Bu fotoğraf tam tamına bundan 42 yıl önce bugün, yani 5 Mayısta, idamdan bir gün önce, Mamak Cezaevi’nde bir er tarafından çekilmiş, fotoğrafın kayıtlarına göre. Doğrudur yanlıştır bilemem ama uzunca bir süre bekletildikten sonra 2010 yılında ortaya çıkarılmış bir fotoğraf. Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan. Gencecik üçü de. İdam edileceklerini biliyorlar. Karar çoktan verilmiş, kalem kırılmış. Ama yüzlerindeki ifadeye bir bakın. Zerre kadar korku yok. Sakin görünüyorlar ve duduklarında tuhaf bir de gülümseme var. Umut gülümsemesi değil ama „umudunuzu kesmeyin gelecekten“ gülümsemesi. Kararlı, dimdik bir duruş.
42 yıl önce. Dile kolay. Şu anda bu yazıyı okuyanların çoğu, öğrencilerim, akraba çocuklarından çoğu, bir çok meşhur politikacı, gazeteci, sanatçı… henüz doğmamışlar. Hatta değil analarının karnına, henüz akıllarına bile düşmemişler.
Ben, Devlet Güzel sanatlar Akademisi’nde öğrenciyim. Arkadaşlarla kendi aramızda, “Ortalık çok sert, sokaklarda devrimci avı sürüyor ama Denizleri asamazlar.” diye konuşuyoruz. Bir yandan da, yüksek sesle söylemeye bile çekindiğimiz, “ya asarlarsa” düşüncesi beynimizi kemiriyor. Uykusuz geceler yaşıyoruz. İdam cezası “Damokles’in kılıcı” gibi tepemizde. İdamların kalkması için var gücümüzle çalışıyoruz. Çaresisiz.
Sabah gözümü Denizlerin idam haberiyle açtım. Kendimi evden dışarı attığımı anımsıyorum. Kimseyle görüşmek, kimseyle konuşmak istemiyorum. Ağlıyorum sadece. Yollarda, vapurda… Üniversiteye gittim. Tek isteğim yakın bir arkadaşımın, benimle aynı duyguyu hiç konuşmadan paylaşabilecek bir arkadaşımın, Deniz’i tanıyan bir arkadaşımın, arkadaşlarımın elini bulabilmek. Kantinin kapısında Levin’le karşılaştım. Kan çanağına dönmüş gözleriyle baktı bana. Hiç konuşmadık, sımsıkı sarıldık birbirimize ve sonra doğruca okulun yanındaki balıkçı barınağına koştuk. O sırada bir arkadaşımız daha geldi. Bir sandala atladık. Boğazın tam ortasına doğru çektik kürekleri. Karadeniz’den Marmara tarafına seyreden kocaman kapkara bir geminin burnunu anımsıyorum. Düdüğünü çala çala üstümüze doğru geldiğini ve bizim küreklere hiç dokunmadan o koca deve karşı sandalın içinde ayağa kalkıp bağıra bağıra ağladığımızı ve küfrettiğimizi hiç unutmuyorum. O anda hiçbir şey yoktu gözümüzde. Gemi bizi biçip gitse, dalgasından devrilse sandalımız, akıntıya kapılsak… En ufak bir şey hissettiğimi hatırlamıyorum. Denizin ortasında, gözlerimde Denizlerin gözleri öylesine ne kadar kaldık bilmiyorum. 6 Mayıs 1972 gününden hatırladığım tek şey bu.
Bu tarih benim yaşamımda bir dönüm noktası oldu. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olamadı zaten. Bir günde büyümüş,olgunlaşmıştık sanki. Ben o günden sonra geceleri karanlıktan hiç korkmadım mesela. Anneannem bizi hurafelerle büyüttüğü için geceleri zifiri karanlıkta uyuyamaz ve korkardım. Denizlerin idamından sonra hep, „onlar daraağacından bile korkmadılar, sen şimdi karanlıktan…“ diye düşündüm hep.
İdam geri dönüşü olmayan bir ceza. 2002 yılında idam cezası Türkiye’de kaldırıldığında ben yurtdışındaydım. O zaman da düşünmüştüm, benim tanık olduğum tarih dilimi içinde ne kadar çok insan idam edildi. Hele 12 Eylül döneminde… Kenan Evren’in onayıyla. Yanlış anımsamıyorsam 54 idam var bu dönemde. En gencinin, Erdal Eren’in yaşının büyütülerek asıldığını hiç unutmamak lazım. Türkiye’de son idam cezası 1984 yılında Hıdır Aslan’ın idamı. Sonraları da idam cezası verildi ama idam olmadı.
İdam, devlet eliyle taammüden insan öldürmektir. Savunulacak hiç bir yanı yoktur. Ülkemizde bir daha hiç kimsenin idam edilmemesini savunuyorum ve ne olursa olsun da bu savunumun arkasındayım.
Denizlerin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Kim olursa olsun, hangi nedenle olursa olsun, dünyanın neresinde olursa olsun idam cezalarının tümüne karşıyım ben. Türkiye’de son haftalarda yeni bir „idam cezası yeniden konsun“ tartışmasının başlatıldığını, hele bunu aklı başında insanların da savunduğunu gördükçe kahroluyorum. Dün tesadüfen bir tartışmanın içine düştüm. Deniyor ki, „çocuk katillerine idam verilmeli. Hem neden idama bu kadar karşısın? Sokakta devlet eliyle hergün gençler zaten ölmüyor mu? Kurşunlanarak, gazlanarak, işkencede… Hiç değilse bu pis sapık katiller böylece cezasını bulur.“ Böyle bir argümana cevap bile vermek istemiyorum. Sadece idam cezasından daha ağır cezaların da olduğunu hatırlatmak istiyorum bu kişilere