FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

BİR GÜN BUNLARI ANLATACAĞIMI HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM…

BİR GÜN BUNLARI ANLATACAĞIMI HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM…

Resim Nesteren Silivrili

Bu sefer gerçekten zor bir konu seçtim.

Gençlik yıllarımız, TiP üyesi olduğumuz dönem yaşadıklarımız, inanmışlığımız, okul arkadaşı, partili, dost ve yoldaş olmanın getirdiği özel anılar karmakarışık belleğimde. Ayıklayabildiklerimi anlatmaya çalışacağım…

Yazacaklarım asla, “en büyük acıyı bizler yaşadık” gibi bir anlatım olmayacak, öyle de olmadı zaten. 12 Mart ve 12 Eylül, insanları tarifsiz acılar içinde bırakarak geçti gitti yaşamımızdan. Bazıları çokça anlatılabildi, bazıları kaleme bile alınamadı.

Amacım önemli sayılmamış, sözünü etmeye sıra gelmemiş, „biz o günleri nasıl yaşadık“ anılarından söz etmek. Yalnızca, anımsadıklarım, içinde olduğum olaylardan, yaşadığımız günlerden kalan, hafif gülümseyerek okuyabileceğiniz izler… Ben öykü yazarı olarak görmüyorum kendimi, anlatıcıyım demek daha doğru.

 

Bu dergiye emek veren arkadaşların çoğu ile aynı yaş grubundayım. Hani şu içinden iki darbe geçen yaş grubu. Küçük küçük ama bir araya gelince, geri dönüp, „vay be! onlar bizler miydik?“ dedirten cinsten bir yığın olay yaşadık hepimiz de… 

Belki ben bir ucundan başlarsam başka anlatanlar da olur.

 

İlk bildiri heyecanı

 

Biz bir grup Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisi, önce çok iyi arkadaş, sonra da hep birlikte TİP üyesi olduk. Aramızda eski Dev Genç’li olan da vardı, Dev Genç’in son yılında Akademi‘ye adım atanlar da… 12 Mart sonrası yeniden toparlanmaya başlayan gençlik hareketinin içinde aktiftik hepimiz de…Yanlış hatırlamıyorsam, 1976 yılı içinde partili olmaya karar verdik. Önce Beyoğlu İlçe üyesi olarak çalışmalara katılmaya başladık. İlk bildiri dağıtmaya çıktığım günü hatırlıyorum. Kasımpaşa Tersanesi işçilerine uzatırken bildirileri acaba kalbimin heyecandan nasıl vurduğunu onlar da duyuyorlar mı diye endişelenmiştim.

Kısa sürede deneylerimiz arttı, hem eğitim çalışmalarında, hem bölge çalışmalarında çılgın bir tempo ile koşuşturmaya başladık. Ama heyecanımız hiç eksilmedi…

 

Bizim tasarımcı, ressam ve grafikerlerden oluşan bir arkadaş grubu olduğumuzu (mezun olmuştuk çoğumuz bu arada), keşfeden genel merkezimiz, bu potansiyeli değerlendirmekte gecikmedi ve merkeze bağlı propaganda seksiyonunu oluşturduk. Artık dergi kapakları, bildiri tasarımları, afişler bizim elimizden geçiyor bir yandan tasarlıyor, bastırıyor ya da basıyor ve sabahlara kadar afişlemeye çıkıyorduk. Dolapdere, Tepebaşı, Şişhane ve Hacı Hüsrev… Hayatımın insan tanıma üzerine en zengin deneyimlerini kazandığım yıllar ve gecelerin İstanbul’u… Ve çok zor şartlarda, şimdiki teknik olanakların hiç birine sahip olmadan yapılan çalışmalar…

 

Serigrafi kurumazsa, ne yapılır?

