FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

“BİR ÇIĞLIKTIR…”*

“BİR ÇIĞLIKTIR…”*

Bir çığlık atmış olduğumuzu düşünelim… Ne olmuş olmalı ki, ne yaşamış olmalıyız ki, çığlık atmamıza sebep olsun? Mesela ne olursa içimizdeki çığlık istemsiz hesapsız dışarı çıkar? Ne olursa acımızı taşıyamaz oluruz? Nedir kırmızı çizgimiz? Ne olursa “sonuna kadar bu davanın takipçisi olacağım” deriz? Ne olmuş olmalı ki… Akıp gider bu soru.

Twitter’da bir tag vardı: #BirÇığlıktırNarinÇocuk

O çığlık bizim çığlığımız olmadıkça Narin(ler) kurtarılamayacak, korunamayacak, bulunamayacak, olay aydınlatılamayacak, suçlular bulunup yargı önüne çıkarılıp ceza alamayacak olduğunu düşünenler çoğunlukta sanırım. 

Narin(ler) yaşayabilsin, hayatta kalabilsin, yaşamlarını güvenli ortamlarda sürdürebilsin, korkmadan sokakta oynayabilsin. Bedenleri de ruhları da yaralanmadan büyüyebilsin, okuyabilsin, travmaları olmadan sevsin, âşık olsun, sevişebilsin; hayatını yaşayabilsin. Bir kadın bu ülkede (yani erkek egemen yapının hâkim olduğu, patriarkal, feodal artık ne dersek, böyle bir sistemde) korkusuzca sevsin, sevilsin, sevişsin, sevgisi bittiğinde korkusuzca ayrılabilsin, kendi kanatlarıyla uçabilsin, en ufak bir şiddet gördüğünde devlet tarafından korumaya alınsın. Kadınlar ve çocuklar, genellikle en ağır acıyı ne yazık ki kendilerini en güvende hissettikleri alanlarda yaşıyorlar. Esas şiddeti orada görüyorlar. Narin Güran’ın evinde öldürüldüğü kesinleşmiş. Sıla bebek evinde ve komşu evde cinsel istismara ve şiddete uğradı. Şu satırları yazarken hayatını kaybettiğini öğreniyorum. İki yaşındaki bir bebeği korumayan aile gibi gözükebilir ama ardında koruyamayan koca bir sistem de var. Birkaç gün önce iki genç kadın öldürüldü, biri vahşice üstelik, akıl almayacak bir şekilde. Toplumdaki çürüme, bozulma ya da artık ne dersek iyiye gitmiyor ve bunu bu cinayetleri işleyen, şiddetleri gösteren insanların cinnet geçirmelerine, psikolojilerinin bozuk olduğuna yoramayız. 

Bu şiddet sarmalı öyle bir genişliyor ki… Artarak gidiyor. Çocuk istismarı altmış altı binin üzerinde ama mahkemede on dört binin üzerinde dava varmış, mahkûm olan kişi sayısı ise yedi bin imiş. Kayıp çocuk sayısı ise yıllar içinde üç katına çıkmış. Yılda on bin kayıp çocuktan söz ediliyor. Çığlık atmak için o çocuklardan birinin bizim çocuğumuz olması gerekmiyor. 

Her bir öğrendiğimiz bilgi acıyı arttırıyor. Bundan ötesi olamaz dediğimiz her şey oluyor. Ve artık hepimiz biliyoruz ki attığımız çığlık ne Narin Güran’ın attığı çığlık ne Sıla’nın ne de Ayşenur’un, İkbal’in çığlığı olamaz. Bunu bilmek bir iç çığlığa dönüşüyor. Oysa bir televizyon kanalında kadın sunucuların stüdyoda canlı yayında Narin için çığlık atmaları karşısında donup kaldık ve yine utanan biz olduk. Öldürülen, şiddet gören, tacize ve tecavüze uğrayan çocukların ve kadınların çığlığının büyüklüğü altında ezilmek varken onların çığlığını taklit etmek, bana kelimenin tam anlamıyla kendini bilmezlik gibi geliyor. Bu çığlığı işittikten ve durumun yapaylığını gördükten sonra bu yazıyı yok etmek istedim. Yazıdaki tüm ‘çığlık’ kelimelerini kaldırmak istedim. Sil(e)medim, değiştir(e)medim. 

