu ise tamamen kendine özgü “Hülyavari”de diyebiliriz. İnsanın başını döndürür nitelikte.                                                                                            

Onun düz, kronolojik bir sırada anlatmayla işi olmaz. Hikâyeyi param parça edip sağa sola serpiştirir, tamamen bilinçli olarak. “Buraya sonra döneceğiz…”, Şimdilik burada bırakıyoruz…”, “Burayı aklınızda tutun…” gibi notlarla okuyucunun ilgisini, merakını son kerteye kadar büktükten sonra geri dönüp, parçaları teker teker toparlayarak hikâyeye bağlar. Adeta bir gerilim romanı okur gibi merakla okumaya devam edersiniz. İşte anlatımdaki bu kurgusu değişik ve bağlayıcıdır. Okuru kendi heyecanına, duygularına, aldığı hazza ortak eder. Bu da okumayı son derece keyifli hale getirir. Bir de buna yüksek dozda ironi, okuyucuyu sıkça ters köşeye yatırma muzipliğini de eklemeliyim.                                                                                                                  

“Kitap size bir şey yapmalı; ya konuşmalı ya okşamalı ya sakinleştirmeli ya silkelemeli ya zihin açmalı ya başka birileriyle tanıştırmalı ya düşündürmeli ya gülümsetmeli; ama illa bir şey yapmalı! Üzerinden yıllar geçse, kitabın ayrıntısını unutsan da sende bir duygu bırakmalı, hatırladığında o duygu gelip kavramalı.” Tam da söylediği gibi bir etki bırakır okurda ve daha kitap bitmeden kendinizi önerdiği kitaplardan siparişler verirken bulursunuz.

Hülya’nın yazılarını kitap haline getireceğini duyunca çok heyecanlanmıştım. Ve nihayet kitap elimde! Daha önce dergilerde yayımlanan sunumlarının bazılarını eklemelerle yeniden düzenlemiş, bazılarına ise kitabında yer vermemiş. Bunun yerine daha önce yayımlamadığı birçok yeni yazıya yer vermiş.                                                                                                                    

Kitabı bir solukta okudum. Kitabın ön söz yazısı Mevlüt Asar’a ait. Kitap, “Babama her şey için…” cümlesiyle başlıyor. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin adeta markası haline gelen, zaman içinde değeri daha da anlaşılan, Köy Enstitüsü çıkışlı babasına ithaf etmiş kitabını. Baba, okumayı çok sevmektedir. Kitaplığı yerli ve yabancı yazarların değerli eserlerinin yan yana dizildiği güzel kitaplarla doludur. Daha beş yaşındayken kızına da okumayı öğretir. Ona yaşına uygun kitaplar seçer, okutur, ödevler verir. Böylece Hülya’nın mesleki deyimiyle “okuma virüsü” nü kızına da aşılar. Bir süre sonra Hülya artık kitaplarını kendisi seçer. Kitap okumak Hülya’nın ikinci hayatı olur, elinden kitap düşmez. Fakat bir gün babasının, o güzel kitaplarını parçalayıp, sobaya doldurduğunu dehşetle görür, kitap dolu raflar yerini yıllarca geçmeyecek bir hüzne bırakır. Küser baba, kızının bütün ısrarlarına rağmen bir daha kitaplara el sürmez. Neden olduğunu merak ederiz. Hülya nedenini direk anlatmıyor, ama dolaylı anlatışından askeri darbe döneminde kitaplara, kitap okuyanlara yönelik travmatik muameleyi içine sindiremediğini anlıyoruz.

Kitabın ilk bölümündeki denemesinde Hülya edebiyatla uğraşanların adeta kâbusu olan ve hiçbir zaman yanıtını tam ve doyurucu bir şekilde veremedikleri, “Neden yazıyorum ve nasıl yazıyorum” sorularının peşine düşüyor. Murathan Mungan’ın “Yazıhane” kitabından ve daha birçok kaynağa başvurarak bu soruların yanıtını, Elias Canetti, J.P. Sartre, Dostoyevski, M. Duras, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Sait Faik gibi pek çok yerli ve yabancı yazarlarda arıyor. Konuyla ilgili kendi görüşlerini yorumlarını okurla paylaşıyor. Dikkatle okunmasını öneririm.