Şili Halkı İle Dayanışma Gecesi için özel bir afişi, serigrafi tekniği ile 100-150 kadar basacaktık. Aksaray’da bir arkadaşın küçük bir tabelacı dükkanı vardı bize yer olarak verilen. Bütün sistemi kurduk. Gece çalışacağız ve sabaha bitmiş olacak. Selülozik boya kullanıyoruz, hemen kurur dedik ama kurumuyor bir türlü. Ne yapacağımızı şaşırdık. Sonunda sokağa yaymaya karar verdik. Aralara 2-3 nöbetçi arkadaş dikerek arabaların üstüne, kaldırımlara dizdik afişleri. Rüzgar çıkmasın diye dualar ederek… Karanlıkta evlerin pencerelerinden birileri bakıyordu arada ama kimse ne olduğunu anlamadı ya da başına iş açmak istemedi. Şimdiki cep telefonlarımız olsa videosu çekilecek bir görüntüydü…

 

Oyalama taktiği işe yaradı mı; bilmem…

 

Ve seçim çalışmaları…

Bu satırları yazarken Türkiye büyük bir seçime hazırlanıyor. Siz okurken her şey geçmiş bitmiş, ya da tartışmalar sürüyor olacak. Aklım bizim katıldığımız seçim çalışmalarına gitti birden.

 

Sıralı anlatamıyorum, beni en çok duygulandıranı en öne aldım belki de… 1977 seçimlerine giriyoruz. Biz merkezde, o kadar ağır bir biçimde içinde çalışıyoruz ki, ilçe çalışmalarına yetişemiyoruz. Hem yetişemiyoruz hem de, „gitmeyin burada lazımsınız“ deniyor bize. Ve bir gün haber geldi, ilçedeki bizim gruptan olmayan partili arkadaşlar gönül koymuşlar bize. Saha çalışmalarında onları yalnız bırakıyoruz diye. Ne üzülmüştük… Hiç savunma yapmadık bile. Merkeze çaktırmadan ertesi sabah onlarla çıktık. Karma gruplar oluşturuldu, yani ekipler… Her ekibin başında bir ekip başı var ve görevi, eğer bildiri dağıtmamız engellenirse, engelleyen görevliye, bizim yasal seçim çalışmamızı kısıtladıkları için suç işlediklerini anlatmak, adamı konuşarak oyalamak ve herkesin kaçmasını sağlamak…

 

Bizim ekibin görev alanı Karaköy, Kadıköy İskelesi önü ve bizim ekibin başı benim.

Başlangıçta her şey iyi gidiyordu ama bir asker yapıştı yakama… (Onların rütbelerini bilemem bir türlü) Yüzbaşı filandı herhalde. Yanında da bir sivil. Ve ben başladım anlatmaya… „Biz yasal bir partiyiz, seçimlere giriyoruz, siz şu an benim demokratik hakkımı engelliyorsunuz… “Durmadan konuşuyorum, doğal davranmaya çalışıyor, bir yandan gelen geçene bildiri dağıtıyor ve göz ucuyla da herkes kaçabildi mi diye kontrol ediyorum. Birden adam ayıldı. „Şuna bak hala devam ediyor, ver o bildirileri“ diye kaptı elimden kağıtları. Bu arada herkes kaçmıştı hiç değilse. Biraz rahatlamıştım ama göz altına alınıyordum. Birden yanımda kaçtığını gördüğüm Birnur bitti. „Sen nerden çıktın? Kaçmıştın“ dedim hayretle. Birnur’un cevabı inanılmazdı. „Kaçmıştım ama senin alındığını görünce geldim, seni yalnız bırakamadım.“ Bin yıl geçse unutamam bu cevabı… Ve bu muhteşem cevabın sahibi bu derginin yazarlarından Birnur Akan… Bizler böyle yaşadık o yıllarda dostluğu…

 

Bizi resmen demir parmaklığa bağladılar…

 

Sonra… Sonrası inanılmaz!

