Aç karnımı doyuracak bir şeyler bıraktılarsa buralarda bir yerlerde olmalı. Gözüm görmüyor, nasıl karanlık. Sağır eden bir sürü ses. Sesler birbirine benziyor, peşi sıra biri bitip biri başlıyor çatırtıların. Yüz minaresi olan yüz haneli köyden çıkan sela sesleri gibi ama tek imam. Ne zamandır duymadığım kuru gürültü, görmediğim kör karanlık. Üstüne daha önce hiç hissetmediğim yumuşaklıkta toprak. Yapış yapış, pelte gibi, kıvrımlı, topraktan daha soğuk, mor soğuğu. Bu soğuk kıvrımlı yumuşaklığın altında, uzunlukları farklı, taştan sert, içleri sünger gibi delikli çubuklar. Gri sert çubuklara eklemlenmiş, daha kısa ve birbirine yaslanmış, beni çepeçevre saran başka çubuklar. Ve uçlarında onlar kadar sert ve uzun olmasa da, ince, kökleri yumuşaklığın içine batmış, sarı soluğu, narin, törpülenmiş, ojeli yapılar. Ne çok mantar ve mikrop geliyor, duyuyorum kamçı seslerini. Bu sesler çatırtılara karışıyor. Sesler yükseldikçe çürük bir koku dağılıyor. Mor soğuğu toprağımın kıvrımlarından sızan kan artığı şeffaf sıvının tadı fena değilmiş. Derine inecek kökümü bir indirebilsem. Işığa gidecek olanın da yolu uzun, hala ışığı göremedik. Gün yüzü görene kadar yok olmasam. Derine inecek kökümle gri sert çubukların arasında küçük bir yol buldum. Kıvrımları yara yara kökümü daha da derine uzatıyorum. Cezaevinin güvenlik demirleri gibi duran, gri soğuğu, daha yatay kavisli çubuklar çıkıyor karşıma. Aralarındaki açıklıktan aşağı salıyorum kökümü. Bu yeni toprak yukardakinden farklı, lif lif. Kırmızı sıcağı ama yakmıyor. O da ağaca benziyor. Dallarının çoğunda, hava boşluklarına götürdüğü kan pıhtılaşmış kalmış. Çok da lezzetli görünüyor. Bu yeni toprağın bütünlüğü bozulmamış, yumruk kadar, oval bir tohum gibi. İçinde dört göz oda, iki kapı ama tek yöne açılıyorlar. On bir tane de dal çıkarmış. Bu kadar kalın dalları besleyen şu incecik üç kök mü? Üstelik kökleri uzamamış, su arayışında da olmamış, oval tohumuna sarılmış. Kendi tohumunda bulmuş tüm aradığını. Köklerin her zaman bir bildiği vardır. Aşk gibi, kırmızı sıcağı tohumuna sarıldığına göre. Sarılıyorum ben de ona. O ince üç kök bana yer açıyor yanında. Sarıldıkça içine çeken bir kara delik, hep birlikte ve var eden. Karadelik rahim gibi, en huzurlu uykumu uyudum. Kaç zaman geçti bilmiyorum. İçimi gıdıklayan vızıltılarla uyandım. Işığa ulaşmış bile dallarım, çiçeğe bürünmüşüm, mis kokuyorum.
