Bu sıralarda bir şeyin farkına vardım. Bilmem bu görüşüme katılacak mısınız… Tanıdıklarımın çoğu, arkadaşlarım, sosyal medyada rastladıklarım ve hatta özellikle de kendim için söyleyebilirim bunu: Tam da umutlu olmamız gereken bir zamanda, acayip bir hüzün var çoğumuzda. Konuşuyoruz, gülüyoruz ama içe dönük yaşıyoruz. Ben mesela hiç bir şey yapmak istemiyorum. Dışarı çıkmak, birileriyle buluşmak, yürüyüş yapmak, bir şey üretmek… Tüm bunlar zor geliyor. Katılmışsam eğer bir arkadaş buluşmasına, mesela bir rakı sofrasına, bir süre sonra sıkılıyorum, kalkıyorum.
Galiba son aylarda yaşadıklarımız, önce pandemi sonra enflasyon, deprem, on binlerce kayıp insan, seçim katakullileri, sayısını unuttuğumuz kadın cinayetleri, çocuk istismarları, hemen hemen her gün aldığımız ölüm haberleri, betonlaşan ülkemizi bekleyen felaketler, çevre sorunları ve durmadan yağan yağmur, sel, geleceğe yönelik endişelerimiz… bizi yani beni aşağıya çekti biraz.
Şimdi önümüz Nisan. Havada bahar kokusu var. Çoğu ağaç tomurcuklandı bile. Köstebekler çoktan delik deşik ettiler toprağı, kuşlar cilveleşerek uçuşuyor balkonumun önünde. Belki bu sene de yuva yaparlar balkonuma. Bahar umut. Yeniden doğuş.
Çocuk seslerini özledim. Çok özledim. Onlar da bilgisayarlarının başında popo büyütüyorlar ne yazık ki. Kırlara yayılan, çember çeviren, ağaçlara tırmanan, koşan oynayan çocuklar yok sokaklarda. Oysa neşeli bir çocuk sesi nasıl da umutlandırır bizi.
Bu sayımızın ağırlığını çocuk ve umut olarak saptadık. Çoğu arkadaşımız bu konuyu işledi. Benim en sevdiğim ve öğrencilerime de mutlaka öğrettiğim Livaneli’nin bir şarkısı vardır, ona sığınıyorum bu günlerde. “Umudu kesme yurdundan”. Diyor ki bir bölümünde:
“… Işık yener karanlığı
Bak çocukların gözlerine
Umudu kesme yurdundan
Kara kışın buzu bile
Sürmedi sonsuza kadar
Bahara döndü sonunda
Filiz sürdü kar altından
Umudu kesme yurdundan”