Yıllardır ama yıllardır bütün bunların başka çocukların, başka kadınların da başına geldiğini, gelmekte olduğunu hatırlayalım ve gelmeye devam edeceği gerçeğini de unutmayalım, unuttuysak da hatırlayalım. Bu ülkede tüm narin çocuklara ve kadına yönelik istismar, tecavüz, şiddet bitmiyor. Bitmiyor. Adalet yerini bulsun diye çığlıkları bizim pusulamız olsun. Hak yerini bulsun diye… Katiller cezasız kalmasın diye… Bir süre sonra salıverilmesinler diye… 

Bizim de adalet isterken sesimiz gür ve güçlü çıkmalı. Bunun için de hepimizin sahip olduğu, kendine dert ettiği, dava edindiği her ne varsa ayrı ayrı düşünmekten vazgeçsek mi artık!

 

Şimdi ben desem ki #BirÇığlıktırSokakHayvanları 

Bu çığlığa katılan binlerce insan olacaktır. Bu katliama neden “dur” dememiz gerektiği, hayvan haklarına karşı büyük bir güç birliği oluşturmamız gerektiği konusunda toplumun büyük bir çoğunluğu hemfikir mi? Vahşice ve hunharca öldürülen sokak hayvanlarının da çığlığı olabilmeliyiz.

Şimdi ben desem ki #BirÇığlıktırOrmandakiAğaç

Bu çığlığa da katılacak binlerce insan olur, değil mi? Artık olur diye tahmin ediyorum. Bir ağaç kesildiğinde, bir orman yandığında, ağacın da çığlığı olduğuna inanan binlerce insan olduğunu düşünüyorum. Bir orman katledildiğinde, orada yaşayan tüm canlılar da yok oluyor, o yüzden ormanın çığlığı çok büyük.

 

Şimdi ben desem ki #BirÇığlıktırKıyılarımızDenizlerimiz

Bu çığlığa katılan birileri olur kuşkusuz. Denizlerimiz, kıyılarımız kendi yaşam ortamlarında ne çok canlıyı barındırıyor. Bu ekosistemin tehlikeye girmesi biyolojik çeşitliliği de yok ediyor. 196. Ülke Büyük Pasifik Çöp Adası, -büyüklüğü düşünülecek olursa- sadece bizim çığlık atmamız da yetmez, dünyanın atması gerekir. 

Peki ya şöyle desem #BirÇığlıktırBalıklar ya da #BirÇığlıktırTürler ya da #BirÇığlıktırKuşlar

Çığlıkları duyan kişi sayısını tahmin edemem ama var olduğunu biliyorum.

Şimdi ben desem ki #BirÇığlıktırTarımArazileri

Bu çığlığa da katılanlar olacaktır.

Şimdi ben desem ki #BirÇığlıktırDüşünceSuçluları

Bu çığlığa da katılan binlerce (on binlerce belki yüz binlerce) kişi olacaktır. Gezi Davası’nın Düşünce Mahkûmları Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman ve Osman Kavala için, bağımsız seslerin susturulmaması için atılan çığlıkları duyabiliyorum.

Şimdi ben desem ki #BirÇığlıktırTrafikKazasındaÖlenler

Bu çığlığa katılanlar da olacaktır eminim. Hangi kaza(lar)dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Şunu hatırlayalım mesela; Çorlu tren kazasında, yedisi çocuk yirmi beş kişi hayatını kaybettiğinde, üç yüz yirmi sekiz kişi yaralandığında acılarını yüreğinde taşıyan annelerin babaların yakınlarının çığlığını duyan herkes bu çığlığa katılıp davanın takipçisi olmuştu.

