FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

DİRENEBİLMEK İÇİN

DİRENEBİLMEK İÇİN

Uzun zaman oldu yazmayalı Femtrak’a…

En son Nisan ayında yazmayı hayal etmiştim ama maalesef yazamadım. Şimdi bu arayı kapatmak istiyorum. Artık ne kadar kapatabilirsem…

Geçtiğimiz 27 Mart “Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi”ni yazan Peter Sellars’tan başlamak istiyorum. Ünlü tiyatro ve opera yönetmeni, bizleri kendi epik zaman, epik değişim, epik farkındalık, epik düşünce, epik bakış alanımıza ve perspektifimize davet eden yazısıyla…

“COVID-19 iki yılda insanların duyularını köreltti, hayatlarını daralttı, oluşmuş bağları kopardı ve bizi insanlık meskeninin sıfır noktasına getirip bıraktı. Böyle bir süreçte hangi tohumlar tekrar tekrar ekilmeli, hangi istilacı türler durdurulmalı, hatta kökünden kazınmalı? O kadar çok insan diken üstünde ki… Mantık ve beklentinin dışında, o kadar çok şiddetle karşı karşıyayız ki… O kadar çok müesses düzenin süregiden zorba yapıları olduğu ortaya çıktı ki… Anma törenlerimize ne oldu? Neleri hatırlamaya ihtiyacımız var? Daha önce atmadığımız adımları artık düşünmemizi, prova etmeye başlamamızı sağlayacak ritüeller neler? Epik bakış, amaç, iyileşme, onarma ve ilgi tiyatrosunun yeni ritüellere ihtiyacı var. Eğlendirilmemiz gerekmiyor. Bir araya gelmemiz gerekiyor. Alanları paylaşmamız ve paylaşılan alanları çoğaltmamız gerekiyor. Birbirimizi yürekten dinlediğimiz, korunaklı eşitlik alanlarına ihtiyacımız var.’’

İki yılı aşan ve hepimize ağır bir ders olan koronavirüs salgını, bitmeyen (ya da yeni başlayan) savaşlar, depremler, yangınlar, seller ve ekonomik kriz… İçinde yaşadığımız dünyayı biz bu hale getirdik ve bu durumun ilk bakışta bize umut vaat ettiğini söylemek oldukça zor. Bizi sarmalayan felaket senaryoları sanki gittikçe bizim itidalli davranmamızın önünde bir engel oluşturuyor. Çıkış yolunu nerede bulacağız? Bu büyük resmi görüp de bize “dert etmeyin” ya da “kaygılanmayın” diyenler ya da bizimle “mutluluğun formüllerini” paylaşanlar, “izlemeyin”, “okumayın”, “odağınızda size iyi gelen şeyler olsun” diye tavsiyede bulunanlar gerçekten içinde bulunduğumuz kaosta bunları uygulayabildiğimize inanıyorlar mı? Kuşkusuz ‘olumlu düşünmek’ mutluluk getirir mi getirmez mi bil(e)mem ama iyi hissettirir. Ama nereye kadar?

Beklentilerimizi karşılamayan bir sistemde, onca acı ve çirkinlik içinde iyilikleri ve güzellikleri çoğaltmanın bir yolunu nasıl bulacağız? Sanat bunu başarabilir mi? Aslında dürüst olmam gerekirse asıl sorum: Tiyatro bunu başarabilir mi?

Bunun cevabını bu yıl “Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi”ni kaleme alan Seçkin Selvi’nin yazdıklarında buldum. Şöyle bitirmiş bildirisini Seçkin Selvi “… Dünya Tiyatro Günü”nün yer aldığı mart ayı ise, dünyanın çeşitli yerlerinde yıllardır sürdürülen savaşların acılarına Karadeniz kıyılarından gelen bomba sesleriyle bebek çığlıklarını ekledi. Tarihteki büyük savaşlar, 1. ve 2. Dünya savaşları, Vietnam savaşı, Bosna savaşı, sayısız kurtuluş savaşı ve savaşımı nasıl tiyatro aracılığıyla insanlığın ortak belleğine işlendiyse, hiç kuşkusuz yeni savaşlar ve saldırılar da birgün sahnede yerini alacaktır. Çünkü tiyatro o ortak belleği sürdürebilmek için bütün bunları anlatmak zorundadır. İnanıyorum ki tiyatronun da katkısıyla ortak belleği besleyerek, insanlarla, halklarla, ülkelerle el ele tutuşup, omuz omuza vererek insanca yaşanan ortamlarda dünya sanatçılarını alkışlamaya devam edeceğiz.”

