İstanbul, 03-04-2023
Sevgili Zehra,
Öncelikle bol kaoslu, adrenalin bağımlısı olmuş, her türlü felaket ve acının yaşandığı ve her sabah yeni bir gündemle şoklanmış olarak uyanacağın ülkemize hoş geldin. Ne yazık ki güzel ve yalnız ülkemiz yönetilememe nedeniyle artık tedavi şansı kalmamış, entübe edilmiş bir şekilde şimdilik az da olsa bir seçim umuduna tutunmuş, soluk almaya çalışıyor.
Yine de senin özellikle İstanbul’da her şeye karşın mutlu olduğunu biliyorum ve tabii bizler de senin her gelişinde buluşabilmenin heyecanını yaşıyoruz. Bu nedenle Pazar gününü iple çekerken bir yandan da özellikle bu ülkede hiç plan yapamadan anı yaşamak dışında bir seçeneğimiz olmadığını iyi biliyorum artık.
Gelelim bu mektupta bana anlattıklarına; önce şu meşhur Kızılcık Şerbeti’yle başlayayım. Ara sıra gözüm takılsa da tam olarak seyretmediğim bu diziyle ilgili kıyametler kopuyor. Sana söz, bir ara izlemeye çalışacağım sonra da üzerine konuşuruz. Kızılcık Şerbeti’nden sonra bu konu tutmuş olacak ki Ömer ve Veda Mektubu diye iki dizi daha çıktı. Onlara göz attım biraz. Sanırım çok benzer konular, yani iki farklı yaşam biçimine sahip ailenin çocuklarının aşkı üzerinden işliyorlar farklılıkları. Ama Kızılcık Şerbeti yasaklandıysa bir şeylere dokunuyor demek ki. Bu dizilerden sonra söylediklerine çoğunlukla katılmakla birlikte bir yandan da aklıma farklı şeyler takılıyor. Toplumun bu kadar ayrıştırıldığı bir dönemde dizilerin bu halimizi temsil etmesi acaba ideolojiyi yeniden üreten bir işleve mi sahip? Temsil edilen her şey bir süre sonra mutlak, gerçek, değişmez ya da ‘’doğal’’olarak kabul edilmeye başlar. Örneğin, baş örtüsü, muhafazakar yaşam biçimi var tabii. Yaşam içinde kimse giyim, kuşam vb. gibi şeylere de karışamaz ancak bu durum ana akım kanallarda temsil edilmeye başladıysa, özellikle üzerine basılarak temsil ediliyorsa tıpkı diğer sorgulanamayan şeyler gibi aile kurumu, erkek egemen ideoloji, annelik vb. bir süre sonra üzerinde tartışılamaz hale mi gelir? Yani değişim ve dönüşüm gösterilmeden sadece olan aktarılıyorsa bu mutlaklaşır mı? Şimdilik yeni bir akım gibi paylaşılıp tartışılıyor ama herkes bunlara, orada tartışılan konulara alışınca acaba zehirli empati yaratılıp hiç bir şeye eleştirel bakmamayı mı gündeme getirecek senin post modernist bakışla açıkladığın gibi. Yani bunların amacı çok masum olamaz gibi geliyor bana, sonuçta kanalların ideolojisi de, yazarların farkında olmadan içselleştirdikleri ‘’genel ideoloji’’de ortada. Sorular kafamda dönüp duruyor. Neyse diziyi seyrettikten sonra yine bu konuya döneceğiz bir şekilde.
