FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

#direnayol

#direnayol

Pazar akşamüstü. Karıştırıyorum tencereyi, canım sütlü bir tatlı çekti, göz kararı koydum bir şeyler artık tutarsa. Akordeoncu adam geçiyor yine sokaktan oğluyla, ben de bağıra bağıra kendi açtığım müziğe eşlik ediyorum bir taraftan. Karıştı sesler, müzikler, ben karıştım, tencere karıştı. Kapattım müziği, pencereyi kapatsam nafile. Neyse… Nasıl oldu birden 2013 yılında Cancan’la Beşiktaş’ta yaşadığımız ev geldi aklıma. İstanbul’daki ilk yılım, ilk evimdi. Serencebey yokuşundan her akşam ağlayarak çıkıyordum. Cancan’a az çektirmemiştim o dönem, okuyucunun önünde özür dilerim kendisinden. Bir akşam yine böyle akordeoncu bir amca geçti sokaktan, ben ilk kez görüyordum böyle bir şey. Üniversitede akordeona merak salmıştım bir ara da parasızlıktan satmıştım sonra. Nasıl uçuyorum havalara, el sallıyorum, dans ediyorum. Şimdi de ne zaman görsem, duysam  “Of hep aynı şarkılar, Hatırla Sevgili ile başlıyor, İzmir Marşı sonra Çav Bella.” diyorum.

O Beşiktaş’taki ev uğursuz geldi bize. Bu belki başka bir yerin hikayesi olur ama buranın değil. Sonra Moda’da küçük bir stüdyo daireye taşındım. Öğretmendim o zaman, akşam Gezi’de küçük bir topluluğun eylemiyle ilgili bir haber görmüştüm, sabah ders arasında herkes Gezi’den bahsediyordu, Twitter’a girdim, anlamaya çalıştım, arkadaşlarımı aradım. Herkes Gezi’ye gidiyordu, mahalle bakkalından, okulun güvenliğine, mesaisini bitiren herkes koşa koşa Gezi’ye gidiyordu. Bu da başka bir hikaye ama ben asıl 30 Haziran 2013’ü hatırladım bir de bugün. 

Bizim çocuklardan birine  dedim ki, “N’olur Onur Yürüyüşü’ne gidelim, daha önce hiç görmedim bir de bu yıl çok önemli.” Bindik Kabataş vapuruna. Kalbim nasıl hızlı hızlı atıyor, nasıl heyecanlıyım, o Kazancı Yokuşu’nu nasıl çıktık, nerelerden geçtik hiç hatırlamıyorum bile. Nihayet girdik İstiklal’e. İstiklal Caddesi’nde yürümeye meydandan başlarsanız tünele 20 dk’da varıyorsunuz, bu da yaklaşık 1.5 km’lik bir mesafe. İnanılmazdı, meydandan başlayarak tüm İstiklal Caddesi gökküşağıydı, rengarenkti, herkes çok ama çok güzeldi, hep beraber “Nerdesin Aşkım?” diye bağırıyorduk. Adım atacak yer yoktu ve küçük bir taşkınlık bile olmadı. Sadece oradan geçen ve yürüyüşle alakası olmayan birinin “Ulan İstanbul’da ne kadar çok ibne varmış.” dediğini hatırlıyorum, buna da çok gülmüştük. Evet vardı, hem de çok, velev ki ibnelerdi ve çoklardı, hala da çoklar ve iyi ki varlar. 

Wikipedia bilgisi aktarıyorum ne kadar doğrudur bilmem ama: “İstanbul Onur Yürüşü Gezi Parkı protestolarının da etkisiyle 100.000’den fazla kişinin katılımıyla gerçekleşmiş, bu katılım oranıyla yürüyüş Orta Doğu ve Doğu Avrupa’nın en büyük onur yürüyüşü olmuştur.

2014 yılı müdahalesiz son yürüyüş oldu. Sonra gelsin biber gazları, gözaltılar, yasaklar. . .

Şimdilerde aile bütünlüğü, toplum ahlakı gibi içi boş kavramlarla beslenerek sürekli körüklenen bir nefret var. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen LGBTİ+ karşıtı yürüyüş dünyanın birçok ülkesinde nefret suçu sayılacak iken bizim ülkemizde devlet ve toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından destekleniyor. Üstelik gün geçtikçe toplumun dışına itilmeye çalışılan LGBTİ+ bireyler bu demokratik haktan mahrum bırakılıyorken. Yürüyüşü gerçekleştiren ekibe bakıyorsunuz, eyvahlar olsun, kimin ne olduğu, neyle iştigal ettiği belli değil. 

Neyse geçti gitti akordeoncu adam, yine aynı repertuarla; olsun, müzik hep var olsun, 3 şarkılık da olsa. Tatlımı da yaptım, koydum kaplara. Soğumaya bırakmadan önce bir kaşık alıp tadına baktım. Şimdi, bir Pazar akşamı farkettim de ya ben yaşlanıyorum ya da yaptığım sütlü tatlının bile eskisi gibi tadı yok… 

Not: Bu satırları kaleme aldığım gün, bir marka homofobik bir karar almamıştı henüz. 7 Ekim tarihinde ise “LGBTciler” için bir anayasa değişikliğine gidileceği açıklandı. 

İnci Öztürk

İnci Öztürk

Tüm Yazıları