2006 Prag, Charles Köprüsü.
Bu fotoğrafı çekerken kucağında taşıdığı kuklaya çok benzettiğim o kadının aslında sıradışı bilinmeyen yüzünü özenle koruyup onu kucakladığını ve gizemli benliği ile bütünleşmeye çalıştığını hayal ettim.
Fotoğraf ilk defa 2007 yılında kadın fotoğrafçıların Bursa’da Günyüzü Kadın Dayanışma Derneği yararına düzenlediği bir açık arttırmada satıldı. Fotoğrafı hikâyesinden etkilenerek satın alan kişi Ece lakaplı Abdullah Uçele isimli bir travestiydi.
Ece 2008 yılında 20 TL için bıçaklanarak öldürüldü…
Aynı fotoğraf daha sonra benim hikâyeme Ece’nin hikâyesi de eklenerek bir ‘portreler’ karma sergisinde daha yer aldı. Serginin sonunda fotoğrafı anneme hediye ettim. Annem fotoğrafı salonun çok görünür bir yerine astı.
Ve aynı fotoğraf yeniden basıldı. 2020 yılında ‘Benim Güzel Fotoğrafım’ başlığı altında düzenlenen bir karma sergiye Antalya’ya yolculuk etti. Sergi şu soruyu soruyordu ‘En sevdiğiniz fotoğraf hangisi?’
Ortak bir yanıtımız vardı ‘‘Fotoğrafçılar için en zor sorulardan birisi.
En güzel fotoğrafımızı seçmek için sadece teknik olarak başarılı, veya izleyiciler tarafından çok ‘’beğeni’’ almış olması gerekmez. Çekim sırasında yaşadıklarınız, özel hisleriniz, çekilen zamanın ayrıcalığı gibi bir çok etken bazılarının öne çıkmasına sebep olur. ’’
Sergiler dışında bu fotoğrafla farklı zamanlarda ve farklı çağrışımların etkisiyle karşılaşmalarım oluyor. Bazen bir kukla gösterisinde, bazen bir travesti öldürüldüğünde, bazen Prag’ı özlediğimde, bazen kızıl saçlı bir kadın gördüğümde; kendimi korumaya aldığımda, bir kadının omuzuna baş koyduğumda, kuaförün duvarına asılmış bir saç tutamına baktığımda, duygularımı saklamaya çalıştığımda, bir canlıya şiddet uygulandığında, sokulgan aşıklar gördüğümde, başa çıkılamayan yalnızlıkları işittiğimde, doğan bebeklere üç harfli isimler verildiğinde…
Bir kaç hafta önce annem salonda oturmuş, yeni tanıştığı ama çok sevdiği bir kadın için ördüğü şalı okşarken ilmekleri sayıp ‘galiba arada atladım’ diye hayıflandı. Önce anneme baktım sonra salonda duvarda asılı duran bu fotoğrafa. Göğsüme ve boynuma bir sıcaklık yayıldı, yüzüme de tatlı bir tebessüm yerleşti. Sonra teyzem geldi, fotoğrafa baktı ve sordu ‘bu fotoğraf beni çok huzursuz ediyor, kadının neden tek gözü yok?’’
Yanından defalarca geçtiği halde tedirginliğini ilk defa dile getiriyordu. Annem ‘anlat kızım, hikâyesini bilmiyor’ dedi. Fotoğrafa bir kere daha ve bitmeyen bir merakla baktım. Daha önce hiç aklıma gelmemişti; kuklanın yüzünün yarısı gerçekten çizilmemiş olabilir miydi? Teyzem o kusur olarak gördüğü bütünlüğü bozulmuş donuk ifadeden rahatsız olmakta belki de haklıydı. ‘‘O aslında bir kukla ama çok gerçekçi değil mi’’ diye başladım anlatmaya ancak hikâyemin son cümlesi ilk defa farklıydı ‘‘belki de öldürülen Ece benim bu fotoğrafa yüklediğim anlama kendisininkini de eklemiştir, belki o da yarısı çizilmemiş bu yüzü tamamlamak ve kuklanın Gepetto’su olmak istemiştir ya da kendini kuklaya benzetmiş, ilk defa kendi gerçekliği ile yeniden hayat bulmak istemiştir. Bilemiyoruz, çünkü hiç tanışmadık; bilemiyoruz çünkü onun da hikâyesi bu kukla gibi huzursuzluk içinde yarım kaldı…’’
Teyzem tepki vermedi, merakı dinmiş ama muhtemelen eskisinden daha fazla tedirgin olmuştu…
*Ece (TDK): 1. Kraliçe 2. Güzel kadın
Bu hikâyeyi editörümüze gönderdiğimde 6 Şubat depreminin 1. yıldönümü yaklaşmaktaydı. Enkazlarda canlanmayı bekleyen oyuncak bebekler vardı fotoğraflarda. ‘‘Tüm hikâyeler hatırlanmak ister’’ diye geçirdim aklımdan. Üç harfli adları olan tanımadığım çocukları mırıldandım sessizce. Ya anlatıcılar yoktu artık ya da onları dinlemek isteyenler ve mekânlar …
Bir söyleşide haberdar oldum bu projeden, sizlerle de paylaşmak istedim. Bilmeyenlere anlatılsın diye www.hafizaharitasi.com
Projenin tanıtım yazısında şöyle diyor:
‘‘Beledna – Hafıza Haritası, katılımcı çevrimiçi bir hafıza mekanı. Duyguların, anıların ve öykülerin birbirine dokunduğu bir dijital dünya. Bu dünya, Hataylıların yanı sıra bu şehre adım atmış herkesin hatıralarını bir araya getirerek belednanın, yani memleketimizin canlı hafızasını oluşturmayı hedefliyor.
Burada amacımız, şehirle bir şekilde bağ kuranların katkı sunduğu bir arşiv oluşturarak, şehrin yaşadığı yıkım ve yeniden inşanın yarattığı mekânsal hafıza kaybına bir nebze de olsa engel olmak. Kullanıcılar, harita üzerinde dolaşırken diledikleri yeri işaretleyecek, o yerlere yazılar ve görseller ekleyerek kişisel hikayelerini paylaşacaklar.
Böylece oluşacak bu benzersiz arşiv, Hatay’ın sadece bir felaket coğrafyası değil, aynı zamanda bir dizi yaşanmışlıkla, biraradalıkla, farklılıkla ve mücadeleyle var olmaya devam eden bir mekan olduğunu, bu şehre dair anlatacakları olanlardan dinleyeceğimiz bir hikayeye dönüşecek.’’