FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

DİJİTAL BİLİNÇ İLE ÖLÜMDEN SONRA YAŞAM MÜMKÜN MÜ?

DİJİTAL BİLİNÇ İLE ÖLÜMDEN SONRA YAŞAM MÜMKÜN MÜ?

DİJİTAL BİLİNÇ İLE ÖLÜMDEN SONRA YAŞAM MÜMKÜN MÜ?

EKRANDAN DIŞARIYA SIZAN DİSTOPYA

 

Çiçek Çizmeci

Black Mirror’ın son sezonundaki “Common People” bölümü, hepimizin zihninde yankılanan soruları sormalıyor: Ya bilincimizi bilgisayara yükleyebilseydik? Yaşamın sonuna geldiğimizde ikinci bir şans bulabilir miydik?

Bölümde, komaya giren öğretmen Amanda’nın hikayesini izliyoruz. Çaresiz kalan kocası Mike, Rivermind adlı bir teknoloji şirketinin sunduğu çözüme başvuruyor: Amanda’nın beynini dijital ortama aktarmak. Mucizevi bir şekilde Amanda “uyanıyor” ve normal yaşamına dönebiliyor.

Ancak her teknolojik mucize gibi, bunun da bir bedeli var. Aile, Amanda’nın dijital yaşamını sürdürebilmesi için şirkete yüksek abonelik ücreti ödemek zorunda. Ödeme yapamadıklarında ise Rivermind, Amanda’nın bilincine reklamlar yerleştiriyor. Karısını hayatta tutmak isteyen Mike, daha da ağır bir ekonomik yüke katlanmak zorunda kalıyor.

Bu senaryo, bizi rahatsız eden bir soruyla baş başa bırakıyor: Teknoloji size ölüme çare sunuyorsa, ama karşılığında özgürlüğünüzü istiyorsa, bu bedeli öder miydiniz?

Peki, bugün böyle bir teknoloji mümkün mü? Kısaca cevap vermek gerekirse hayır, henüz değil.

Bunun iki temel nedeni var:

İlki ve belki de en temeli, bilincin ne olduğunu tam olarak anlayamamış olmamız. Bilim insanları bunu “zor bilinç problemi” olarak adlandırıyor. Beynimizde gerçekleşen elektrokimyasal süreçlerin nasıl öznel deneyimlere dönüştüğünü henüz açıklayabilmiş değiliz.

İkincisi, insan beyninin akıl almaz karmaşıklığı. Yaklaşık 86 milyar nöron ve trilyonlarca sinaps barındıran beynimiz, evrendeki en karmaşık yapılardan biri. 2023’te bilim insanları bir meyve sineğinin sadece 140 bin nöronluk beyninin haritasını çıkarmayı başardılar ve bu bile yıllar süren bir çalışma gerektirdi. İnsan beyni bunun 600 bin katı büyüklüğünde 2013’te başlayan ve 600 milyon Euro bütçeye sahip Avrupa Beyin Projesi bile insan beyninin tam bir haritasını çıkarabilmiş değil.

Bilinç yükleme şimdilik bilim kurgu olsa da, beyin-bilgisayar arayüzleri konusunda heyecan verici gelişmeler yaşanıyor:

Elon Musk’ın kurduğu şirket Neuralink, beyne yerleştirilebilen kablosuz implantlar geliştiriyor. 2024’te ilk kez bir insana çip takarak felçli bir hastanın düşünceleriyle bilgisayar kullanmasını sağladılar. Hatta görme ve konuşma engellerinin üzerine de çalışıyor ve bunlar için de beyne bilgisayar ile bağ kuran bir çip yerleştiriyor.

2016’da kurulan Synchron isimli şirket, beyin ameliyatı gerektirmeyen, kan damarları üzerinden yerleştirilen bir sistem geliştirdi. 2024’te bir ALS hastası bu teknoloji sayesinde zihnini kullanarak Apple Vision Pro ve Amazon Alexa’yı kontrol edebildi.

Blackrock Neurotech, 2008’den beri beyne yerleştirilen mikro elektrotlarla çalışmalar yürütüyor. Bu sayede felçli hastalar robotik kolları hareket ettirebiliyor ve hatta bazı durumlarda dokunma hissini yeniden kazanabiliyorlar.

 

THESEUS’UN GEMİSİ VE KİMLİK SORUNU

Dijital bilinç fikri bizi derin felsefi sorularla karşı karşıya getiriyor. Bu sorular yeni değil; insanlık 2500 yıldan fazla bir süredir benzer konuları tartışıyor.

M.Ö. 1. yüzyılda Plutarkhos’un anlattığı “Theseus’un Gemisi” paradoksunu düşünün: Efsanevi kahraman Theseus’un gemisi, Atinalılar tarafından bir anıt olarak korunuyordu. Zaman içinde çürüyen parçaları yenileriyle değiştirildi. Sonunda, geminin orijinal parçalarından hiçbiri kalmadı. Plutarkhos sorar: “Bu hâlâ Theseus’un gemisi midir?”

