Bütün kız kardeşlerim, Örgüt-Lenin!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun…
Bugünün anlam ve önemi birçok kadın örgütü, derneği, kurumu için farklı şeyler ifade ediyor; kimi kadınlar eğlenerek kutluyor, kimi kadınlar direnerek bedel ödüyor. Kapitalizm içinse apayrı bir anlam ifade ediyor. Farkında olalım ya da olmayalım birçoğumuz bu tuzağa düşmekteyiz.
Kadını cinsel obje haline getiren bu sistem kadınlar gününün başından “emekçi” kelimesini atınca niyetini belli etmiş; her zamanki sinsiliği ile kaleyi içten fethederek, oyunu büyük oynamıştır. Kadını, hem ücretli hem ücretsiz sömürünün kölesi olarak hayatın içinde kullanmaya devam etmektedir. Ataerkil sistemlerde kadının eşit olması beklenilemez, kadın ancak ikinci sınıf vatandaş olarak yerini alabilir. Bunun değişmesi için kadının örgütlenmesi, harekete geçmesinden başka kurtuluşu yoktur.
Öncelikle emekçi kadınlar gününün doğuşunu hatırlayalım. 1900’lerin başlarında işçi kadınlar insanlık dışı çalışma koşulları, eşitlik, hak ve adalet için hareket etmeye başladılar. 8 Mart 1908’de 15.000 kadın yürüdü ve o günden bugüne armağan kalacak, kadınların direniş simgesi haline gelecek olan “Ekmek ve Gül” sloganı doğdu; ekmek ekonomik güvence, gül daha iyi yaşam koşulları için. 1910’da Kopenhag da toplanan Enternasyonal Sosyalist, kadın hakları hareketini onurlandırmak ve kadınlar için genel oy hakkı elde etmek için Kadınlar Günü’nü oluşturdu. Bu girişimden sonra, Dünya Kadınlar Günü ilk olarak 19 Mart 1911’de Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de bir milyondan fazla kadın ve erkeğin katılımıyla gerçekleşti. Böylece büyümeye başladı kadın mücadelesi, kadınların örgütlenmesi.
Ama birey olamayan kadın örgütlenemez. Ev içine hapsedilen kadın birey olamaz. Tarihte tarım işçiliği ve ev kadınlığından öteye gitmesi engellenen kadın kapitalist üretimin gelişimiyle farklı alanlarda iş imkanı bulmaya başlar. Kadınlar ücretli işçiliğe geçtikten sonra sömürünün adı değişir; bu defa, kar oranını yüksek tutan işverenler işçi maaşlarını düşük tutarak sömürmeye devam eder. Kapitalizm her şeyi metalaştırdığı gibi kadını da metalaştırmıştır. Öyle ki kadını özgürleşme safsataları ile kandırıp çeşitli biçimlerde kendi yararına kullanmaktadır. Beyni uyuşturulmuş kadın soru sorup kendi gerçeği ile yüzleşemez, bu da kapitalizmin ve ataerkil toplumların işine gelir. Kapitalizm her çağda zenginden yana. İşçi kadınların hakları ve kazançları emeklerinden az. Sistem de patronlar da sömürüyor. Kadınlar cinsiyet ayrımcılığına uğrayarak daha ağır koşullarda çalıştırılıp erkeklerden daha az maaş alıyor. İş anlamında ise giyim, tekstil, mutfak, bulaşık, gıda gibi iş alanlarına sıkıştırılmıştır. Geçmiş zamanlarda kölelerin adı vardı fakat kölelik bitmedi, kapitalizme gizlendi. Yoksul ve işçi sınıfı kadınları özellikle ev işi işçiliği anlamında görmezden geliniyor, emeği bilinmiyor. Ekonomik olarak bu sınıflara dahil olamayan kadınlar ise dünyanın birçok yerinde hayat kadınlığına sürükleniyor. Öte yandan, sorun bunlarla da bitmez; özgürleşmeye adım atmış kadınları özgürlüğün cinselliği de içinde barındırdığına inandırarak –ki barındırır ama bu anlamda kadını istediği gibi kullanma hakkını kimseye vermez- onlarla birlikte olma arzusunu gideren erkekler de toplumumuzun her alanında karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar bu tuzağa düşmemelidir! Her nerede olursa olsun, kadın bedenini ve düşüncesini korumalı, bu tür erkeklerin karşısında durmalıdır.
Feodal toplumlardan bu yana, anneliğin “kutsallığı” ile kadına hayatın başka alanlarını dar eden burjuvazi kadının çocukları için her şeye katlanmasını yeğ görüyor. Haksızlıklara karşı hak, hukuk, adalet diyen kadınları sistem yine belden aşağı vuruyor. İş yerlerinde patronların cinsel saldırılarına karşı tehditlerle karşılanan kadınlar hem çevre hem de toplumsal baskıdan dolayı susuyor. Birçok kadın korkudan, yalnız kalmaktan anlatamıyor. 8 Mart, biraz da sessiz kadınların sesi olmak için doğmamış mıydı? Öyle ki tecavüze uğrayıp öldürülen kadınların bile saat kaçta sokakta oluşu, kılık kıyafeti, hal ve hareketleri tecavüzcü katilden daha çok konuşulmakta.
Devlet, caydırıcı olmayan cezalarla tecavüzü meşrulaştırmakta.
