FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

BELGESELDEN KURMACAYA-PELİN ESMER

BELGESELDEN KURMACAYA-PELİN ESMER

Sinemaya belgeselle adım atan Pelin Esmer, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirir. Çeşitli yönetmenlerle çalışır. Sinema filmlerinde, belgesellerde ve reklâm filmlerinde yönetmen yardımcılığı yapar. İlk belgeseli Koleksiyoncu’da (2002) amcası Mithat Esmer’in koleksiyonunu anlatır. İkinci belgeseli Oyun (2005) uzun metrajlıdır.

Oyun’u izlediğimde, sinemadan anlatılamaz bir coşku ile çıkmıştım ve gelecek için umutlanmama neden olmuştu film. Toroslar’da bir köyde yaşayan kadınların, kendilerini aşarak ve değişime uğrayarak ortaya çıkardıkları tiyatro oyununun sahneye konuş sürecini belgeliyordu film. Oyun belgeseldi ama kuru ve asık yüzlü hiç değildi. İçten, sahici, yenilikçi ve yaratıcı olan film, Pelin Esmer’in deyimiyle “Kurmaca gibi bir belgesel”. Film; Behiye, Cennet, Fatma K., Fatma F., Nesime, Saniye, Ümmü, Ümmüye ve Zeynep; yaşamın acılarına tiyatro ile direnen dokuz yürekli kadının hüzünlü, aynı zamanda da eğlenceli öyküsü.

Bir gazetede çıkan “Toros’un Afifeleri” adlı haberi okuyan Pelin Esmer, Mersin’e bağlı Arslanköy’e giderek tiyatro yapan bu kadınlarla tanışır. İki-üç gün köyde kalır. Onlarla kurduğu sıcak ilişki sonucu onları belgeselin çekimi için razı eder. Üç hafta sonra yeni oyunlarının hazırlıklarına başlayacaklardır. Pelin Esmer de İstanbul’a gider, sponsor bulmaya çalışır ve üç kişilik ekibi ile tekrar Arslanköy’e döner. İlk geldiği gece kadınlar ona bir şalvar dikerler ve çekimler boyunca bu şalvarı üzerinden çıkarmayan Esmer, böylelikle aralarındaki mesafeyi ortadan kaldırmış olur. Kurduğu yakın ve sıcak ilişkilerle, onlardan pek de farkı olmadığını hissettirir. Sonuçta hepsi kadındır ve sorunları, acıları, duyguları benzerdir.

Dokuz kadın kendi çabalarıyla, gazetedeki habere konu olan bir tiyatro oyunu sahneye koymuşlardır. Kan davasını anlatan bu oyun pek içlerine sinmez. Bu kez kendi hayat öykülerinden yola çıkarak yeni bir oyun sahnelemek isterler. Kadınlar öykülerini lise müdürü Hüseyin Arslanköylü’ye anlatırlar, Hüseyin Bey de bunlardan yararlanarak bir oyun yazar. Hepsinin katılımı ile de oyuna son hali verilir ve köylerinde sahnelenir. Pelin Esmer’in filmi de “Kadının Feryadı!” isimli bu oyunun yaratım ve sahnelenme sürecini anlatır. Bu arada kadınların günlük yaşantıları, acıları, sevinçleri, aralarındaki çekişmeler ve oyunun sahnelenişi sırasında yaşadıkları değişim de anlatılır.

Kimi evde, kimi hem evde hem de tarlada, kimi kocası ile inşaatlarda çalışır. İşlerini bitirip, provalar için doğru okulun yolunu tutarlar. Bu yorucu süreç onlar için eğlenceli, bir o kadar da yararlıdır. Yaşama istekle bağlı olan kadınlar, tarlada dokuz saat çalışıp ardından eve dönerken kamyonun arkasında göbek atabiliyorlar. Yönetmenle aralarında güvenli bir ilişki kurulduğu için kamera yokmuşçasına oynayabiliyor, acılarını, sevinçlerini, aşklarını açık edebiliyorlar.

Onlara oyun yazma ve sahneleme sürecinde yardımcı olan lise müdürü ilgili ve örnek bir tavır sergiler. Oralı olan müdürün tavrı, kadınlar arasındaki ilişkiler, mücadeleler ve yaşadıkları değişim filmi sosyolojik açıdan önemli kılıyor. Köylü kadınların kendi yaşamlarını anlatırken veya gündelik yaşamları sırasında oluşan ironik mizah filmi eğlendirici yaparken, zor yaşam öyküleri ise filmin duygusal yanını oluşturuyor.