Şimdi ben desem ki #BirÇığlıktırİşsizlerGençlerÇalışanlarEmeklilerÇiftçilerEngelliler, LGBT+’lar

Bu çığlığa da katılanlar olacaktır.

Bir kız çocuğu tacize, tecavüze uğradığında, şiddet gördüğünde, öldürüldüğünde; bir kadın cinayete kurban gittiğinde; sokak hayvanları katledildiğinde; iş makineleri kesim yapmak için ormanı hunharca tıraşladığında, insanlar kötü çalışma koşullarında çalıştırıldıklarında, iş güvenliği sağlanamadığında atılan çığlıklar duyulsun diye herkes, hepimiz birilerinin çığlığına ortak oluyoruz. Elimizden bu geliyor; bunlardan ‘birinin’ acısını acımız belleyip, sahiplenmek ve canhıraş duyulmasını sağlamak istiyoruz.

Bu çığlıkların bir tanesine bile ‘dava ortağı’ olmamız önemli, çok kıymetli, çok güçlü ama çözüm için yetmiyor. Biri için verdiğimiz tepki kâfi olabiliyor mu, bunu sorguluyorum. Çığlığımız değil çığlıklarımız kurtarıcı olabilir mi? Davalarımız ‘ortak’ olabilir mi? Sesimizin böyle olursa daha gür çıkacağına inanmak saflık mı?

Bu yazıyı çok uzun süre süre dura kalka yazabildim. Sonra ara verdim. Ve yeniden karşısına geçtim yazımın. Ben bu yazımı tamamlamaya çalıştığım süre boyunca iki yaşındaki bir kız çocuğunun aile, komşu tarafından cinsel istismara uğradığını öğrendim. Narin’in bedeninin, bir derenin yanından çuvala konulmuş bir şekilde çıkarıldığını ve oraya ‘yerleştirilmiş’ olduğunu öğrendim. (Ne kadar haince değil mi? Ne kadar hesaplı.) Günlerce yaşadığını düşünerek Narin Güran’ın bulunması için herkes durmaksızın “bulun” diye yazmıştı oysa. Ama sekiz yaşındaki küçücük bir kız çocuğunun katili araştırılırken koca köy sessizleşti. Kim ne biliyorsa, sessizdi. Bu sessizlik, karanlık bir dehliz gibi, ürkütücü. Bu sessizlikte katiller gizlendikleri yerde korunaklı. Organize olmuş bir suç bataklığı. Bu cinayetin arkasında olan biten her şey mide bulandırıcı. Gücünü nereden aldığını bilmediğimiz! kişiler bu cinayetin açığa çıkmaması için bu gücü sonuna kadar kullanmaktalar. O zaman “Bir Çığlıktır Narin” sözü daha güçlü olmak zorunda.

Bir çocuğu, bir kadını, doğayı, canlıları, yaşam alanlarını, hayatlarını savunmak isteyen herkes tek bir çığlıkta toplanmalı: “Yeryüzünün tüm acıları birleşin.” Artık sokak hayvanlarını savunan da, yaşam hakkını savunan da, çocuk haklarını savunan da, ezilenlerin hakkını savunan da, ormanın hakkını savunan da, hakkı çeşitli nedenlerle yenenleri savunanlar da bir çığlık altında toplanmadıkça kahrolmaya devam edeceğiz kendi içimizde. 

Çığlıklarımız bir araya gelmeli. Bir yazı daha yazmanın, bir tweet daha atmanın, bir # daha açmanın ne bir küçük çocuğu ne bir kadını ne bir köpeği ne bir ağacı ne bir toprağı ne bir taşı ne suyu ne de insanımızı korumaya yetmeyeceğini anlamak zorundayız. 

