12 Eylül’de, Tütün Deposu’nda açılan ve 11 Kasım’a kadar sürecek olan ‘Geçmiş Bugündür” temasıyla sürdürülen serginin ana çatısını, ‘Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzesi’ belge ve kayıtlarının dijital alandan fiziksel alana taşıdığı koleksiyonlar ile arşiv malzemesinden parçalar ve içerikler oluşturuyor. Bu çalışmanın tamamını, https://bellekmuzesi.org/ adresinden takip edebilirsiniz.
Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi,12 Eylül 1980 Darbesi sürecinde işlenmiş insanlığa karşı suçların kaydını tutuyor ve hak ihlallerini görünür kılıyor.
Müze, 42 yıldır devam eden adalet mücadelesi ve geçmişle yüzleşme pratiklerine Sözlü Tarih, Dava Dosyaları ve Bellek Nesneleri koleksiyonlarıyla dijital bir bellek mekanı sunuyor.
1960-1991 arası döneme odaklanılan ve 12 Eylül’den doğrudan etkilenmiş öznelerin kolektif katkılarıyla kurgulanan sergi, daimi koleksiyonlar ile etkileşim içinde kolektif veya bireysel olarak üretilmiş sanat eserleri; yazar, gazeteci ve araştırmacıların çalışmalarını da biraraya getiriyor.
“Geçmiş Bugündür” sergisinin konseptini ve küratöryel çerçevesini Aylin Tekiner, Eylem Delikanlı ve Sevim Sancaktar; sergi tasarımını Karşılaşmalar’dan Sevim Sancaktar üstleniyor. Serginin yürütücülüğünü Research Institute on Turkey ile Demokrasi ve Bellek Araştırmaları Derneği yapıyor.
….
Sergiden…
ILGIN Erarslan Yanmaz’ın anısı:
77-83 arası hafızamda bir boşluk, çocukluğa denk gelen bir tekinsizlik, bir olasılık denklemi. Dönüp dolaşıp kapılara çıkan bir labirent.
79 yılında anneannem sokak kapısını açıp içeriye birkaç sakallı genç erkek aldı. Kapıya bakan yemek masasında ders çalışıyordum. Gizlendikleri masanın altında nefes alış verişlerini duyuyordum. Apartman boşluğunda koşturan insanların ayakkabıları takır tukur ses çıkarıyordu.
82 sonbaharında ise annem, bu defa başka bir evde, açık sokak kapısının dışında, erkeklerin arasında sıkışmış duruyordu; annemin şimdiki benden genç yüzü hayal meyal ama sanırım telaşlıydı. Apartmanın içinde bir uğultu vardı ben ise yine kapıya bakan yemek masasında ders çalışmaya devam ediyordum.
Vedasını da hatırlamıyorum, annemi götürdüklerinde ardından, büyük çelik sokak kapısını kimin kapattığını da. İlerleyen günler neler konuşulduğunu, bana neler anlatıldığını da. Sonraki ilk anım göz hizamda tel bir örgünün ardında duran, yünlü kahverengi kumaştan elbisenin içinde duran yusyuvarlak deniz topuna, annemin karnına, değdirmeye çalıştığım parmaklarım. Annemin ördüğü ve gönderdiği yün şapkam ve atkı da kahverengiydi. Yumuşaktı. Üst komşumuz karı koca, ikisi de hafızdı, kadının sesi yumuşacık, yüzü de memeleri de yusyuvarlaktı.
O yıl beşinci sınıfta tahtada sözlü sırasında ‘kal’ gelince öğretmen ‘’Ilgın’ın annesi iş için yurtdışında, o da çok özlüyor’ demişti. O dönem Avrupa’ya tatile giden bazı sınıf arkadaşlarımın aileleri Haribo ve hindistan cevizi getirirdi; öğretmenimiz ise hepsini özenle bölüştürür ve dağıtırdı. Benim annem ise sıcak olduğunu düşündüğüm uzak bir yerdeydi, tembihlenen şehir ya da ülke neresiydi hatırlamıyorum. Ama orada yünlü giymesi de, atkı örüp göndermesi de çok muhtemel değildi. Zaten babam da, söylediklerine göre, Antalya’daki iş gezisinden içi müflon kırmızı çizme getirmişti. Aynı çizmeleri yıllar sonra önce Prag’da sonra Moskova’da gördüm, sokak kapısının arkasında duran çocukların ayaklarında…
Cezaevine anneme yolladığım vesikalık fotoğraf ve arkasına yazdığım not – kişisel arşivimden
Sergiden fotoğraflar