Her filminde değişik bir tarzı deneyen ve her zaman dramatik yapısı sağlam filmler yapan Ang Lee, Tayvan doğumlu, Amerika’da yaşayan bir Çinlidir. Yönetmenin ailesi Çin’de toprak sahibi iken, komünist devrimle birlikte Tayvan’a göçer ve Ang Lee burada doğar. 1975’te Amerika’ya gelen Lee, önce tiyatro yönetmenliği eğitimi, daha sonra ise New York Üniversitesi’nde sinema eğitimi alır. Altı yıl senaryo yazmakla uğraşan Lee, 1992’de ilk filmini yönetir: Pushing Hands. İkinci filmi Düğün Yemeği (1993) ile Tayvan adına “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday olur. Aynı film Berlin’den Altın Ayı’yı alarak döner. Ertesi yıl Eat Drink Man Woman (1994) ile bir kez daha “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday olur. Kaplan ve Ejderha (2000) ile üçüncü kez aynı dalda aday olan Ang Lee bu kez Oscar heykelciğine kavuşur.
19. Yüzyıl İngiltere’sini anlatan Jane Austin uyarlaması Aşk ve Yaşam’da (1995) kostümlü dramayı deneyen Lee, Buz Fırtınası (1997) ile Amerikan ailesini eleştirir. Yönetmenin bana göre en başarılı filmi olan Buz Fırtınası; 70’lerin cinsel özgürlükçü Amerika’sında, aile kavramını ve özgürlükleri irdelerken, bu sözde özgürlüklerin kişilerin üzerindeki yıkıcı etkilerine parmak basar. Yönetmen, bu filminde yirmi yıldır ABD’de yaşayan, ama farklı kültürden bir göz olarak doğru değerlendirmeler yapar. Filmde buz fırtınasının olduğu gecenin görüntüleri, o doğa olayının harikalığı kelimelerle anlatılamaz. Ölüm sahnesinin çarpıcı görüntüleri ise izleyicinin beynine kazınır. Film Cannes’dan “En İyi Senaryo” ödülüyle döner. Brokeback Mountain’da da muhafazakâr toplum eleştirisi yapsa da Buz Fırtınası’nın eleştiri dozu daha yüksektir.
Amerikan iç savaşında geçen Şeytanla Yolculuğu 1999’da Kaplan ve Ejderha’yı ise 2000’de Çin’e dönerek Çince çeker. Kaplan ve Ejderha görsel anlatımı ve şiirsel dövüş sahneleri ile öne çıkarak pek çok eleştirmenden olumlu tepkiler ve “En İyi Yönetmen” dalında Altın Küre’yi alır. Şiirsel anlatımı ve belli bir felsefesi de olsa uzun dövüş sahneleri beni oldukça sıkmıştı. Bundan sonraki filmi yine çok hoşlanmadığım bir çizgi roman uyarlaması Hulk (2003) olur.
Sinema ve yönetmen hakkında bilgi sahibi olmayan izleyicinin, bu kadar farklı tarzdaki filmin aynı yönetmen tarafından çekildiğine inanması zor. 19. Yüzyıl İngiltere’si ile 70’lerin Amerika’sını başarılı bir biçimde anlatan yönetmenin, Çinli olması ise iyice şaşırtıcıdır.
Çektiği filmlerin türleri farklı olsa da benzer temalara yoğunlaşan, gerilim barındıran psikolojik dramlardır. Onun temaları; Doğu-Batı kültürünün farklılıkları, ailenin bireyin yaşamındaki yeri, yalnızlık, fedakârlık, toplum baskılarının ya da özgürlüğün insan kişiliği üzerindeki etkileridir. Kişi ve toplum çatışması Brokeback Mountain’da yoğun bir biçimde hissedilir.
Çekildiği yıl ödüle doymayan Brokeback Mountain’ın tam 41 ödülü var. Tutucu ve aileyi koruyucu bir yaklaşımı olduğu bilinen Film Akademisi’nin sekiz dalda Oscar’a aday gösterdiği film üç dalda (En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Müzik) ödül kazanmıştır. “En İyi Film Ödülü” ise başka bir filme (Crash, Paul Haggis, 2005) verilmiş. 78. Oscar’lar beklentilerin dışına çıkan bu sürpriz ödülle anılır oldu.
Ang Lee 2012 yılında bir uyarlama olan Pi’nin Yaşamı‘nı çeker. Yann Martel’in aynı adlı romanından uyarlanan bu film, klişe deyimle tam bir görsel şölendir.