Ve mektuplar, mektuplar… Hülya bir mektup aşığıdır. Mektup yazma sanatı üzerindeki düşünceleri de ayrıca ilgiye değer: “Mektup, diğer yazı türlerinden farklıdır. Bağımsızdır, anlayışı geniştir, kalıp ve kural tanımaz, sınırsızdır. Doğal ve içtendir. Mektup avuntudur. Hem size dokunur hem de yazarına duyurur sesini. Kişiliğimizin aynasıdır; inancımızı, görüş ve duruşumuzu, biriktirdiklerimizi, öfkemizi, sevgimizi kısaca duygularımızı yansıtır. İki kişi arasındaki iletişimin belki de en üst düzeyidir. Gücünü, enerjisini ayrılıktan alır, ayrılıkla beslenir, dışa vurumu da yazı ile olur.” diyor ve edebiyat tarihine geçmiş ünlü yazarlarımız ile onların sevgililerine, yakınlarına yazdığı mektuplara geniş yer ayırıyor. Nazım Hikmet-Piraye, Sabahattin Ali-Ayşe Sıtkı, Kafka-Milena, Azra Erhat- Halikarnas Balıkçısı, Ahmet Arif- Leyla Erbil arasında gidip gelen aşk, sevgi, hasret yüklü mektupları, örnekler de vererek büyük bir sevgi, incelik ve duyarlılıkla ele alıyor. İkinci Yeni’nin en sevdiği şairi olduğunu söylediği, Edip Cansever ile Alev Ebüzziya arasındaki mektuplaşmaya ise, özel bir bölüm ayırıyor. Ölümünden kırk yıl sonra yayımlanan mektupları, kitapçı vitrininde görünce adeta şairin kendisini görmüş gibi bakınız nasıl heyecanlanıyor.                                                                                     

“İki satır İki Satırdır ismiyle yayımlanan kitabı görünce nefesim kesildi. Öyle ya Cansever’imindi. Derhal buluştum. Önce kapağa baktım uzun uzun, bir tuhaflık, bir acemilik, bir heyecan geldi üstüme, elim titredi sayfayı çeviremedim, durdum, nefesimi kontrol etmeye, sakinleşmeye çalıştım, oturdum satır aralarına kulak verdim. Hiç aceleye getiremezdim, kalbim durayazdı; okudum ahlarla, usul usul…” 

Hülya Duman’ın kitabında ilk defa yer verdiği bazı yazarlar ve eserleri yanında daha önce paylaştığı, benim de çok sevdiğim iki önemli sunumunu da buraya aktarmış. Aktarırken farklı kaynaklara başvurmuş olması da ayrıca dikkate değer. İlki çok etkilendiği Japon yazar, Yukio Mishima’nın trajik hayatını ve eserlerini anlattığı, “Bir İntihar, Bir Yazar: Bir Gelenek, Bir Ülke Yukio Mishima.” Diğeri ise,“Bastiani Kalesinin Askerleriyiz: Tatar Çölü/ Dino Buzzati.” Yalnızca bu iki yazı için bile Hülya’nın kitabı okunmaya değerdir.

Nevin Koçoğlu arka kapak yazısında Hülya’nın anlatımı için şunları yazmış: “Hülya Duman bir kitabı sadece okumaz, içine sızar; kitabın kahramanı ile güler, ama en çok da onunla ağlar. Örneğin, Tatar Çölü… Kuş uçmaz, kervan geçmez Bastiani Kalesi’ne atanan subay, Giovanni Drago’nun yalnızlığı Hülya’nın da yalnızlığıdır. Sarnıçtan şıp şıp diye damlayan ve Drago’yu uyutmayan su, aslında Hülya’nın da kalbine damlamaktadır. Anlatırken ağladığını bilirim çünkü. O, kitapla öyle bir bütünleşir ki Bastiani Kalesi’nde askere ihtiyaç var deseler, Hülya’yı çantasını hazırlarken görebilirsiniz. Onu okuyun ve yazdığı her bir kitapla nasıl hemhâl olduğunu gözlerinizle görün…” 

İyi okumalar!

* Aynullah Akça. 1952 yılının Kasım ayında zamanlar Kars’a bağlı Tuzluca ilçesinde doğdu. İlkokulu doğduğu kasabada okudu. Ortaokula Ankara’da devam etti. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da o zamanki adıyla “Karl Marks Yüksek Ekonomi” okulunda ekonomi okudu. Daha sonra lisansüstü öğrenim gördü. Öğretim görevlisi ve araştırmacı olarak çalıştı. 1989 yılında İsveç’e geçti. Halen yaşamını İsveç’te sürdürmektedir. Aynullah Akça’nın yayımlanmış beş romanı vardır.


Picture of Aynullah Akça

Aynullah Akça

Tüm Yazıları