Sömürünün tek bir şekli yok. Televizyonlarda, filmlerde, reklamlarda kadın cinsel obje olarak sunuluyor ve bu güzellik standartlarına uyması dayatılıyor; bu da kadını birey olmaktan çıkarıp cinsel nesne haline getiriyor. Güzellik salonları gitgide artarken kadının metalaştırıldığı, tek tip görüntü içine hapsedildiği görmezden geliniyor. Ekonomik krizin etkilemediği en büyük sanayinin kozmetik ürünler olduğunu biliyor muydunuz? Alışveriş merkezlerinde dükkanlar kepenk indirirken kozmetik mağazaları gitgide büyüyor. Birçok kadın ekonomik özgürlük anlamında gelişmekte ancak düşük maaşlar kadının “bakımlı” olması için yapması gereken harcamalara yetmiyor! Kadın, iki taraftan da sömürülüyor. Kanallarda dönen dünya kadınlar gününü vurgulayan reklamların içeriğine bakınca, söylenilen sloganlar ile emekçi kadının duruşu değerini yitiriyor: “saçım da uzun aklım da!” Özgürlüğe adım atan bu kadınları gösteren reklamlar fabrikalarda, atölyelerde, yemekhanelerde, mutfakta, temizlikte çalışan kadının gerçeğini ortadan kaldırıyor. Nitekim, yaşadığımız koşullarda bu kadınların öyle bir hayatın bırakın yanından geçmesi, içinde olması dahi mümkün değildir.
Oysa ki kadın tarımı bulan, tohumu toprakla ilk buluşturan ve emekle üretimin olduğunu ilk gösterendir. Yani ilk çağlardan beri kadın üretimin içindedir; ne ev ile sınırlanabilir ne de cinsel öge olarak sınırlanabilir. Kadın, her yönüyle sosyal hayatın içindedir, bu gerçeği kabul etmeyen toplumlar ise sığ sorunlar içinde boğulmaya mahkumdur.
Tarihte de kadının yeri belli. Ataerkil toplumlarda hiçbir zaman erkekle eşit değil. Osmanlı döneminde kadınlar erkek haremlerinin en güzel parçası, erkek isteyince yurtdışından bile kadınlar getiriliyor, isterse gönderiliyor, isterse birlikte oluyor, istemezse sürgün ediliyor. Ahlak, namus kavramları işlerine geldiği gibi; erkeğe mübah kadına günah! Gel gelelim, bir başka kanayan yaraya. Dünyada 700 milyondan fazla çocuk gelin var. Türkiye’de bu sayı nüfusun yüzde 15’ine tekabül ediyor. Avrupa’da birinci sıradayız; Hindistan, Afrika, Uzak doğu ve Güney Amerika’da da sayılar çok fazla. Kadının doğduğu coğrafya yaşayacağı şiddeti çeşitlendiriyor. Örneğin; Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu ülkelerinde 200 milyondan fazla kadın sünnet ediliyor. Bu aşırı acı veren sünnet şekli bebeklikten ergenliğe, kadınlar tarafından yapılıyor; klitoris kaput ve klitoris başı çıkarılıyor; iç ve dış labialar (dudaklar) çıkarılıyor ve vulva kapatılıyor. Yani, daha çocuk yaşta kadınlığı yok ediliyor. Her ne kadar, Avrupa’da kadın sünneti yasak olsa da gizli sünnetçiler bu geleneği sürdürmeye devam ediyor.
Dünya çapında kadınların yüzde 35’i yaşamlarının bir yerinde, çoğunluk olarak şiddet kurbanı oluyor. 2017’de 87 bin kadının kasten öldürüldüğü tahmin ediliyor. Yine, insan kaçakçılığında kadınlar yüzde 51 oranında yer alıyor ve en çok cinsel sömürü alanlarında kullanılıyor. Dünya çapında, 650 bin kız çocuğu 18 yaşını doldurmadan evleniyor ya da hamile kalıyor. Bu durum, sosyal gelişim, erken hamilelik, eğitim, iş gibi sorunları yaratırken, şiddeti de beraberinde getiriyor.
Aslında yazdıklarımı daha evvel okuyanlarınız olmuştur. Fakat, her gün yüzümüze çarpan bu acı gerçekleri, -toplumsal bilinci özellikle de kadınların oluşturmasını sağlamak ereğimiz ise-, tüm sağır kulaklar duyana ve tüm kör gözler görene kadar tekrarlamaktan yılmayacağız. Son yıllarda olduğu gibi, bu yılda dünyanın dört bir yanında kadınlar sokağa çıkacak. “Yetti artık susmuyoruz! Eşit haklar istiyoruz!” diyecekler. Direnen kadınlar hepimizin kurtuluşu olacak. Bütün kız kardeşlerim, nerede olursanız olun örgütlenin, direnişlere destek verin; size hak görülen kalıplaşmış kimlikleri çöpe atın. Ama her şeyden önce birey olduğunuzu unutmayın; fikirlerinizin, düşüncenizin, varlığınızın değerini unutmayın. Nitekim, birey olamayan hiçbir insan toplumsal mücadele içinde değişim sağlayamaz. Kendi varlığını tanımayan ve sorgulamayan kişi karşıyı anlayamaz, bilemez…
Son söz, 8 Mart 2022’de yayınlamış olduğum yeni şarkım “8 Mart Marşı” dünyadaki bütün emekçi kadınlara armağanım olsun.
8 Mart 2019