FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

“Bir Dağ Ki Hiç Olmadı” Üzerine…

“Bir Dağ Ki Hiç Olmadı” Üzerine…

Cevahir Bedel’in “bir dağ ki hiç olmadı”  adlı yapıtı, olmayan ve varılamayan dağlara ve dağları mesken tutanlara adanmıştır.  Kitap “özün eğri ise yola zararsın” diyen Şah Hatayi’ye ve onun aziz hatırasına bir selam niteliğinde.

Yol metaforu, Alevi-Bektaşi inancının en karakteristik yanlarından birine işaret eder. Alevi inancının uygulama biçimlerindeki çeşitliliğini göstermek açısından öne çıkan en önemli motto “Yol bir sürek binbir”  şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Ritüellerdeki çeşitliliği göstermek açısından “yol” ve “sürek” zengin çağrışımlara gebe kavramlar olarak çıkar karşımıza. “bir dağ ki hiç olmadı”da Cevahir, “ovanın yeni ağaran yüzün”e ve içinde yaşadığımız koyu karanlıkta “sırrını kendinde taşıyan kutsal düşüş”e çeker dikkatimizi. 

Yüzünü dağa dönen insana ve onun sözünün kapılarını rüzgârla kapayanın kim olduğunu dert edinir kendine.

“…kimse indiremez sesimi ağaçlardan / kimse süremez gövdemi rahvan bir atla” dizeleriyle tarihi isyanlarla ve katliamlarla dolu olanların yaşadığı büyük trajedilere çeker dikkatimizi.

Arzu Karadağ, Celal İnal ve Sema Güler

Cevahir’in şiirlerinde tarih hep koyu karanlıkla ve o dinmeyen “sıcak kanamay”la birlikte anılır. Bütün çabası büyük bir yangına dönen yeryüzünün normalleşmesi ve o büyük kapıların yeniden açılması içindir. Onun şiirinde reddedenler, inkâr edenler, kendinden olmayanları kırıma tabi tutanlar hep “daha derine batan kıymık” biçiminde resmedilmiştir.

Acılı bir coğrafyanın şiirini yazar. “zaman hep bir dik ve dikenli bir yamaç ve acıya kurulu bir saat” gibidir. Sözlerin öldürücü soğukluğuna çeker dikkatimizi. Uzun ve telaşlı geceleri, korunaklı yalnızlıklar ve köşeli boşluklara diker gözünü.

 

Rüzgârı kutsar ve onu neden sevmemiz gerektiğini telkin eder. Tendeki zakkumun ne ifade ettiğini söyler. İtiraz kültüründen gelir o, savaşmanın güzelliğine dikkat çekerken onun neden olduğu yıkımlardan da söz eder.

bana bu ölümü sen diye verdiler

aldım onu öptüm öptüm

taşa döndü dudaklarım derken ölümün trajik bir son değil, devri daimin duraklarından biri olduğuna çeker dikkatimizi.

Şiirinde lavanta kokularının sindiği yorgunluğun ve dağ bağlarında öldürülen karacaların izini sürer.

Onun şiirinde göğüste biriktirilen kar ve kadehteki şarap hep şifayla birlikte anılır. Acının çiğ sesine dikkat çekerek karanlıkta yitip gidenlerin ve dağ içlerine çekilenlerin şiirini yazar.

“…sevişme deme buna su bu” diye söyleyenlere “derya”yı gösterenlerdendir o.

İçinde hiç susmayan o sesin izini sürenlerden… Kırmızı bir hançerle yere düşen tacı kendine dert edinenlerdendir o. Şiirlerini büyük bir inatla yazmaya devam ettikçe geceler yeşil zümrütten bir nehir gibi hiç bıkmadan geçecek önümüzden. Çiziklerden oluşan bir kristal gelecek gözlerinizin önüne.

Sen karanlıkta biraz parıldıyorsun çok sönüyorsun dizesinde günle gece ile aydınlık ve karanlık arasındaki diyalojik ilişkiye dikkat çeker.

Çıplak ayaklarım çıplak gövdem  dizesiyle de poetikasını yalınlığın içinden derler. 

Anayurduma döndüm / ne kadar yol geldim / tanrının karanlık kalbine yapılan bir yolculuk benimkisi derken de yol ve yolculuğun onun temel izleklerinden olduğunun bir kez daha farkına varırız.

Sözcükler siyah bir karaltı halinde akıyor, acı diyen Cevahir, zor zamanlara dikkatimizi çeker. Gelecek güzel günler imgesiyle birlikte anılabilecek olan zamanlar için de “atım çoktan yitip gitti der.

Sadece atın değil, geyiklerin sonuncusunun ve “düşmüş bir menekşenin kederinin ve “boşuna rüzgârı çağıran yaprakların sözcüsüdür o.

Yıkımın büyüğünün yaşandığı dağların ve ovaların sözcüsüdür o. Gecikmiş dualara karşın hâlâ “ellerinde göğün en biçimli elmasını taşıyanlardandır. Sulardan konuşur, dağ kekiğinden, gölgelerden söz eder. Göğsündeki rüzgârlardan ve içine yayılan çocuksu sıcaklıktan kesmez umudunu. Dönüp dönüp eteğine düştüğü çaresizlik de hayata dairdir.

“Sonsuzdan az önce” adlı şiirinde de ezeli ve ebedi olan zamana çeker dikkatimizi.  Eski yazıyla “od”dan, yıkımın bayraklarla eve dönüşünden ve ansızın gürültüyle açılan göğün kapısından, gecenin buğday başaklarına dokunduğundan söz ederken de boylu boyunca içindedir hayatın.

Bir Dağ Ki Hiç Olmadı aslında “Meydanlarda şah odalarda çocuk olan ve duvarların dilini bilen İsmail’in öyküsüdür. İnce ince, ipince eğirilen sevgidir. Biteviye karanlığı öpen günışığıdır. Sözcükleri dehlizlerden ve yerin altından seçen bir şairin,  “İçinden rüzgâr geçen kuru ve yapraksız” dağlara ve ormanlara sözüdür. Oysa ”İnsan tutkudur en çok bunu unutur” Cevahir, tutkuyla hayata bağlananlardandır.

 “Avlunun orda kendime ayırdığım bir taş var, serinlikte” dizesi de doğaya tutku derecesinde bağlılığının kanıtıdır.

Dünyanın ortasına bırakılmış üç hezeranız” dizesiyle de yeryüzünün en kadim insanlık hallerinden biri olan yalnızlığımıza dikkat çeker.

Ben yer ve gök yoğ iken burada / ben ten ve söz yoğ iken buradaydım dizelerinde de son selam bana kalırsa büyük tasavvuf ve divan şairi Edip Harabi’yedir:

“Daha Allah ile cihan yok iken
Biz ani var edip ilan eyledik
Hakk’a hiçbir layık mekân yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik

Kendisinin ismi henüz yok idi
İsmi söyle dursun cismi yok idi
Hiçbir kıyafeti resmi yok idi
Sekil verip tıpkı insan eyledik”

Picture of Celal İnal

Celal İnal

Tüm Yazıları