  1. yüzyılda Thomas Hobbes paradoksa yeni bir boyut ekledi: Ya birisi Theseus’un gemisinin eski parçalarını toplayıp orijinal gemiyi yeniden inşa ederse? O zaman hangisi gerçek Theseus’un gemisidir?

Bu paradoks, dijital bilinç aktarımıyla doğrudan ilişkilidir: Eğer Amanda’nın beynindeki tüm nöronlar ve bağlantılar dijital ortama aktarılırsa, bu “dijital Amanda” gerçek Amanda mıdır? Ya da sadece bir kopya mıdır?

  1. yüzyıl İngiliz filozofu John Locke, kişisel kimliğin özünü hafıza ve bilince bağlar. Ona göre, bir insanın kimliği bedeninde değil, bilincinin sürekliliğindedir. “Aynı bilinç geçmiş eylemlerin anılarını koruyorsa, o bilinç aynı kişiye aittir,” der Locke.

Bu bakış açısıyla, eğer dijital Amanda biyolojik Amanda’nın tüm anılarına ve bilinç sürekliliklerine sahipse, Locke bunların teorik olarak aynı kişi olduğunu söyleyebilirdi.

Ancak modern teknoloji, bu teoriye meydan okuyor: Amanda’nın beynini tarayıp dijital bir kopya oluştursak ve orijinal Amanda da yaşamaya devam etse, hangisi “gerçek” Amanda olurdu? İkisi de mi? İkisi de kendilerini “ben Amanda’yım” diye tanımlayacak, ama aynı anda iki Amanda olabilir mi?

Bilinç yükleme teknolojisinin gelişmesi ayrıca, etik açıdan oldukça karmaşık bir manzara oluşturacaktır. Dijitalleşen zihinlerimiz, veri güvenliği sorunlarıyla karşı karşıya kalacak, en mahrem düşüncelerimiz ve anılarımız hack’lenme veya kötüye kullanılma riski taşıyacaktır. Black Mirror’da gördüğümüz gibi, dijital bilincimiz üzerinde şirketlerin kontrol sahibi olması, reklamlarla doldurulma veya manipüle edilme tehlikesini beraberinde getirecektir. Ayrıca bu teknolojinin önce ekonomik elite sunulacak olması, “dijital ölümsüzlük” konusunda derin bir sınıfsal uçurum yaratabilir. Zenginler sonsuza dek yaşarken, diğerleri ya hiç bu şansa erişemeyecek ya da reklamlara maruz kalma gibi ağır bedeller ödeyecektir. Belki de en kafa karıştırıcı sorun, aynı anda hem fiziksel hem de dijital formda var olabilecek kişilerin yasal statüsü olacaktır. Hangi versiyonun evlilik, mülkiyet ve miras haklarına sahip olacağı, kimliklerin nasıl korunacağı gibi sorular, mevcut hukuk sistemimizin hazırlıksız olduğu yepyeni zorluklar getirecektir.

Bilinç aktarımı fikri, hem heyecan verici hem ürkütücü. Black Mirror bu teknolojinin olası faydalarını ve tehlikelerini gösteriyor. Gerçekte henüz böyle bir teknoloji yok, bilimsel gerçeklik, bilincin dijitalleştirilmesi konusunda henüz emekleme aşamasında.

Nöroteknoloji her yıl ilerliyor ve belki de ileride imkânsız dediğimiz şeyler mümkün hale gelecek. Önemli olan, “yapabiliyor olmamız, yapmamız gerektiği anlamına gelir mi?” sorusunu şimdiden sormak.

Bu konuları toplum olarak tartışmak çok önemli. Çünkü bir gün biri “Size sonsuz dijital hayat vaat ediyoruz” derse, bunun ardındaki bilimsel gerçeği ve etik sorunları anlamış olmamız gerekecek.

Kendi bilincimizi dijital ortama aktarmak mümkün olsa, buna gönüllü olur muydunuz? Ve daha da önemlisi, o dijital bilinç gerçekten siz olur muydu?

KUTU YAZISI: DESCARTES VE ZİHİN-BEDEN İKİLEMİ

  1. yüzyıl filozofu René Descartes’ın meşhur “Düşünüyorum, öyleyse varım” (Cogito, ergo sum) önermesi, zihin ve beden arasındaki ilişkiyi sorgular. Descartes’a göre, kişi bedeninin varlığından şüphe duyabilir ancak düşünen bir varlık olduğundan şüphe duyamaz. Bu da zihnin bedenden daha temel olduğu düşüncesini destekler.

Descartes zihin ve bedeni iki ayrı töz olarak görür. Peki sizce bir kişiyi sadece bilinci mi oluşturur yoksa beden ve bilincin birlikteliği mi bizi biz yapar?

Picture of Çiçek Çizmeci

Çiçek Çizmeci

Tüm Yazıları