Epik bir western denilebilecek Brokeback Mountain, dağlardan kopup gelen bir aşkı, biri çiftçi diğeri rodeo kovboyu olan iki erkeğin aşkını anlatıyor. Film Pulitzer ödüllü E. Annie Proulx’un kısa hikâyesinden uyarlanmıştır. 1963 yazında Wyoming’e iş aramaya gelen Ennis ve Jack onlara iş verecek adamı beklerler. Yalnızlığın hissedildiği bir ortamda selamlaşmazlar, bakışlarını bile birbirlerinden kaçırırlar. Gelen adam onları, bir yığın kural sayarak, koyun sürülerini otlatmaları için Brokeback Dağı’na yollar. Bundan sonrasında dağların olağanüstü görüntüleri eşliğinde, iki erkeğin yalnız yaşamları sırasında yeşeren aşkı izleriz. Ennis içine kapanık, az konuşan biridir. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Jack ise daha konuşkan ve hareketli bir kişiliğe sahiptir. Sürekli konuşan odur. Otoriter babası ile arası iyi olmayan Jack, rodeolarda para kazanmaya çalışmaktadır. Soğuğun iliklere işlediği bir gece Ennis ve Jack aynı çadırı paylaşırlar, bu yakınlık onları etkiler ve sevişirler. Aralarında görüntülenen tek sevişme sahnesi budur. O gecenin sabahında Ennis “Bu bir kez oldu, bir daha olmayacak, ben eşcinsel değilim,” dese de aralarında artık güçlü bir çekim oluşmuştur. 1960’lı yılların tutucu Amerika’sında eşcinsel olduklarını değil topluma, kendilerine bile söylemekten korkarlar.
Lee, 20 yıl sürecek bu aşkı, hiçbir geriye dönüş sahnesi kullanmadan, başarılı bir kurguyla anlatır. Çünkü o, çok iyi bir hikâye anlatıcısıdır. Ennis ve Jack kendi eyaletlerine dönerek evlenirler, çocukları olur. Birlikte geçirdikleri yazdan beş yıl sonra Jack, Ennis’i görmeye gelir ve Ennis’in karısı Alma onların kavuşma anındaki tutkulu öpüşmelerini görür. Onların arasındaki sıradan olmayan arkadaşlığı hisseder. İki arkadaş, birlikte yaşamayı toplum baskısından korkarak gerçekleştiremezler ve her yaz Brokeback Dağı’nda buluşurlar. Alma, onların her yıl buluşmalarına bir süre katlansa da sonunda dayanamaz ve Ennis’ten boşanır. Onun boşandığını öğrenen Jack, artık sürekli birlikte oluruz umuduyla gelirse de Ennis onu soğuk karşılar. Toplum tarafından dışlanmaktan korkar. Bu konuda bir de olumsuz anısı vardır. Dokuz yaşındayken babası ona, dövülerek ve küçük düşürücü bir biçimde sürüklenerek öldürülmüş bir eşcinselin cesedini göstermiştir. Aykırı ilişkilerini topluma açık etmekten korkan Ennis, Jack’in birlikte yaşama önerisini reddeder. Zamanla Jack’i daha az görmeye başlar. Diğer insanların ilişkilerini anlamasından çekinir. Boşandıktan sonra, Alma ilişkilerini bildiğini açık ettiğinde bunu kimseye söylememesi için Alma’yı tehdit bile eder. Sonrasında zaten sessiz olan Ennis daha da içine kapanır. Toplumla çatışmaktansa yalnızlığı seçer. Jack ise duygularını daha coşkulu yaşayan, gözükara bir karakterdir. Cinsel arzularını gidermek için yaşadığı tek gecelik ilişkilerinden birinde dövülerek öldürülür. Ölümden sonra Ennis’in, Jack’in anne ve babasını ziyaret ettiği sahne ise filmin en etkileyici bölümüdür.
Film bittiğinde yaşanan aşkın kimler arasında yaşandığının pek de önemi kalmamıştır. Çünkü başarılı performanslar sergileyen oyuncular sadece “aşkı” iliklerimizde hissetmemizi sağlıyorlar. Eğer oyunculuklar bu denli başarılı olmasaydı bu aşk da bu denli inandırıcı olmazdı. Filmdeki doğa görüntülerinin hikâyenin ve aşkın anlatımına katkısı ise çok büyük. Kurgusu ve müziği ile çok iyi işleyen film, dokunaklı öyküsü ile de izleyiciyi etkiler. Filmin, muhafazakârlığın gittikçe arttığı toplumumuzda tepkiler almaya başladığını görürüz. Kültür ve Turizm Bakanlığı filme 18 yaş gibi çok yüksek bir sınır getirmiştir.
Aşırı şiddet içeren, kanın su gibi aktığı hiçbir filme kısıtlama uygulanmadığı halde, sadece sevgiyi anlatan bu filme kısıtlama getirilmesi sinema sanatı adına üzücü…
(Ruhuma Dokunan Filmler (2017) Kitabımda çıkan yazım)