Nisan çok güzel bir aydır sarhoş eder insanı.
Nisan ayının sağı solu belli olmaz, bitap düşürür insanı.
Kimi aşka, sevdaya düşer, kimi depresyona. Kiminin nedensiz, kiminin nedenli dertleri depreşir. (Hoş, günümüzde, bu ülkede ekonomik nedenlerle her ayımız dertli. Bunu bir kenara koyup Nisan güzellemesine devam edelim.) Doğanın uyanışı doruktadır. Yerlerde, ağaçların dallarında tüm çiçekler açıldıkça, açılır, meyveye durur. Latince aperire (açmak) sözcüğünden alır adını. Farsça (nisan) Süryanice (nisana) hatta Sümer dilinde (nisag) ilk meyve, turfanda, taze mahsul olarak anlamlanır. Yağan yağmurlar sadece bu ayda, ayın adı ile anılır, deyim olur. Bereketi ve şifasıyla bilinen ‘Nisan Yağmuru’ için şarkılar yazılır, şiirler söylenir. Çok güzel bir aydır Nisan, bir öyledir, bir böyledir. Hemencecik geçiveren bir otuz gündür. Her gün şaşırtır, sevindirir, sevdirir kendini. Beş duyuya hitap eder. Gözler, kulaklar çoşan tabiatın güzellikleriyle bayram eder. Kuşlar şakır, cıvıldaşır. Kuzular, oğlaklar, civcivler, kedicikler… tüm minikler okşanır. Güzel kokular insanı mest eder. Hele Nisan sonunda İstanbul’da Boğaziçi’nin iki yakasını saran erguvanların rengi ve kokusu… şaka gibidir. Zaten bu güzelim ay şakayla başlamaz mı?
Şimdilerde erguvanlar yine böyle mi çoşar İstanbul’da pek bilemiyorum?
Yıllarca uzak düştüm. Geçen yıl İstanbul’da geçirdiğim bir haftayı,
Femtrak’ın 27. sayısında sizlerle paylaşmıştım. Dostlarla bir arada ve sanat
buluşmaları çok verimli geçmiş, ancak Nisan gibi yaşamamıştım.
Yer gök griydi, gökyüzü yoğun bulutlarla kaplıydı. Nisan yağmuruna denk
geldim de, diyemiyorum. Kuraktı, gıpgriydi, her yer hep şehirdi. Nerede o
bazen çisil çisil yağan, bazen bardaktan boşanırcasına yağıp, bizi tören
alanlarında sırılsıklam ıslatan bereketli ‘Nisan yağmuru’!
Anılara, anılardan eski defterlere gidince, şiir hevesimin en çok Nisan’da depreştiğini fark ettim. Ne çok şiirimsi şeyler yazmışım geçmiş Nisan aylarında, 1985-1993 yılları arasında, en çok da İstanbul’da. İlk defa gün ışığına çıkıyorlar, kıymetini bilin ya da Nisan şakası deyip geçiverin. 😉 Bu karalamalar Nisan ayının, insanın ruh halini nasıl etkilediğine bir örnek. Ya da benim ruh halime. Çünkü -bazen ayrılık kaçınılmaz da olsa- ben her bahar aşık olurum.
gelen bahara pencereden bir bak
alt bahçedeki kedi gibi güneşe gerinip yatmak
erguvanlar misali tomurcuklar açmak
ve başka bir şey yapmamak mümkün bugün
bu şerbet kokulu doğa, bu ılık hava
keyifli bir tembellik veriyor insana
‘85 Nisan / BAHAR
bir şehr-i İstanbul ki hayal-i cihan değer
zümrüt olup çağladığım şu cânım Boğaziçi’nde
Zümrüt-ü Anka misali martı kuşları geçer…
bir şehr-i İstanbul ki her mevsimi ayrı güzel
bu Nisan şafağında yağan yağmur altında
yanık yanık öter Aşiyan’da bülbüller…
‘87 Nisan / İSTANBUL
yine sular yükseliyor bak!
kaç, ayakların ıslanacak
sığın karanın güvenli derinliklerine
ya da derin denizlere yelken aç!
şimdi en kötüsüdür bu…
…kıyıda durmak.
‘87 Nisan / KIYI
gökyüzünde beyaz pamuk bulutlar uçuran rûzigar
yeryüzüne indiğinde, gülümün dalı kırıldı
‘ 89 Nisan / RÛZIGAR
i ş t e b u a n
— don yemiş baharların dallarda kavrulduğu
beslenmeyen pınarların yatağında kuruduğu
güneşsiz günlerin verdiği o bıkkınlık
hep yağan yağmurlarda hiç bitmeyen susuzluk
baş ağrısı, mide sancısı, kabuk bağlamış yürek —
a ş k ı n a l a c a k a r a n l ı k k u ş a ğ ı
‘ 91 Nisan / AYRILIK I
aşk, güvercinlere verilen ekmek gibi ufalanarak
katık ediliyor zamana, oysa
ona kattıklarımızdır aşk!
‘ 91 Nisan / AYRILIK II
nasıl direndim değişmemek için
hani o savurduğun zaman parçalarını
tek tek toplamaya çalıştım
hani o parçalandığın güzel anları
tek tek yapıştırmaya çalıştım
bir bütünmüşçesine duruyorlar öylece
üst üste yapıştırdığım ve
yarattığım bu değerli Çin vazosuna baktım
baktım, bir daha baktım…
… hepsini arkamda bıraktım
‘91 Nisan / AYRILIK III
tornadan yeni çıkmış talaş kokulu tahta oyuncaklarım
tavan arasında jet seslerinde yaşadığım korkularım
Kumkapı Kadırga arası kaybolduğum yollarım
o dayanılmaz güzel çocukluğum
tiner kokulu boyalı parmaklarım, daktilo tuşlarım
beyaz kağıtlarım, cızırtılı plaklarım,
ilkbahar dallarında, bitmeyen özlemlerde
benim güzel gençliğim
benim göçebe ruhum
diş fırçanı ve kalemini almayı unutma!
‘92 Nisan / YOLCULUK
uyku öncesi kendini yazdıran şiir, neredesin?
yol yorgunuyum yakalayamadım seni
ne yazık ki!
‘92 Nisan / ESİN / Gümüşlük
bir sorumlusu olmalı bütün bunların
böyle geniş maviliğin, geniş içten gülümsemelerin
durup dururken şarkılar söylemenin, şiirler döşemenin
dağlardan kıvrıla kıvrıla inen yollara alıp başını alıp gitmelerin
deniz kıyısının, karayel kokusunun, zeytinyağın sarısının
balığın buğulamasının, radikanın, turp otunun, Şeytan Sofrası’nın
bitmeyen iştahaların, sarmaş dolaş uyuyup uyanmaların
bayram yerinde çocuk gülüşmeleri kadar keyifli
kenetlenmesi ellerin ve gözbebeklerin…
daha ne olsun, her saniye suç unsuru
sorumlusu bu güzel havalar olmalı.
‘93 Nisan / DURUP DURURKEN / Ayvalık
Erden’e …