Bir basamak:
Önümde ne var hep bildim. Arkamı kollamayı bilemedim. Güneş esirgemezliği bu. Ayırmaksızın sevmenin bedeli. Toprak, yeşilin boy attığı yer değil ki sadece.
İnsanım ben baba, topraktan türkü yükselir bildim. Avucunda parçalanan tane, yalın bir geleceğin özlemi. Böyle bildim. Sorgu sual toprağa değil, toprağa ihanet edene.
Bilemediler baba. Yaşamak daha mı kolaydı sence?
İkinci basamak:
Burada durmalıyım. Uzun bir soluk ama ne kadar uzun. Zamanın göreceliğini zamanı kullanırken anlıyor insan. Ölüm yaklaşınca yaşamın değeri artıyor derlerdi inanmazdım. Her ölüm erken ölüm diyor bir şair. Bazı ölümler genç ölüm bunu niye unutuyorlar baba.
Güneşi içerken karınca topraktan. Gümüşi kanadını açarken bir deli kuş. Kendini anlatamamanın ağır kederi erken inen karanlık gibi ranzaya. Hayatın bir yolculuk anlıyorsun.
Gözlerimden başka sığınacak yer kalmamıştı.
Kırmızı bir bayrağın onurunu bizden başka taşıyan kalmamıştı.
Zorla mı sıkıştırdılar elimize. Asla. Biz de kaldırmazsak onu yerden toprak onursuz kalır ve yarın olmazdı. Gecenin penceresi hep açık kalırdı.
Beni ölümden değil, hayattan esirgemeliydin baba…
Bir başka basamak:
Terliyorum, sadece terliyorum, güneş daha yaklaşıyor.
Basamaklar bitmese: Kısa yaşadığım için bana kızma. Çok uzun sürecek bir onurdu yaşamı dersin.
Bitmeyen masal gibi. Beni görememenin acısı gönlüne bıçak gibi saplandığında.
Bazı ayrılıklar vuslattır baba. Ben kavuşma diyordum. Kızma. Sırasız terk-i diyarlara yürüdüğüm için ömründen. Sevmediklerimi de esirgemeyi neden öğrettin.
…daha:
Baba yüreğim kanıyor bak, bunu ben istemedim. Onlar istedi. Onlar istedi diye de yapmadım. Ben istediklerimi yaptım, çünkü böyle gördüm senden.
Bir fotoğraf kalacak elinde biliyorum. Ne anlatır, hüzünden başka, artık nefes almayan birinin fotoğrafı. An, ne kadar saklı kalır bir yürekte. Son seveni de bakmaz olunca mı ölür fotoğraflar?
Ölüm hayatı haklı çıkarmaz biliyorsun.
Ölümsüzlük çok daha zor baba. Bunu öğretmedin.
Bir basamak daha:
Okuduğum bütün şiirler geçiyor şimdi aklımdan. “Ölüme yaklaşınca hayatın geçer gözünün önünden film şeridi gibi,” diyenlere bunu söylemek isterdim. Kendi yüzüm bu şiirlerin içinde geziniyor. En sevdiğim şarkıyı söylüyorum içimden. Birileri şimdi kahvaltı yapıyor diye düşünüyorum aile sofrasında. Çocuğu bıçağı kirletti diye bir anne yüzünü ekşitiyor. Bir kadın eteğini kaldırıyor bir başka şehvetli güneşin altında.
Antarktika’da, Afrika’da neler oluyor? Hindistan’da daha kaç kadın ölecek sistem yaşasın diye? Ya bu topraklarda kaç türkü daha söylenecek zulüm adına? Türküler zulmün önünü kesmiyor, sadece anlatıyor baba…
Son basamak:
Var mı sahi son basamak. Asıl, bu basamaklardan inerken düşünüyorum kendimi ter içinde. Çıkarken döktüğüm terden daha çok ter içinde. Ellerimde değil terin yumuşak taneleri. Gönlümde tek tek dökülüyor. Yağmur sesi gibi geliyor kulağıma kendi terimin sesi. Sanki kırmızı kan taneleri.
Yüzümü silmeliyim ama utanıyorum. Ölümün emeği terimden utanıyorum.
Yukarıda bekliyor mu acaba terimi silecek olan biri. Ebedi gençliğimi. Göz gözeyiz babacığım bütün hatıralarımla.
Senden özür diliyorum. Ben ölümümü armağan ettiğim için sana, çok utanıyorum. Bunu fark ettiğini hissediyorum. Ömrümün son saniyeleri de bir utanç yarışı işte.
Halkım benden hep utanacak mı baba? Haksızlığa sesini çıkaramayan bir insan korosu Türkçe bir Requem söyleyecek mi bir gün papatyalara karşı. Bizi anarak. Bütün devrimcileri.
Kaçıncı katledilmenin kurbanıyım acaba? Kendinden şüphe etmeyen kalbimin duruşu kendinden şüphe ettirecek mi sokaktaki birini, yarın bir çocuğu. Kirpiğimdeki tek ter tanesi yanıtlıyor: Evet!
Umudum, korkumu öldürüyor. Kendimi hep yaşayacakmışım gibi hissettiriyor bana.
Ölümsüzlüğün bir başka sırrı olmalı giden için de kalan kadar. Bunu bütün bedenimde hissediyorum. Bedenim baştan sona hayat. Nefesi dursa da hayat.
Hayata inanmayı ölürken de bilmenin huzuru şimdi ikimizin de gözlerinde. Dostların yanına gidiyorum.
Duruş: Deniz’in mavi boynuna geçirirken yuvarlak ipi: Elleri titriyor hayatın.
6 Mayıs-25 Haziran
SAFRAN ÇİÇEĞİ