Dördüncü leziz film sohbetinin sabahı…
Garson siparişleri sordu…
Yirmi dört saatte iki öğün yer, porsiyonu doygun tutardı adam. Yatakta da öyleydi, az ama uzun. Dört yumurtalı bir menemen ve taze soğanlı kızartma ve çiğ enginar salatası ve köy peynirli avokado ve cam bardakta sıcak çay ve sonra kahve…
Ve kadın…
Kadına mevsim sebzeli omletin yanında söğüş domates, salatalık ve büyük çay yeterdi. Üç büyük iki küçük öğünün ilkini kahve arasında tüketir sonra devam ederdi.
Kaliteli ve iştahlı yerdi.
Garson kız mutfağa gitti.
Gece esnekti, eğlenceliydi.
Sen neden sevmiyorsun yemek yapmayı, cümlesiyle giriş yaptı sofraya adam… Hani eline de yakışıyor… Kadına ‘yakışanı’ söylemek gerekirdi… Hele doğum günüsünde çocuklarına yaptığı suşiler ne harika idi… Kaslı ama aynı zamanda tatlı bir ayı taklidi gibiydi lafı anne rolüne getirişi.
Ve adam, yaşamın doğal akışında herkesin yapması gerekeni, kendisi için bu kadına da hep yaptırabileceğinden emin olmak istedi.
Geçen üç hafta sonunda hem yemekler hem kahvaltı ne de güzeldi. Her şeyine uygun başlayan bu misafirlik neden şimdi böyle oldu? Bu kadın boğa burcu değil miydi… Nasıl olur da yatak kadar sevmezdi mutfağı?
Masada bu konunun kâğıt tabakta sunulacağı Cuma’dan belliydi. ‘Film gecelerini’ yutaktan böyle geçirmemeye pazar günü manikürü bozulunca karar verdi kadın. Herkes yaşamak için yemeliydi. Yapınca hangi yemek pişmezdi? Eline sağlıktı eyvallah, ama sıra şimdi niye yine ondaydı? Kadın; ‘hafta sonu mutfak kapalı’ dediği anda adamın kaşının ortasındaki eski iz, yeni gibi kanamaya başladı. Fuşya dudakların; ‘hafta sonu yalnızken tava ve ocak kirlenmesin diye menemen bile yapmıyorum, haşlıyorum’ şeklinde bahsettiği o kahvaltıdan sonra yaranın kanaması arttı… ‘Salatalığı, maydanozu doğramıyorum tavşan gibi yiyorum’, kısmında ise kaş şelale, adamın yüzü kayıp…
Dört leziz film sohbetinin ardından, kadın eğlendi ve çok şey öğrendi: Adam tavuk eti yemezdi, koyun ve somon isterdi. Salatasız sofraya oturmaz, on altı saat çay ve kahveyi sıcak ama üfleyerek içerdi. Izgara yerdi, kızartma zehirdi. Acıkınca öperek söylerdi, mutfaktaki hazırlığa niye ise hiç yetişemedi. Sinema da severdi… Ah Fellini ve eşi de ne şekerlerdi.
Ben hazırlardım kahvaltıyı diye cılız ama eril bir ses geldi, garson kızdan hemen önce… Bir marul yaprağı bile yıkamak istemeyen kadın, mutfakla ilgili her iş, alışveriş dahil hepsinde yoktu. Kitapta kurttu. O tozlu kült filmleri bir bir sırasına koydu. Hafta içi ergen kızlarına pişirendi, hafta sonu kraliçeydi. Gerekirse hıyarı da soymadan yerdi ama bu oyunu yemedi…
Adam çatalın ucunu işaret parmağına batırdı. Kadın zihnindeki gülümsemeye yüzüne uğramamasını emretti. İkisi de ağzında yemek varken konuşmadı. Mevsim sebzeli omlet keyifle şapırdadı.
Ah adam, kendi başının çaresine bakardı. Kadıncık ‘bezmesin’di, sırf ‘yorulmasın’dı. Hani kendisine bir soda olsa yeterdi. Kadın kendini korumalıydı; şimdi sıra çocuklardaydı. Onlar yapsındı yemekleri, hatta ne isterlerse yesinlerdi… ‘Doğrudur, ben hafta içi anneyim ama hafta sonu özgür gönlümü eğliyorum’ dedi dili adamın çatalından da sivri kadın. Sodanın limonundan ekşiydi kaşı yaralı yüz. Akşamdan sabaha bu taze aşk filminin senaryosu da ekşimeye başladı…
Ve adamın ayakkabılarına doğru safralı suyu tükürmeye devam etti kadın: Büyük çocuğum büyük balık, küçük, küçük balık sever. Büyük, bezelye ve kabak, küçük, taze fasulye ve pazı… Biri süt, diğeri ayran içer. İkisi de reyhan şerbetine bayılır, biri karanfilli, diğeri tarçınlı ister… Ay nasıl unuttum, ikisi de nohut yemez ama biri yeşil mercimek, diğeri kuru fasulyecidir.
Bir gün, biri bana doymuş yağsız, tuzsuz, unsuz, rafine şekersiz yiyecekler hazırlamayı becerene kadar ben her cuma Heidi’nin keçilerinden yiyeyim diyorum. Tok tutarmış keçi eti…
Adam, masadan hafifçe doğruldu, ‘ben vejetaryen olmaya karar verdim’ diyerek, alnının ortasındaki kanı sildi.