FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Feminist Mektuplar: Acı bir kedi hikayesi, metropolde nefes almak, altın bamya ödülleri ve yapay zekanın tiyatroya girişi üzerine kısa notlar

Feminist Mektuplar: Acı bir kedi hikayesi, metropolde nefes almak, altın bamya ödülleri ve yapay zekanın tiyatroya girişi üzerine kısa notlar

                                                                                                  İstanbul, 5 Mayıs 2023

Sevgili Zehra,  

Nihayet İstanbul’a geldin ve ben ilk kez sana aynı şehirden yazıyorum. Senin ‘’iç sıkıntısı yaşatmayan’’ şehrin ne yazık ki bizim huzurlu, sakin, kaygısız ve sürprizsiz bir saniyemiz bile olamadığı için tam bir kaos, telaş ve günlük hayatın her türlü zorlukla ve engelle yaşandığı yorucu bir metropol. Tabii İstanbul’u ben de hâlâ seviyorum ancak bir ay da olsa Köln gibi bir şehirde yaşamak tüm İstanbullulara çok iyi gelebilirdi, en azından bir nefes aldırabilirdi. Ben bu şehirde yaşarken, gideceğim yer ne kadar yakın olursa olsun bir iki saat erken çıkarak risklerin bazılarını azaltmaya çalışıyorum. Örneğin, maçları takip etmeyen biri olarak yola çıkan bir İstanbullu, o gün Beşiktaş’tan hiçbir toplu taşıma bulamayacağı için, polis bariyerleri arasında, korkunç ve kaba görünen bir erkek güruhuyla ve tabii ki en kötü seksist küfürler eşliğinde en azından Kabataş’a kadar yürümek zorunda. Bu erkek güruhu her an patlamaya hazır bir enerjiyle ellerinde biralar Dolmabahçe’ye doğru gidiyor ya da geliyor. Nadiren arada aileleri, eşleri ve kız arkadaşları olanlar da var. Tabii onlar en kötü küfürleri söyleyemiyor, sadece takımın sloganlarıyla yetiniyor. Üstelik kadınların olduğu yerde eril şiddet ve enerji yaratıcılığa da dönüşebiliyor. Örneğin, bu güruhun içinde tiyatroya yetişmek için yürümek zorunda kaldığımda gördüğüm bir karı koca beni çok şaşırttı. Bembeyaz gelinlik ve siyah smokinle yanlarında da siyah beyaz giyinmiş çocuklarıyla maça giden bu çift küfür yerine danslar ederek, telefonlarındaki güzel müzikler eşliğinde performans yaparak maça gidiyordu. Yine kadınların çoğu çok değişik siyah beyaz yüz makyajlarıyla, ki erkek arkadaşlarına da yapmışlar ve parıltılı kostümlerle tam bir karnaval havası yaratmışlarlardı. Oysa içlerinde hiç kadın olmayan gruplar her an birini dövecek kadar gergin ve kabaydı. Futbol konusunu daha önce de konuştuk ve Femtrak yazarlarıyla epey tartıştın sen. Benim de futbolla ilgili son deneyimim böyle bir atmosfer işte.   

Mektubunda o kadar farklı konular var ki aslında ben de kedilerden başlamak istedim ama bu konu beni çok da üzüyor şu sıralar. Biliyorsun ben en üst katta oturuyorum. Karşımda da yine bir apartmanın en üst katında uzun yıllardır yaşayan çok tatlı bir kedicik vardı. Minicik bir yavru olarak geldi kocaman oldu. Bir kedi sever olarak bu güzel kedicikle yıllardır uzaktan da olsa bir iletişim kurdum. Ne zaman cama çıksa ona ilgi gösteriyordum ve karşılıklı bakışıyorduk. Geçen gün yarım açık kalan camdan dengesini kaybedip düştü ve ne yazık ki öldü. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Apartmanın önündeki ağacın dibinde etrafı beton küçücük toprak parçasına gömdüler onu. Ancak bu olay bana insan merkezli, beton yığını bir dünyada hayvanlara yaşattıklarımız ve ne kadar sevsek de çoğu zaman onları koruyamadığımız durumları düşündürdü. Hayvanları sevmek, sahiplenmek tabii ki değerli ancak onları 7. kata çıkarıyorsak gerekli önlemleri de almak gerekiyor. Sizin bahçede yaşayan kedilerle, 7. katta yıllarca sadece camın ardından kuşları gözetleyen kediler arasında ne çok fark var! Yıllar önce ben de evimde kalan bir arkadaşımın dikkatsizliği yüzünden bir kedimi bu şekilde kaybetmiş ve uzun süre bu travmayı atlatamamıştım. Sonra asla kedi almadım ama bir köpek alarak böyle bir tehlikeyi önlemiş oldum. Köpeklerin tırmanma kabiliyeti olmadığı için üst katlarda çok daha güvenle yaşayabiliyorlar. Umarım bir gün insanın efendi olmadığı, tüm canlıların yaşama haklarına saygılı bir dünya düzeni kurulur ve ev hayvanları da daha iyi koşullarda ve doğadan bu kadar kopmadan yaşama şansı bulurlar.

