FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ

BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ

BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ


Nicedir bekliyordum onu. Rengarenk ve mis gibi çiçek  kokularıyla bekliyordum. Toprağa bereket saçan ikindi yağmurlarıyla, ıslanmışlık duygusuyla, saçımı ipek gibi yumuşacık eden sağanağıyla bekliyordum.

Kış günlerinin üvey anne gibi içimi ürperten ayazının gözümü seğirten tenhalığı nihayet bitti. Kış güneşinin o güvenilmez sıcaklığına sırtımı dönebilirim artık. Çok mu ihanet kokan bir cümle oldu böyle söyleyince? Sadece, kış günlerini, çocukken bahçeden tavukları kışkışlar gibi geride bırakalım istiyorum bir süre. Ağaçlar çiçek açsın, hatta o çiçekler gelsin gönül bahçelerimize kurulsun, bülbüller şakısın, güller kızıla boyansın aşktan, istiyorum.
Sokaklarda yürümeyelim, bir keklik havasında sekelim, istiyorum.
Yağmur bulutları gölgem sıra beni takipte. Gök gürlese, bulutların kilidi açılsa, ahmak ıslatan yağmuruna tutulsam, “ben ahmak değilim, sensin” desem, yağmur peşim sıra koşsa, sırılsıklam etse beni, ben de cezamı çeksem! Didem Madak çıksa o tanıdık sokaktan! Dese ki;

“Şimdi fotoğraf çekilsek gözlerimiz
bulutlu çıkar. Baharın en hırpani
kadrosu arkamızda; Uçurtmalar, kediler ve aşk.
Şimdi her fotoğrafta defolu bir kelebek
uçar. Şimdi her fotoğraf bizi dışlar,
Nisan’sız ve insansız bir sabah. Ne yapsa,
anlamaz insanın dilinden yağmur.” (1)

İşte tenimde yağmur kokusuyla sokaktayım. Sıra sıra dizilmiş çiçekçilerin önünden koşar adım geçerken, nergis kokusuyla, papatyalarla, bin bir çeşit renk ve konularla dolu bir çiçekçinin önünde pat diye duruyorum. Sadece doğanın böyle güzel sunumu değil yolumu kesen. Oğuz Atay’ın sesinin Turgut’ta can bulması: “Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıkları ile ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. ” (2)

Çiçekçiye takılıyor gözlerim. Siyah saçlarını sarıya boyatmış yapay sarışın, yirmilerindeki genç kız ağzında sakızla bu güzel çiçekler arasında kötücül bir masal kahramanı gibi sırıtıyor müşterilerine. Hızla uzaklaşıyorum oradan. Atay’ı kızdırmak en son isteyeceğim şey bugün.

Çiçek kokularından sarhoş bir halde alıp başımı ” mutluluk” ülkesine uçuyorum sihirli halımın üzerinde. Hyde Park gibi yemyeşil bir alana dümen kırıp yavaşça iniyorum yere. Doğal göletlerde kuğular bembeyaz süzülürken, yeşil başlı gövel ördekler bir türkünün içinden çıkıp gagalarını suya daldırıp daldırıp karınlarını doyuruyorlar. O an türkü kağıt bir gemi gibi ıslanıp suya gömülüyor. Bu ülkede insanlar seslerini yükseltmeden konuşuyorlar ki şaşırıyorum ülkemin sevgili insanları! Yere tüküren kimseyi de görmedim buralarda. Herkes güler yüzlü. Şık giyimli – belli bir refah seviyesi herkesin yüzüne, kıyafetine, zerafetine yansımış. Duyduğuma göre herkes eşitmiş burada. Üstelik kadın cinayeti, sübyancılık, sahtekarlık, zorbalık gibi kötülüklerde yokmuş! Kadınlara toplum baskısı, aile kuşatması, kızların okula gönderilmemesi, aile içi ve dahi dışı şiddet sözlüklerinde bile yokmuş bu ütopik ülkenin. Dahası, insanlar birbirini tanımasa bile selamlaşırlarmış yüz yüze geldiklerinde. “Ben” değil ” biz” öznesi daha çok kullanılırmış politik söylemlerde. Oysa biz, ” ne çok öldük yaşamak için” (3)

Şimdi ölümü unutalım isterim. Çünkü, bahar sevda mevsimidir; sevgilinin dudaklarıdır şaire göre.

“Bir rüya gördüm;
Saçlarım bir kuyuya merdiven
Ben bir mezranın
Sürüsüz çobanı…

Bir kaval sesi
Uykumu bölen,
Yanaklarım gonca bir gülün bahar yağmuru…

Saçlarım ıslak
Ağır bir nem kokusu havada
Ürperiyor tenim…

Düşümde sen,
Saçlarımda zil sesleri,
Kuyuda yüzünün o solmayan baharı…

Bir rüyanın
çobanıydım, anladım;
İçimde el değmemiş karanfiller,
Kokla, tenimdir soluduğun her çiçek!”
(4)

Yüzümü denize döndüm, saçımı uçuruyor rüzgâr. Yanaklarımda hıdrellez ateşleri yanıyor. Güneş ateş topu gibi sımsıcak sarılıyor tenime. Elimdeki deftere imbat kokusunun getirdiği kelimeleri diziyorum;

“Ey alev, dedi. Ruhumu kül edecek kadar güçlüsün. Sevgimi sürgün edecek kadar korsun. Güvenimi, merhametimi, şefkatimi darmadağın edecek kadar dağsın.

Ey rüzgâr, diye seslendi ıtır ıtır esen yele. Savur kederimi, acımı dağlama. Seninle estir yanan ruhumun alevini, beni yalnız koyma çöl fırtınasında.

Ey gece, dedi sonra. Uyut beni derin karanlığında. Rüyalarla dinlendir ruhumu. Kabuslara teslim etme aklımı. Gönendir beni parıldayan yıldızlarınla. Yakamozlara yol ver ayın şavkında. Şarkılar söyle ninni niyetine, dizlerinde uyut beni, ilhamınla şiirlere sal ruhumu.”

Ayaklarımı suya sokup baharın somut varlığını bedenimde hissetmek istiyorum. Suyla hemhal oluyor ruhum. Ne de olsa hepimiz birer zerrecik değil miyiz o su birikintisinde!

Cemre havaya, suya ve de toprağa düşeli çok oldu. Ama henüz hüznünü atamadık yaşadığımız onca acının, kederin.

” Anısı biz olalım bu sokakların
ve hiç durmadan yağmur yağsın
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın yine
Gidersek birlikte gideriz
Yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen”
(5)

Gidiyorum. Bahar tutuyor elimden, geliyor musun?

Ayşe Dikici / 17 mart 2025


(1) Didem Madak/ Pulbiber Mahallesi
(2) Oğuz Atay/ Tutunamayanlar
(3) Onat Kutlar/ Unutulmuş Kent
(4) Ayşe Dikici/ Kırlangıç Mevsiminde Aşk
(5) Ahmet Telli/ Belki Yine Gelirim

Picture of Ayşe Dikici

Ayşe Dikici

Tüm Yazıları