Pelin Esmer, beş buçuk hafta köyde kalır ve tam 94 saatlik görüntü kaydeder. Daha sonra iki yıl kurgu ile uğraşan yönetmen, elindeki görüntülerle, 70 dakikalık dramatik yapısı sağlam bir film yapar. Gerçek yaşamdan çektiği sahneler ile, sahneledikleri oyundan çektiği sahneleri, yani oyun içindeki oyunu akıllıca ve başarılı bir biçimde kurgulayarak, filmini kurmaca ama bir o kadar da sahici kılar, filmi bitirdikten sonra ilk gösterimini 8 Mart 2005 de yani Dünya Kadınlar Günü’nde Arslanköy’de yapar. Oyun daha sonra pek çok festivalde gösterilir. Trieste Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü’nü alır. Pırıl pırıl görüntüleri, kurgusunun hareketliliği, Mazlum Çimen’in filme denk düşen müziği ile izlediğimiz pek çok kurmaca filmden daha keyifli, daha bizden bir film. Özellikle kadınlar bu filmi mutlaka izlemeli.

11’e 10 Kala (2009) ise yönetmenin ilk uzun metraj kurmaca filmidir. Koleksiyoncu’da anlattığı amcasının hikâyesini bu kez kurmaca öğeler katarak anlatır. Koleksiyon tutkunu Mithat Bey’in evi gazete yığınları, kitaplar, kasetler, ilginç objeler, oyuncaklar ile bir labirenti andırır. Mithat Bey İstanbul’un seslerini de kaydeder kasetlere. Mithat Bey’in komşuları, depreme karşı dayanıksız olduğu belirlenen evi yıkıp yenisini yapmak istemektedirler. Ama Mithat Bey’in bunca birikmiş eşyası yüzünden taşınması olanaksızdır ama asıl neden ait olduğu mekândan ayrılmak istememesidir. Haklı olarak değişime direnç vardır Mithat Bey’de. Onu yıldırmak isteyen komşular, evi “çöp ev” olduğu savıyla belediyeye şikâyet ederler. Bu arada her gün koleksiyonu için topladığı şeyler vardır, onları yaptırmak için kapıcı Ali ile anlaşır. Çünkü evine bir şey yapacakları korkusu ile evden çıkmak istemez. Ali köyden gelmiştir ve onun için oturduğu evin bir anlamı yoktur, Mithat Bey sayesinde yeni çevreler tanır ve hayatına yeni bir yön verir. Tüm komşuları taşınır ve Mithat Bey apartmanda yapayalnız kalır. Ama bu bir yerde onun tercihidir. Evi onun hafıza mekanıdır. Oradan ayrılırsa topladığı onca birikmiş onun için çok kıymetli nesneleri ile huzuru kaçacaktır.

Mithat Bey için biriktirdiği nesneler değerlidir başka insanların gözünde ise bunlar çöptür. Bu değerler çatışmasını vurgulayan; ilginç konusu ve doğal anlatımı ile yaşamın doğal ritmini yakalayan özgün bir filmdir 11’e 10 Kala.

2012 yılında çektiği Gözetleme Kulesi’nde ensest bir ilişki sonucu hamile kalmış Seher ile orman gözetleme kulesi bekçisi Nihat rastlantı sonucu karşılaşırlar. Nihat doğup terkedilen bebeğe sahip çıkar. Seher ne kadar istemese de çocuğu sahiplenmek zorunda kalır. Bu drama mekânın harika görüntüleri eşlik eder. Gözetleme Kulesi, yolculuk, otobüs, isimler metaforik göndermelerle dolu. Örneğin erkek karakterimizin kaldığı kulenin adı ‘Dipsiz Göl’. Nihat sessiz bir karakter, buraya gelme nedeni bir şeylerden kaçmak istemesi midir? Yaşadığı bir travma olduğunu öğreniyoruz daha sonra. İki karakterimiz de travmalarını dile getirdikten sonra iyileşmeye başlayacaklar mıdır? Klasik melodram kodlarını ters-yüz eder yönetmen. Yol ile başlayan filmde yol ve yolculuk sürekli vurgulanır. Her iki karakterimiz filmde içlerine de bir yolculuk gerçekleştirirler.

Pelin Esmer’in filmografisinde ilk sıraya yerleştirdiğim İşe Yarar Bir Şey 2017’de gösterime girdi. Belgeselleri ile yurt içi ve yurt dışında pek çok festivalde ödüller alan yönetmen 11’e 10 Kala ve Gözetleme Kulesi ile de kurmacadaki başarısını kanıtlamıştı, bu filmi ile bu başarıyı taçlandırıyor. Filmi izleyeli yıllar geçmiş olmasına rağmen; tren penceresinden akıp giden gölgeli görüntüleri, Yavuz’un (Yiğit Özşener) penceresinin tül perdesinin arkasından ulaşamadığı yaşamların görüntüsü hala gözümün önünde dans ediyor. Yavuz ve Leyla’nın şiirsel diyalogları, fonda Leyla’nın şiir yazan sesi ise kulaklarımı okşuyor. Film biter ışıklar yanar o andan sonra pek çok film, yanan ışıklarla birlikte hiçbir iz bırakmadan uçar gider. Ama bazı filmler sizi üstünde düşünmeye zorlar, görüntüleri belleğimizde kalır. Uzun yıllar geçse bile o izler sizinle yaşar. İşte benim için İşe Yarar Bir Şey böyle bir film. Sinema salonundan çıktığımdan beri adeta Leyla ve Yavuz beni takip ediyor.