Bu ‘direnç’ öyle iyi gelmişti ki okuduğumda… Seyirci ile buluşulan o “ortak” zamanda gerçekten bir umudun nasıl büyüdüğünü -belki kanıtlayamam ama- biliyorum. Dahası öyle olduğuna inanıyorum. 

2017’de Dünya Tiyatro Günü Bildirisini yazan Fransız oyuncu Isabelle Huppert “…Tiyatro öyle güçlü ki her şeye direniyor, her şeye karşın hayatta kalıyor, savaşları sansürleri parasızlığı aşıp geçiyor…” demiş ve şöyle devam etmiş, “… Seyirci olmadan tiyatro da olmaz, bunu unutmayalım. Salonda bir kişi de olsa o seyircidir. Yine de fazla boş iskemle kalmasın!” 

“Boş iskemle kalmasın…” Sadece bunu dilemek bile bana kendimi iyi hissettiriyor. Kalmasın. Bir tek boş koltuk kalmasın. Seyirci de yaratıcı sürecin önemli bir parçası. Onun varlığının dahil olmadığı bir dünyada sanat işlevini yerine getirebilir mi? Bunu şunun için söylüyorum; enflasyonun hayatımızı etkilediği, hayat pahalılığının artık belimizi büktüğü ve maalesef zorunlu olarak bir şeylerden kısıtlama yapmaya doğru gittiğimiz bir süreçte seyirciyi tiyatro salonlarına çekebilecek miyiz? Seyirci bugün nereden, nelerden kesinti yapacağını düşünürken yani gıdasından mı elektriğinden mi ısınmasından mı kesinti yapacağını düşünürken sanat ne yana düşüyor hayatında? Gerçekten merak ediyorum kriz dönemlerinde kim nelerden kısıyor? Mesela kültürel harcamalarından mı? Okuma alışkanlıklarından mı? Tiyatroya gitme alışkanlıklarından mı? Peki sinema? Sergi? Konser? Temel ihtiyaçlarını bile almakta zorlanan insanlar 2022-23 tiyatro sezonunda tiyatroya gelebilecekler mi, oyun izleyebilecekler mi?

Bunu günümüz koşullarında sağlamanın bir yolu olmalı. 

2013’teki bildiriyi yazan tiyatro yazarı Dario Fo, “Bugün oyuncular ve tiyatro toplulukları sahne, salon ve izleyici bulmakta güçlük çekiyorlar. Bütün neden kriz. O nedenle, iktidar sahipleri inceden inceye alay ederek seslerini duyuranların nasıl denetleneceği gibi sorunlarla uğraşmıyorlar artık. Zira oyuncuların ne yeri yurdu var, ne de seslenecekleri halk kitlesi…

Şimdi yeniden başa dönmek istiyorum; insanların içsel huzurunun, mutluluğunun, tadının tuzunun olmadığı, gelecek kaygısının zirve yaptığı bir süreçte, inadına tiyatro mekânlarında yanyana gelmeliyiz. Çünkü sanatın bir topluma umut verdiğini biliyorum. Bizim anlatacaklarımız var. Hikâyelerimiz var. Belki küçük şeylerden başlamak gerekir: evden çıkıp bir tiyatro bileti alıp, oyun izleyerek…

Yaşamak için, nefes almak için, direnebilmek için…

Ayşe Lebriz Berkem

Ayşe Lebriz Berkem

Tüm Yazıları