Akşam oldu.
Oturmuşum köşesine yalnızlığımın
geceyi tenha sevmişim
göğe uzandı başım,
yıldızları seyredişim,
samanyoluna sarılışım,
hepsi böyle başladı.
Perdeyi örtmedim. Öyle ki evin camlarının bir kısmına perde bile takmadım; yalnız da olsam kapatmadım ay ışığının geceye gülümseyen suretini. Kokusu odayı saran bir portakal soydum, dilimleyip başucuma koydum, onun da yanı başına kırmızıya boyanmış bir kadeh, zeytin ağacından yapılmış mumluğun içine de yeşil elma kokulu mumları dizdim, yaktım ve öylece bakıp kaldım ay ışığına. Düşündüm. Bu gece susmuş bütün kadınları düşündüm ama en çok da konuşanları, çünkü konuşunca başlıyordu asıl çığlık, konuşunca susuyordu büyük çoğunluk.
Yıllar boyunca, kadın tenini ve ruhunu inciten, parçalayan haberleri okudum ve yazılar yazdım. Sonra öyle çoğaldı ki bu haberler, yetişemedim takip etmeye. Acısını notalara döktüğüm, çığlığını şarkılarla dile getirdiğim, bu acılar, toplumsal hafızadan hızla siliniyordu. Bir yalancı gibi kalıyordum insanların karşısında. Akıl sağlığımı sorguluyor, şüphelere düşüyordum ama biliyordum; gözümle görüp kalbimle hissetmiştim olanları, nasıl unutabilirdim. Ve bitmiyordu. Bitmesini istemeyenler çoktu. Onlar çoğaldıkça kadınların sesi de çoğalıyordu. Adım adım, sokak sokak, dalga dalga… her yerde; “Sizden korkmuyoruz!” diye bağırıyorlardı. Korkmuyoruz! Sizden korkmuyoruz.
Her şeyin bir sebebi varsa bu karanlığın sebebi ne? Oğullarını; “göster p…” diye yetiştirenler, onları pışpışlayıp, kızlarını dövenler, kızı hizmetkar, oğlanı “prens” veya “kral” gibi büyütenler, sizin hiç suçunuz yok mu? Kadın erkek fark etmeden sürü bireyleri toplum bireyi olmadıkça bu hikâye sürecek gibi gözüküyor. Bunu yüzyıllar boyunca başardılar. Kadına biçilen görevleri (anne, abla, eş, kardeş, vs) kutsallaştırıp, onun özgür ve bağımsız düşünmesini, kutsal aile kafesine sokarak engellediler. Çocukken baba evinde, büyünce koca evinde.
Ataerkil düzende, onun kurallarıyla yaşamaya mahkûm edilen kadınlar, şikâyete hakkı olmayan “yazgısına” terk edilmiş insanlardır. Uzağa bakmayın hangi kadınlar diye. Çünkü bu kadınlar her yerde; annemiz, komşumuz, öğretmenimiz, bakkaldaki tezgahtar, tekstil fabrikasındaki işçi ve daha kimler kimler.
Artık hepimiz biliyoruz ki bu tarihsel ve sınıfsal bir sorun. Erkeklerin kurduğu ve sürdürdüğü yasalar kadını şekillendirerek, ekonomik ve sosyolojik bağlamda aşağı çekmiş, eşitsizlikten ve birçok insani haktan men etmiş. Ve yine biliyoruz ki bu nedenle düşünce suçluları tecavüzcülerden daha çok ceza alıyor, yasalar neredeyse taciz/tecavüz edenleri aklıyor. Sonra, her gün manşet manşet haberler, bugün paylaşılıp yarın unutuluyor.
Kadınlar dünyayı yönetseydi bunlar olmazdı diyorlar. Peki ya erkin sorunları? Erkeklerin bu sistemde nasıl boğulduklarını, sevgilerini gösteremediklerini, âşık olmadıkları kadınlarla bir ömür aynı yastığa ve yatağa baş koyduklarını, ölmüş babalarının hayaletleriyle yaşadıklarını. Bunları da sorgulamak gerekmiyor mu? Kurtuluş yok ki tek başına!
Bu düşünceler beynimde dolanıp dururken odayı portakal kokusu sardı, ay ışığı da tam karşımda. Bilir misiniz? Portakallar nezaketi, sadakati ve cömertliği yansıtırmış. Hatta batı tarihinde mutluluğu ve bolluğu da temsil edermiş. Tıpkı kadınlar gibi… Evet! Yine “kadınlar” diyorum; o görmezden geldiğiniz, sağır kaldığınız, hayatı “bölüştüğünüz” kadınlar; bir kere dokununca sahibi (!) olduğunuz, sevgisini mülk edindiğiniz kadınlar; iş başvurusu yaptığında baştan ayağa süzdüğünüz, sokakta gözlerinizle taciz ettiğiniz, iki çift laf etse hemen aşık olduğunuz, aşkın da içini boşalttığınız ve bu sebepten her gün öldürdüğünüz kadınlar.
Gecem varıyor sabaha, ay güneşe teslim ediyor kalbini, bir hicaz melodi çalıyor, portakal dilimlerinin kokusu karışıyor kadınların suretine; dünyanın dört bir yanında, her saat başı öldürülen altı kadının, kadınların sureti.
Çiçekler açıyor dünyanın bir yerinde, yapraklar düşüyor yere dünyanın öte köşesinde, gelip geçiyor hayatlar, susuyor bütün kuşlar, mevsimler değişiyor, bugün sadece kadınlar konuşuyor. Seslerini duyuyorum. Siz de duyun. Kulaklarınızı tıkamayın, örtbas etmeyin, gizleyip, saklamayın… kadınlar konuşuyor, yüreğinizi açın, siz de konuşun, anlatın bu bitmek bilmeyen vahşeti, yüzünüzü çevirmeyin, Güneş’ i sevin ama Ay’ın o muhteşem varlığını unutmayın.