Karaköy karakolundan hemen araç bulamadılar bizi alması için. Kaçmayalım diye dahiyane bir fikirle bizi iplerle bileklerimizden, iskelenin karşısındaki küçük parmaklıklı binanın  (şimdilerde İstanbul Seyahat Sağlığı Merkezi, o zaman liman işletmeleri ile ilgiliydi galiba) demirlerine bağladılar. Üzerimize iki vapur boşaldı. Herkes merakla bakıyordu. „Terörist miymişler, ne yapmışlar“ diye mırıltılarla. Derken yüksekçe ve üstü açık bir araç geldi. ikimiz oturduk koltuklara. Artık sinirlerimiz dağılmıştı iyice. İngiltere kral ve kraliçesi gibi halkı selamlasak mı diye kıkırdaşırken vardık karakola. Orada da duvarında falaka asılı bir odada uzunca süre bekletildikten sonra sıra geldi Birinci Şube‘ye. Akşama kadar bir dolaba yüzümüz dönük beklettiler bizi. Bu arada farklı yerlerden toplanan partili arkadaşlarımız da eklendi bize. Ve gün boyu parti avukatlarının yoğun koşturmaları sonunda bırakıldık.

Gece araç beklemeyip taksi tutmayı kabul ederek tekrar Karaköy Karakolu‘na oradan da partiye gitmiştik herhalde. Böyle yaşanmıştı o gün işte. Bizi sözlü tacizlerle ve bir arkadaşımızı darp ederek sarstılar biraz, ama yaşandı geçti… Merkez yönetiminden bir daha asla çıkmayacaksınız uyarıları ile tekrar görev başındaydık. Anladık ki, o gün Merkeze bağlı tüm propaganda grubu üyeleri farklı ekiplerle göz altına alınmış ve yokluğumuzu çok fazla hissetmişler.

 

Fareler korksun bizden

 

En yorulduğumuz günler arasında, yüzlerce miting bayrağı için, sentetik bir kumaşı elektrikli telle keserek dikişsiz bayrak ürettiğimiz ve baskı yaptığımız günler önemli bir yer tutar. Bol bol da elektrik çarpması yaşamıştık bu arada. Çılgın tasarımcımız Bahattin Demirkol, bir defalık çözümler üretiyordu ve tabii ki hiç biri güvenli değildi ama hepsi de çok iş gördü. Sevgi ile anıyorum onu, bize erken veda edenlerden oldu ne yazık ki… O gecelerden birinde yorgunduktan bitmiş bir halde, merkezin alt katında Asuman Abi’nin (Asuman Erdost) Bilim yayınlarında kitap kolilerini birleştirip, dört kız paltolarımızı üzerimize örtüp uyumaya çalışıyorduk ki, birden biri, „üzerimizden fare geçti“ dedi. En korkanımız sadece bir an doğruldu ve tekrar sırt üstü düştü. İki saniyede uyumuştuk hepimiz. Fareler korksun bizden dedik herhalde…

                                                           

Evet baş döndürücü bir tempoda geçen çılgın günlerdi ve herkes payına düşen bedeli fazlası ile ödedi. Bu kadar üzüntüyü yorgunluğu niye yaşadınız diyebilirsiniz. Düşününce tek bir cevabım var: Bizim kuşak çok daha fazla inanıyordu sömürüsüz, insan onuruna yakışır günlerin yaşanabileceğine…

El birliği ile adaleti, barışı ve demokrasiyi güçlendirebiliriz diyorduk. Yeğenim doğduğunda ablama gidip, „sana istediğim kadar yardımcı olamıyorum ama bil ki, ona çok güzel bir gelecek hazırlıyoruz“ diyebilmiştim kalpten gelen bir ifade ile.

Yenildik mi? Hayır, böyle bakamıyorum sonuca, evet şu an eksilerimiz çok diyebiliriz ama umutlarımızı yeni nesillere aktarabilirsek o özlenen dünya neden olmasın ki!..

 

Nesteren Silivrili

Picture of Nesteren Silivrili

Nesteren Silivrili

Tüm Yazıları