FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Feminist Mektuplar-4: Direnme Gücü

Feminist Mektuplar-4: Direnme Gücü

Köln, 5.12.2022

 

Sevgili Tijen

Bizlere cesaret veren  mektubun için çok teşekkürler. Evet yaşamın ne tuhaf inişleri ve çıkışları var! Berin de baş döndürücü bir inişteydi ama toparlandı. Toparlanma durup dururken olmuyor, insanın bunu istemesi , isteyebilmesi için de en zor zamanlarda bile yaşama olan bağlılığını, sevgisini hissetmesi gerekiyor. Bunu hissettiği anda ötesi kendiliğinden geliyor. Kriz anlarında ben bunu çok yaşamışımdır. Bir de şuna inanıyorum insanlar çoğunlukla otomata bağlanmış bir yaşam sürüyorlar. Kendilerini iyi hissettiklerinde sorun yok tabii, ama olumsuz bir şeyler yaşadıklarında dizginleyemedikleri duygular, özellikle de öfke ve korkular  onları oradan oraya savuruyor. Kendilerini tanrıların gazabına uğramış kurban gibi hissediyorlar. 

Oysa beynimizi yönlendirmek bizim elimizde, farkındalık farklı bir bilincin oluşmasını sağlıyor ve başka bir boyuta giriyoruz. Bunun böyle olduğunu deneyerek öğrendiğimden bu yana on beş yıldan fazla bir zaman geçti. Farkındalığı çeşitli meditasyon teknikleriyle (Reiki, Chi Gong,  nefes çalışmaları vb.) zaman içinde de yaşam karşısında temel bir duruş olarak içselleştirdiğimi düşünüyorum. Berin sanırım bütün bunlara pek kafayı takmıyor, onda her şey kendiliğinden olup bitiyor, çünkü yapısı buna uygun. Bu açıdan da bana sorarsan  çok şanslı. 

Geçen mektubumda sana anlatmıştım çok uzun bir süredir Hatırlayamadıklarımız romanım üstüne çalıştığımı. Aile içi çocuk istismarı gibi  çok zor, neredeyse imkansız bir konuyu sadece psikolojik değil toplumsal ve politik bağlantıları içinde  ele almıştım. Önce bunu bir tiyatro oyunu olarak kaleme aldım (yakında Kırmızı Kedi yayınlarında diğer tiyatro oyunlarım Yüzleşme ve Erkeklik Hapishanesi ile birlikte çıkıyor), sonra da romana dönüştürdüm. Biliyorsun genellikle tersi yapılıyor, yani roman tiyatroya uyarlanıyor, tiyatrodan romana uyarlamaya hiç rastlamadım. Bu da benim açımdan çok ilginç bir deneyim oldu. Tiyatro oyunu metne çok dayansa bile romana oranla çok soyut, ancak sahnede canlandırıldığı anda somutlaşıyor. Roman öyle değil, bir bakıma romanın yazarı da yönetmeni de, sahne tasarımcısı da benim. Anlattığım olayların, mekânların canlanması, karakterlerin yaşaması gerekiyor,  işte bu romanı biricik kılan çok heyecan verici bir deneyim. Ayrıca roman, olayların ve karakterlerin çok derinine inmemize izin veriyor. Romanın olanakları çok.

Hatırlayamadıklarımız gerçi bitti ama elimden bir türlü bırakamıyor, üstünde hala çalışıyorum. Özel yaşamımızda kış dönemi başlayınca romandaki karakterler de bizlerle tam bir dayanışmaya girdiler. Sağ olsunlar bizleri teselli etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.  Onlar inanılmaz şeyler yaşamışlar yine de mücadele ve dayanıklılık gücünü yitirmemişler, bu nedenle de bütün  acılara, fırtınalara, hayal kırıklıklarına rağmen umutla bitiyor roman. Üç kadın (baş karakterlerim) çocukken aile içi tacize uğramış olan ve ailesine karşı imkânsız bir savaş açan Suzan, çok acılı bir mücadele sonucunda bu savaşı kazanan Selen, çocuk gelin Sultan ve diğerleri yaşamımıza öyle bir girdiler ki başka hiçbir şey düşünemez olduk. Onlar paralel bir evrende yaşamlarını sürdürürlerken, bizlere de inanılmaz bir güç ve umut verdiler. Norbert biliyorsun  edebiyat eleştirmeni, romanımı didik didik okudu, düşünceleri, görüşleri, eleştirileri bizlere, yani karakterlerime ve bana yepyeni bir ufuk açtı.  İnanmayacaksın ama son haftalarda Cihangir’deki ve şimdi de Köln’deki evimiz hep bu yaşam dolu genç insanlarla dolup taşıyordu. Durmadan kapı çalıyor, birileri geliyor, birileri gidiyordu. Onların mücadeleciliği ve direnişi bizlere de çok iyi geldi. Acıyı anlatmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Duygu sömürüsüne çok müsait çünkü. Karakterlerim benim bu tuzağa düşmemi baştan engelledi; sevgi, empati, dayanışma ve umutları  bana hep yol gösterdi. Sanırım şimdi de benimle birlikte okuyucuyla buluşma heyecanı içindeler.

Tijencim  son mektubunda Çomak Dağı Köyü ile ilgili anlattıkların bana çok ilginç geldi. Ataerkil ve cinsiyetçi bir toplumda bir ada gibi bu köy. Ama  aradan geçen yıllar içinde orada da bir şeyler bozulmuştur, çünkü  her şeyden yalıtılmış bir ada yaşamını korumak kolay değil. Ayrıca sen de anlatıyorsun  köyden ayrılan yeni kuşağın zaman içinde nasıl olumsuz bir dönüşüm geçirdiğini. Ada biliyorsun edebiyatta da yer alan önemli bir konu. Sevgili Akşit ağabeyim  (Akşit Göktürk)   Bunu Edebiyatta Ada adlı araştırmasında ne güzel dile getirmişti. Ada yaşamının  olumlu bir model çizse bile yalıtılmışlığı içinde bize örnek olması zor. 

Aslında şöyle sormamız gerekiyor: Çomak Dağı Köyü’nde yaşayanlar kadın erkek eşitliğine değer veren bir geleneği sürdürürlerken, nasıl oluyor da bu köyün dışında olanlar ataerkilliğin dişlilerine kapılmış gidiyorlar? Çomak Dağı Köyü’ne benzer adacıklar bütün dünyada vardır, nasıl oluyor da bu tür adacıklar olumlu bir model oluşturamıyor?  Bence burada iktidar ve güç odakları söz konusu. Bu tür modeller iktidar ve gücü ellerinde tutan büyük devletlerin hiç de işine gelmiyor. Ataerkilliğin her ne pahasına olursa olsun sürmesi lazım ki militarizm de sürebilsin;  başka bir deyişle erkekler büyük bir savaş makinasının vidasına dönüşebilsinler. Şu an Ukrayna Rusya savaşı bunu en çarpıcı biçimde göstermiyor mu? Anlattıklarını heyecanla okurken bunları düşündüm.  Güzel gelenekler var tabii ama bunların kök salması ve yeşermesi yaşadığımız  iktidar ve çıkar dünyasında çok zor.

Aslında bu mektubumda yine İran’dan söz etmek istiyordum, çünkü orada olup bitenler öylesine heyecan verici ki, ama  gördüğün gibi araya başka şeyler girdi.  Artık bir daha ki mektubuma.

Seni sevgiyle kucaklıyorum.

Zehra

Picture of Zehra İpşiroğlu

Zehra İpşiroğlu

Tüm Yazıları