Mansplaining, Manterrupting ve sessizleştirilen kadınlar
Gelelim toplumsal cinsiyet rolleriyle kuşatılmış erkek ve kadınların davranışlarına; evet söz ettiğin her şey doğru ve ben de hayatımda bunu her türlü çevrede sık sık gözlemliyorum. Ancak bunlara ek olarak kavramlaştırılan bazı durumlar da var. Erkekler özellikle de hiyerarşik olarak konumu yüksekse kadınlarla patronize eden bir tonla konuşuyorlar. Özellikle iş yerlerinde eşit konumdaki kadınlarla bile sürekli bir şeyleri açıklayarak, o ortama hakim olmaya çalışıyorlar. Aşırı açıklama yapmak, yavaş yavaş konuşmak bir şeyleri kaçıracağınıza inanarak durmadan tekrarlamak ya da sürekli lafınızı keserek düzeltmek, sizi susturma ihtiyacı hissetmek gibi. Zeka seviyenizin üstünde olduğunu varsayarak basit kelimeler kullanmak ya da aşırı teknik ve soyut konuşmak da bunlara dahil. Hatta zaman zaman karşısında ana okulu çocuğu varmışçasına ya da sağırmışsınız gibi yüksek ses tonuyla konuşmak da bunlara dahil. Bunlar daha çok iş yerlerinde, her türlü ortak çalışma alanında yaşanan sorunlar olsa da günlük hayatta da rastlayabileceğimiz durumlar. Bir masada sürekli açıklayan bir erkek ve onu dinleyen kadınlar görmek çok doğal. Açıklayan bu erkekten yola çıkarak dilimize ‘’erbilmiş’’olarak aktarılan mansplaining kavramı Erkekler Bana Bir Şeyi Açıklıyor adlı bir blog makalesinden alınmış. 2008’de Rebecca Solnit tarafından yazılan bu makalede sadece erkek olmaktan kaynaklanan bir hierarşik durumu açıklamak için kullanılan bu kavram bayağı tutmuş. Yalnızca açıklayan değil kadınları susturmaya çalışan, lafını bölen erkekler için de manterrupping sözcüğü terminolojiye katılmış.

Bu tavırların erkek olmaktan gelen aşırı özgüvenden ve karşısındakini nesneleştirmekten kaynaklandığını biliyoruz. Yani doğal olarak erkeklerin egoları güçlü değil, bu onları çocukluktan itibaren biçimleyen kültürün bir ürünü. Eski kuşaklara oranla daha karma ilişkiler tabii ki var ama o grupta bir iki erkek varsa konuyu yönlendiren genelde onlar oluyor. Oysa kadınlar yalnızken çok daha özgürce konuşabiliyorlar. Bu nedenle yurtdışında kadın oyunlarının bazılarına erkekler giremiyor. Bu ayrımcılık değil tam tersi kadınların daha rahat hissedebilmeleri ve oyun sonrası sohbetlerde çekingen olmamaları, kendilerini rahatça ifade edebilmelerine yönelik bir uygulama.
Geçenlerde, ÇYDD Beyoğlu şubemizin başkanının patronu olduğu iş yerinde 8 Mart için düzenlenen toplumsal cinsiyet atölyesinde bu konuları çok daha kapsamlı anlatarak ve onlardan da bilgiler alarak güzel bir etkinlik gerçekleştirdik. Başkanımız Kağan çalışanları için 8 Mart hediyesi olarak kadınlara çiçek vb. vereceğine benden bu atölyeyi yapmamı rica etti. Kadın ve erkek karma bir grubun katıldığı atölye gerçekten çalışanlar için farkındalıklarını arttırdıkları katılımcı bir süreç oldu. Kağan pandemi döneminde ÇYDD’li öğrencilerle yaptığım tüm toplumsal cinsiyet atölyelerine katıldığı için bu konuda bir duyarlık kazanmış bunu da çalışanlarıyla paylaşmak istemiş. Ne güzel bir gelişme! Üstelik iş yerinde eril terminolojiyi bile değiştirmeye başlamışlar örneğin ‘’adam ay’’ denen bir kavramı artık ‘’insan ay’’ olarak kullanıyorlar. Bence gittikçe birbirimizi etkilediğimiz, çok farklı kesimlere de ulaşabilen bir değişim süreci başladı. Geri dönüşü olmayan bir yol bu.
Bu mektubumu da burada bitireyim, Pazar günü buluştuğumuzda daha paylaşacak çok şeyimiz olacak. Bu buluşmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Seni de, sohbetlerimizi de çok özledim. Her şeye rağmen yaşıyoruz ve bir umuda tutunuyoruz. Kadınların sessizleştirilmediği, kendilerini daha rahat hissettikleri sohbet ve çalışma ortamlarının artması dileğiyle.
Sevgiyle kal
Tijen