Ormanların betona dönüşmesi sembolik olarak nasıl ki bir mezarlıksa şimdi her yer mezarlık demektir. Mezarlıklarımızdayız. Bu topraklar da bizler de, bu kadar katliamı, bu kadar acıyı taşıyamaya çalışırken bir yenisi daha geliyor. Kötülük yayılıyor. Kötülük en büyük salgın.

Ağıt yakacaksak hep birlikte bir kere yakalım ki bu kez çocuklarımızı korusun. 

Sessizlikleri bozamayacaksa çığlığımız ne işe yarar! Ağlar dururuz çaresiz. Şimdi hatırladım, Narin köyde cenazesi defnedilmeye götürülürken ağıt sesleri duyuluyordu. O ağıtlardan bir kişi hakiki ve dürüst ise o bir kişi o köyde tehlike altında sindirilerek yaşayacak. Narin’in bulunmaya çalışıldığı günlerde bir kadın konuşmak isterken bir erkek tarafından susturulmaya çalışılmıştı. Şimdi belki bir süre sessiz kalacak korkusundan ama bizlerin sesi gür ve güçlü olduğunda o bir kişi gerçekleri söylemeye cesaret edebilecek belki de. Sesimiz solmaya, soluklaşmaya başladığında bir dönem korkusundan pisliklerine ara verecek olanlar yeniden etrafta cirit atacak. Başka bir il, başka bir köy, başka bir hanede yeni bir çığlık yükselene kadar sesimizin gücü azalacak.

“KİM İÇİN AĞLIYORSUN GÜZEL ÜLKEM” diye sordu bir sabah yayınında Ünsal Ünlü. Dediği gibi çaresizliğimize mi ağlıyoruz yoksa öldürülenlere mi? Ne kadar yüzleştirici bir soru!

Bütün şikâyetler birleşsin. Bütün acılar birleşsin. Bütün çığlıklar birleşsin. Bu “Pis Hikâye”ler* bir daha yaşanmasın. Bu yazıyı yazmaya başlarken ne haldeydim, şimdi ne halde! Çaresizliğimi değil, isyanımı büyütmem gerektiğini biliyorum ama herkes gibi kendimi o kadar ‘çaresiz’, o kadar ‘takatsiz’ hissediyorum ki. Her gün yaşadıklarımız, okuduklarımız, öğrendiklerimiz günlük hayatımızı sürdürmeyi bile zorlaştırıyor. Sonra bir nokta geliyor ‘ümitsizliğin’, ‘tükenmişliğin’ bütün bu çığlıklara sebep olan virüslerin doğal beslenme ortamı olduğunu ve bu hissiyatımızın bizde bilerek yaratılmaya çalışıldığını düşünüp ayağa kalkıyorum. 

* Yazının ne zaman yayımlanabileceğini bilmiyorum ama bu acılar bitmediği için geç olmayacağını biliyorum. 

** “Pis Hikâye”, Yaşar Kemal’in içi yakan olağanüstü öyküsü. Tam da bugünlerde yeniden okunmalı. 

*** Sarkis’in 2023’te, Dirimart Dolapdere’de gerçekleşen “85 Çığlık: Munch’tan Sonra” sergisinden çok etkilenmiştim. 100 adet kâğıt üzerine yağlıboyadan oluşan “100 Çığlık: Munch’tan Sonra” başlıklı sergisini sanatçı şöyle anlatıyor: “Burada, 85 Çığlık: Munch’tan Sonra sergisinde Munch’un portresinden etkilenerek yaptığım 100 tane otoportreden, benim yaşıma referans ile 85’i gösterilecek. Her birini yapması 15 saniye bile sürmedi. Bazen 8, bazen 9 saniye sürdü. Gittikçe ustalaştım ve bu hıza ulaştım.” Her birimizin yaşı kadar çığlık var; duyduğu ya da haykırdığı. Bu çığlık ‘kendi’ çığlığımız mı yoksa ‘çığlık’ atan’ın mı? O halde çığlıklar kime(lere) ait? 

Picture of Ayşe Lebriz Berkem

Ayşe Lebriz Berkem

Tüm Yazıları