Leyla (Başak Köklükaya)  ve Canan’ın (Öykü Karayel) yolları bir tren yolculuğunda kesişir. Canan genç Leyla ise şairin dediği gibi yolun yarısını biraz geçmiş bir kadın. Yaşamları ve kültür seviyeleri farklıdır. Canan’ın sıkıntılı hali Leyla’nın gözlemci ruhunu harekete geçirir, kızın da zaten açılmaya hazır ruh hali etkileşimi arttırır. Hemşire Canan, İzmir’e yapmak ya da yapmamak arasında kararsız olduğu bir işi için gitmektedir. Leyla ise yirmi beş yıldır görmediği lise arkadaşlarıyla buluşacaktır. Canan’ın yaşadığı gelgitler, Leyla’nın üstüne vazife olmasa da belki merakından ona eşlik etmesi ve bir adamın hareketsiz yaşamına son verme niyeti bu üçünü Yavuz’un denize ve insanların sürekli hareket halinde olduğu bir meydana bakan evinde buluşturuyor. Boyundan aşağısı tutmayan Yavuz işlemsiz hayatını sonlandırmak istemektedir ve bunun için doktor olan yakın arkadaşından yardım ister. Bu arkadaşının yönlendirmesiyle Canan bu zor görevi yerine getirmek niyeti ile gelmiştir İzmir’e. Ama Yavuz ve Leyla öyle bir sohbete dalarlar ki Canan neler olduğunu anlamakta zorlanır. Yönetmen filmin sonunu açık etmez. Yavuz’a ne olmuştur? Bunu seyircinin muhayyilesine bırakır. Rüzgârda salınan tül perdenin arkasından Yavuz’un iki kadına bakmasını istedim.

Filmin dokusu insanı usulca içine alıyor ve seyirciyi Leyla’nın merakı ile alıp götürüyor. Tren yolculuğu yapmış herkese eski yolculuklarını yaşatıyor hatta özlettiriyor. Ben de İstanbul’a trenle gittiğim yemekli vagonda kitabımı okuyup biramı yudumladığım yolculuklarımı anımsadım. Gece boyunca süren tren yolculuğu sırasındaki çekimler olağanüstü güzel ve gizemli. Mekanları çok iyi kullanan Pelin Esmer treni de ve Yavuz’un evini de çok iyi kullanmış. Yemekli vagondaki iki kadının, kahramanlarımızla zoraki sohbeti ise çok şey anlatıyor.

Filmin imge kullanımı da derinlikli; istasyonların duvarlarına veya vagonlarına karga motifi çizen grafitici genç, Yavuz’un camındaki dost karga, sıkça kullanılan aynalar ve çellist komşu. Aslında karga çoğunlukla ölümü simgeler yoksa Yavuz öldü mü? Film ölümü ve yaşamı sorgulasa da ironik anlatımıyla seyirciyi zaman zaman da gülümsetiyor.

İşe Yarar Bir Şey, hayran bırakan görüntü yönetimi (Gökhan Tiryaki), başarılı oyunculukları, şiire ve edebiyata göndermeler yapan senaryosu ile (Pelin Esmer- Barış Bıçakçı) –klişe olacak ama- şiir gibi bir film.

2019’da Kraliçe Lear’ı çeker Pelin Esmer. Pandemi öncesi salonda izlediğim son filmdi. Arslanköy’lü kadınlar ve yönetmenle birlikte Yılmaz Güney Sahnesi’nde izlemiştim. Filmin gösterimi sonrası Arslanköy’lü kadınlar ölen arkadaşlarının anısına bir de ufak skeç sunmuşlardı.  Pelin Esmer bu kez tiyatro topluluğunun turnelerini filme almış.  Beş kadın Shakespeare’in Kral Lear oyununu ücra dağ köylerinde sahnelemeyi planlarlar.  Her gittikleri köyde utanan hatta oyunu izlemeye gelmeye bile utanan kadınlara ilk zamanlar kendilerinin de böyle düşündüklerini anlatmaktan usanmazlar. Minibüste yolculukları sırasında pek çok konuda düşüncelerine tanıklık ederiz. Tiyatro dışında yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini de izleriz.

Oyun filmini izlediğimde heyecanlanıp umutlanmıştım, bu bir avuç kadın umutlarımı büyüttü tekrar. Bu kadar yıldır bu işi sürdürmeleri, aldıkları ödüller, dünyanın pek çok yerine festivallere gitmeleri ve yüzlerce kadına örnek olmaları umutlanmam için yeterli değil mi?

 

 

Picture of Neşe Ürel

Neşe Ürel

Tüm Yazıları