Konuşuyor konuşuyor hiç susmuyor
sığırcıkları, ardıç ağaçlarını ve o son akşamını yeryüzünün
haberlerde olmayanı hayatta olmayanı
yaşamak istedi bir türlü olmadıları
sevmek istedi bir türlü beceremedileri
-daha ne kadar tahammül edebilir ki’leri
şöyle yumruklasam göğsümü -susar mı?
art arda anımsıyor geçmiş bir yüzyıl gibi geçmişi
mesela tutunacak bir dalın da yok diye içlenen kimdi
hangi dehlizden hangi sığınaktan geliyordu sesi
zamanın söylediği nice nasihatti de -ne çare
-ağlasam iyiydi, diyor bunları demeden önce:
“mor mürekkeple yazılanlardan hiçbiri
kanımdan önce kurumadı bende”
anımsıyor kesik bir damar gibi ölümcül olanı
hangi sokaktan geçiyorsa o an gölgeleniyor yüzü
sığırcıklar bir anda havalanmış gibi ürküp…
şöyle sarsam kollarımla kendimi -sakinleşir mi?
uzun bir dalgınlıktır bu bizdeki deyip
bir şeyler sayıyor parmaklarıyla,,,
-saydım bitti, diyor bunları demeden önce:
“saydım nefesimi ne zaman aklımdan geçse
sonra hatırasını saydım kabahatlerini ve gömleklerini
sanki kalbime yerleşmemiş gibi bir vakitler
ellerini, öfkesini, gözlerini saydım
kör bir bıçaktı etimde gezinen
ömrümü topladım da çıktım yola yeniden
saydım kaç ev değiştirdiğimi kaç kalp kaç deniz
hiçbirinden kovulmadan nasıl bu kadar incindim ben”
bunu uzaktan hissedenler
bunu yakından izleyenler
sığırcıkları seviyoruz değil mi hep beraber
konuşuyoruz konuşuyoruz hiç susmuyoruz
-şimdi soruyu alalım-
ne değişmiş olabilir haritanın bir ucundan bir ucuna göçerken
yalnızlık değiştirdim hepsi bu.