
Şu anda dışarıda şakır şakır yağmur yağıyor. Oysa dün harika bir sonbahar yaşadık. Ağaçlar henüz yeşilini yitirmemişti ama yerler sarı, kızıl, kahverengi bir kilimle örtülmüştü. Ayağımın altında çıtırdayan yapraklar üzerinde yürüdüm uzun uzun. Hayaller kurdum. Ağaçlara dokundum, bazen dayanamayıp sarıldım da… At kestanesi topladım. Onların bedenime bıraktığı ılık enerji canlandırdı beni.
Şimdi, kuru yapraklar yol kenarından akan sele kapılmış gidiyorlar. Karşı apartmanda oturan komşumun minik kızları sarı çizmelerini ve yağmurluklarını giymiş, su birikintilerinde zıplıyor. Hangi çocuk sevmez ki bunu? Nasıl da mutlular. Ben de yeniden çocuk olmak isterdim. Gezegenimizin başına ağrıtan herşeyden habersiz su birikintilerinde dolaşmak…
Az önce okudum, Kuzey Buz Denizi, her yıl bu tarihlerde donmaya başlarmış. Bu yıl donma emaresi yokmuş henüz. Sibirya’daki dev yangınlar ve albedo etkisinin azalması nedeniyle Kutupların hızla ısındığı söyleniyor. Yanan sadece Sibirya ormanları değildi ki. Dünyanın dört bir yanında günler, haftalar süren yangınlar yaşadık. Elbette bizi esas yakan Akdeniz, Ege ve Dersim ormanlarıydı. Haftalarca kül soluduk, yangının ateşi baştan başa vurdu hepimizi. En çok da o bölgelerde yaşayanları.
Eylül başında yangınlar söndükten sonra Mazı’ya ve sonra da Marmaris tarafına, arkadaşlarıma gittim. Öyle bir şok yaşadım ki. Daha önceden arabamızın yeşile gömülerek gittiği yol, kızgın güneş altında eriyen çıplak bir zift artık. Sağın solun simsiyah. Kara bir tabut. Yoğun bir is kokusu. Kuşlar yok, kaplumbağalar, sincaplar, kelebekler, karıncalar, börtü böcek yok. Derin, sessiz bir yas. Arkadaşlarımın evleri yanmaktan kıl payı kurtulmuş. Ama gecenin karanlığında, kurtarma gemilerinden yaşadığın yerin, anılarının cayır cayır yandığını, yüzüne vuran cehennemin ışığı altında seyretmek zorunda kalmak, ateşin içinde kalan hayvanların çığlıklarını duyup birşey yapamamak… Kötü bir yaz yaşadık. Kış böyle olmasa bari. Eylül bir yıl gibi uzun geldi bana…
……
Femtrak’ın 8. Sayısını hazırlıyoruz. Öyle yoğun bir ay ki Ekim. Ne çok konu var, unutmamak ve unutturmamak için yazılması gereken. Mesela, 10 Ekim Ankara katliamı var. Ayşe Didem Bayvas, köşesinde Ankara Garı’nda hayatını kaybeden bir çocuk, Muhammet için yazmış… Ekim Devrimi var. Evet, hüsrana uğradık ama, birşeylerin imkansızmış gibi görünmesine karşın yapılabileceğini göstermedi mi bize? Bu sayıda Eisenstein’ın büyük filmi Potemkin Zırhlısı’ndan “Odessa Merdivenleri” bölümünü ve yine bir diğer büyük sinemacı Angelopoulos’un “Ulyis’in Bakışı” filminden Lenin heykeli bölümünü bir göz atmanız dileğiyle koyduk dergimize.
Yazar ve edebiyatçı Süreyya Köle’nin, kadın sorunsalına ve eril bakış açısına eleştirel bir yaklaşım getiren, “Yüzleşme” yazısı da var Femtrak’ta. Yazar, Zehra İpşiroğlu’nun, galası geçtiğimiz günlerde Ankara’da yapılan oyunundan yola çıkmış.
Femtrak, yeni yazarlar, öyküler, şiirler ve sürprizlerle karşınıza geliyor yine. Bu ay için ele alacak neşeli birşeyler aradım bulamadım, inanın. “Umudu kesme yurdundan” diyebilmek için birşeyler. Hani Pandora’nın kutusunda kalan tek şeydi ya umut… Bu araştırmacı gazeteciler, o metaforumuzu da kararttılar. Pandora’nın kutusundan neler neler çıktı. Keşke “umut” yine kutuda kalmış olsa… Bakmayın karamsar yazdığıma, ben iflah olmaz bir umutçuyumdur. Dünyamız güzel şeylere gebe… Çocuk biraz zor doğacak anlaşılan. Sağlıkla ve sevgiyle kalın.