“İstediğim gibi ol, ciğerimi ye!”
Bundan beş sene kadar önceydi. İstanbul’da Gaziosmanpaşa Sokak Kültür Merkezi’nde “Herhalde Festival” kapsamındaki etkinliklerin o akşamki konukları, iki kadın şairdi.
Konuklardan ilki olan Nur Saka, “Anne de olabilir insan hayatta, âşık da” diyerek kendi dizelerini seslendiriyordu.
“çocuğu içinden atarsan anne olursun”
içinde bir yabancıyı barındırırsan âşık
ben seni aşk ile aşk için doğurdum
bir yabancıyı barındırır gibi içinde
attım içimden seni
başıma gelen en tatlı şeydin, en
güzel şeydin
ete dönüşmesi gibi bir şeydin içimde
zamanın
anne de olabilir insan hayatta, âşık da…”
Ardından ikinci konuk,” Serçe Telaşı” içindeki Aylin Özer, şiirini seslendirdi:
“Birden uçtu ve gitti.
meğer göç kuşuymuş.
çıkmadım bir daha hiç bir kuşun yoluna.
ama bir serçe telaşını hep taşıdım ruhumda…”
Bu güzel şiirleri, kadının hayata bakışını, en şairane şekilde ve altını çizerek anlatan dizeleri okuyan kadın şairleri, dinleyici topluluğu dikkatle dinledi, sonra da hararetle alkışladı. Aslında her günün 8 Mart olması dileğinin kabul edildiği bir gündü sanki, o yaz akşamı. Kadının yaşama bakışı, yaşantısı, duygusu, sevgisi, sevgilisi, anneyse evlatları, sadece seçme ve seçilme hakkının verilmiş olmasıyla sınırlı kalmaması gereken özgürlük tutkusu ve mücadelesi anlatılıyordu. Şiir aralarındaki sohbetlerde kadın cinayetleri, kadının üzerindeki baskı, kadının en asi hali dile getirildi. Kadına toplum tarafından verilen rol eleştirildi, bu rolün reddedilmesi gerektiği vurgulandı.
Şair kadınlardan biri, “Sizin şiirleriniz varsa, biz de dinlemek isteriz.” dedi, kendilerini izlemeye gelen topluluğa… Birkaç kadın sahneye geldi, amatörce yazılmış ama ruhlarındaki kadına dair olan her şeyi samimi bir şekilde dile getiren şiirlerini okudu… Beğenildiler, alkışlandılar.
Bu arada geceye katılan seyirciler arasında bulunan ve ilçede siyasi çalışmalarıyla da tanınan bir adam, ısrarla el kaldırıyordu. “Bir şiir yazdım karıma… Onu okumak istiyorum.” diyordu. Karısı yanında değildi, etkinliğe yalnız gelmişti. Şairler, dile getirdikleri duyguların bir benzerinin bu kez bir erkek tarafından dizelere dökülmüş olacağını umarak erkek şair aday adayına söz verdiler.
Adam mikrofonu eline aldı… Mealen, “Benim saçlarını süpürge yapıp bize bakan karım…” diye başladı şiirine. “Çok seviyorum ben seni, bana kaç çocuk doğurdun sen?” diye vurgulamalarda bulundu. Yetmedi, devam etti; “Ben çalışırken, sen de bizim çamaşırlarımızı yıkadın!” deyip şükranlarını sundu. Şair kadınlar birbirine baktı. Şiirdeki tersliği kavrayan kadın seyirciler şaştı kaldı. Adamın siyasi kişiliğinin etkisinde olanlar, dinledikleri şeyin kadına olan sevgi ve saygının dile getirildiği bir şey olduğunu sandıklarından, iki kadın şairin neyi anlatmak istediklerini anlayamadıklarını ortaya koymuş oldular. Adam nihayet şiirini, karısı için yapabileceği en büyük fedakârlığı ifşa ederek tamamladı: “Çocuklarımın anası gerekirse ben senin için ölürüm! ” Bu son satırdan sonra, içinden muhakkak, “Muhtemelen hoşuna gitmeyen bir şey yapacak olursa da öldürürsün.” diyenler oldu. Ben dedim mesela…
Aslında…
Sevgili Berin Uyar, bana “Bir erkek yazar olarak Femtrak’ta yazmak ister misin?” diye sorduğunda, heyecanla, “Çok onore edici bir teklif, yazabilirim.” cevabını verdim. Ama aklıma ilk gelen şey de yukarıda anlattığım olay oldu. Bir erkek olarak söyleyeyim, hiçbir erkeğin, doğumundan bugününe kadar geçen yaşamı boyunca, kadınlara karşı hatasız bir bakışa ve davranışa sahip olduğunu sanmıyorum! “Sütten çıkmış ak kaşık” diyebileceğimiz bir erkeğin, hiç olmazsa bu coğrafya üzerinde var olduğunu düşünemiyorum. Ben de sütten çıkmış ak kaşık değilim elbette. Hatalarla dolu yılların ardından önce kadınları anladığımı sandığım yılları yaşadım. Bu yıllarda, kafamdaki işbölümüne uygun yaşayan kadınlara saygı duymaya başladım. Toplum hepimize bir görev vermişti, onu yapacaktık. Çalışan kadına saygım sonsuzdu, hele işten sonra evine gelip ev işlerini yapanlara! Ben ayaklarımı uzatıp, gazeteme göz gezdirirken… Kadın anne olabilirdi ama evlendikten sonra âşık olmamalıydı, hele anne olduktan sonra hiç… Eşine, sevgilisine karşı hep serçe telaşı içinde yüreği tir tir titremeliydi. Kadın da sonuçta, “kadına yakışır” bir tavır içinde olmalıydı! Bana göre kadına yakışan tavır, muasır medeniyetler seviyesinde olduğumuza göre, hiç olmazsa resmi işyerlerinde başının mutlaka açık olmasıydı. Öyle türbanı falan kabul edemezdim. Dindar bir erkek için ise saçının bir telini göstermek günahtı, ayıptı, buna izin verilemezdi. Biz güya farklı düşüncelerden iki erkek, kadının saçı hakkında, ona hiç sormadan karar veriyorduk ve bu özelliğimiz aslında bizi aynı yapıyordu!
Kadınları rahat bırakın
Efendilere söylüyorum! Daha doğrusu kendini efendi sananlara… Memleketi yöneten en tepedeki efendilerden, kızı, kız kardeşi, karısı, sevgilisi, komşu kızı hakkında karar verme yetkisine sahip olduğunu sanan en alttaki efendilere kadar… Hepinize, kendim de dâhil hepimize söylüyorum. Kadını artık rahat bırakın. Size hizmet ettiği müddetçe elini öpeceğiniz, sizden uzaklaşırsa kahredip öldürmeye varana dek her türlü baskıyı üzerinde uygulayacağınız, saçını gösterene bir kısmınızın, göstermeyene diğer kısmınızın kızabilme hakkını kendinizde göreceğiniz, varlıklarını size borçlu olan canlılar değil onlar… Onlar özgürlüklerine düşkün, onlar saçını gösterdiği için katledilen Mahsa Akimi nedeniyle baskıcı İran rejimini altüst eden, tencere kapak çalarak iktidarları düşüren insanlar…
Bilinçli, sağduyulu ve duyarlı…
Hem birey olmayı biliyorlar, hem de bir araya gelerek mücadele etmeyi…