Gelelim ortak tutkumuz tiyatroya… Sen de İstanbul’da şu sıralar farklı oyunlar görüyorsun ve tabii üzerine konuşacak bir sürü şey birikiyor. Ayrıca bana ısrarla Kızılcık Şerbeti dizisini seyrettirmeye de başladın. Yasaklanan oyun, film görmüştük bu ülkede ama dizi görmemiştik onu da görmüş olduk. Şimdilik başlardayım bakalım nasıl devam edecek? Yasaklanmaya değer şeyler görebilecek miyim?

Ben yine oyunlara dönerek sana ilginç bir saptamamdan söz etmek istiyorum. Bir süredir kadın oyunları patlama noktasında artmışken şimdi yavaş yavaş erkek oyunlarının (genelde tek kişilik) sanki cevap ya da tepki olarak artmaya başladığına şahit oluyorum. Bunların bazıları reji ve oyunculuklar çok iyi olsa da kadın düşmanı ve eril ideolojiyi toplumsal cinsiyet değil de biyolojik özcülükle yorumlayan çizgide. Bu nedenle geçen konuşmamızda sana ‘’sinema alanında verilen Altın Bamya ödülünü acaba tiyatroda da mı versek’’ diye sordum. Dergimizde de bu ödülleri gerekçeleriyle yayınlarız. Oyunun rejisi, sahne plastiği ve oyunculukları çok iyi olabilir ama cinsiyetçi ve örtülü kadın düşmanlığı yaklaşımıyla ideolojiyi yeniden üreten oyunlar o kadar arttı ki… Tabii ötekileştirilmiş diğer cinsel kimlikleri de sadece güldürü unsuru halinde temsil eden filmler ve oyunlar az değil ve bu bakışa dahil. Bu ödül konusunu birlikte düşünmeye ve fikri geliştirmeye ne dersin? 

Buradan senin trans doktor konusuna gelirsem, böyle bireyler de artık toplumsal anlamda saygıdeğer mesleklerde az da olsa kendilerini kanıtlayabiliyorlar ki devlet hastanesinde trans bir doktora rastlaman az bir gelişme değil. Ancak özellikle bu bireylerin popüler kültürdeki temsilleri hâlâ komikleştirerek ya da ayrımcı bakışla veriliyor. Meslek sahibi, kendi ayakları üzerinde duran bir temsil henüz yok. Ne yazık ki tiyatroda da kısmen böyle. Neyse şimdilik temsil edilebilmeleri bile bir gelişme diyelim. Diğer yandan hitap meselesi de ayrı bir konu tabii. Bir birey kendini hangi cinsel kimlikte tanımlıyorsa öyle hitap edilmeli doğal olarak. Ama hiçbir kategoride tarif edemiyorsa da dilde yeni hitaplar bulunmalı belki. Eril dil o kadar kısıtlayıcı ki bizler de dilimiz kadar düşünebiliyoruz. Kutup bölgelerinde 40 çeşit farklı kar yağışı bizim dilimizde sadece iki üç çeşit tanımla sınırlı. Lapa lapa ya da sulu kar yağıyor. Faklı yağsa bile adını bilmiyoruz. Bu hitap konusu da diğer ikili karşıtlıklar da belki ileride bir dilbilim çalışması olarak ele alınacaktır. İhtiyaçlar doğal olarak dilin sınırlarını da zorlayacaktır tabii düşüncenin de. 

Dijital dünyayla siber ortamla ilgili çok kısa bir tiyatro performans araştırmasından söz ederek bitireyim mektubumu. Geçenlerde Ditallab Performans adı altında devam eden bir projein Ucubeler Sirki adlı son provasını izledim. Şahmeran, Lilith, Beyaz Kadınlar ve Dibuk karakterlerinin öyküleri kısmen yapay zeka, kısmen kurgu ve nitolojik öykülerle birleştirilerek ve ekolojik bakış açısıyla yeni öykülere dönüştürülmüş, doğal ve atık malzemelerle kostüm tasarımları yapılmış olarak Salt Galata’da sergilendi. Yapay zekanın katkısı gerçekten ilginçti. Çok kısaca, bu kadın karakterlerin neredeyse hepsi dinler sonrası, musallat olan, kötü ve tehlikeli yaratıklarken, aslında dinler öncesi doğayı koruyan, son derece olumlu kadın karakterler ve yapay zeka onların yeni öykülerini yazmada ve tanıtmada katkıda bulunmuş. Bu projeyi sana daha sonra detaylı olarak anlatmak istiyorum. 

Sonuç olarak, olumlu ve olumsuz tüm yönleriyle artık siber bir dünyanın da içindeyiz ve her alanda hibritleşen bir ortam bizi nerelere götürecek bilmiyoruz. İnsanlık devam ettikçe değişim kaçınılmaz, önemli olan bu değişimi sadece insanın değil tüm canlı ve cansız varlıklarıyla, doğaya saygı duyarak ve yapıcı ortamlar yaratarak sürdürebilmek. Senin sanal ve siber ortamlarla ilgili olumsuz örneğine karşın ben olumlu bir örnekle cevap vermek istedim. 

Şimdilik burada bitireyim. Yüz yüze konuşacağımız günler henüz bitmedi ve ben seninle tekrar buluştuğum için çok mutluyum. 

Sevgiyle kal 

Picture of Tijen Savaşkan

Tijen Savaşkan

Tüm Yazıları