FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Feminist Mektuplar: Yaşayan mekânlar üzerine

Feminist Mektuplar: Yaşayan mekânlar üzerine

Köln, 1.6.2023

Tijencim

İstanbul’dan yeni geldim Köln’e. Burada tam bir ilkyaz havası bizi karşıladı. Her yer yeşillikler ve çiçekler içinde. Evimiz kentin merkezine çok yakın, çok bakımlı ve güzel bir semtte yaşıyoruz. Şimdi saat akşam 22.00’ye geliyor, her yer gündüz gibi aydınlık düşünebiliyor musun? Eskiden akşam saatlerinde bisikletle dolaşmayı çok severdim. Kaç kere bisikletle tiyatroya bile gitmişimdir. Havanın yaz aylarında bu kadar geç kararmasına bayılıyorum. Ama Cihangir’deki şu cıvıl cıvıl yaşam var ya, sokakta dolaşanlar, çocuklar, kediler, kafeler işte bunu çok arıyorum. Çok daha sessiz, daha içe dönük bir enerjisi var buranın. Gerçi pandemide herkes eve kapanınca insanlar bir araya gelmenin değerini  öğrendiler ama bizdeki hareketli yaşam yine de yok burada.

Hızla akıp geçen zaman

İstanbul günleri göz kapıp açıncaya kadar hızlı geçti. Güzel bir bahar yaşadığımızı söyleyemem. Yağışlar, sisli puslu hava, deprem korkusunun yarattığı kaygılar, sağlık sorunları, seçim heyecanı, zaman zaman insanı ele geçiren umutsuzluk ve çaresizlik duygusu. Bir de seçimler hepimizi nasıl da yıktı, darmadağın olduk. Ama hayat işte bir şekilde sürüp gidiyor.

Güzel anlar yok muydu? Vardı tabii, arkadaşlarımla birlikte olduğumda, ortak proje çalışmalarımızda, İstanbul’u keşif gezilerimizde, gittiğim tiyatro oyunlarında, Norbert’le kültür programlarımızda çok  güzel anlar yakalayabiliyorum. En güzel günlerden biri de sizlerle benim Cihangir’deki evimde buluşmamızdı. TEB Oyun dergisini elbirliğiyle nasıl da geliştirdiniz, umarım bu heyecanımız ve sevincimiz sürer, çünkü böyle şeylere belki de her şeyden çok ihtiyacımız var.

Mekânlar ve insanlar  üzerine

Deprem korkusunun ortalığı sardığı bir atmosferde geleceğinin ne olacağını bilmediğim evimi çok seviyorum. Ama hangimiz geleceğimizi biliyoruz ki! Evlerin geleceği, söz gelimi şiddetli bir deprem anında sağlam durması bizim geleceğimize de sımsıkı bağlı sanki.

Son zamanlarda evler, özellikle de iç mekânlar üzerine çok düşünüyorum. Sence mekânların da tıpkı biz insanlar gibi çok tipik, çok karakteristik özellikleri yok mu? Yaşadığımız evlerin canlı olduğunu düşünürüm kimi kez. Ama evlerin hayatı sanki içinde yaşayanlara bağlıdır. Saçı sakalı uzamış, kendini bırakmış bakımsız bir ihtiyar gibi, yaşlı ev de giderek daha yaşlanır. Sararmış perdeleri, yırtılmış döşemeleri, eskimiş eşyalarıyla çürümeye terk edilmiştir sanki. Öyle ki içeri adımını bastığın anda nefes alamıyor gibi olursun, içeriye temiz hava dolması için camları ardına kadar açmak istersin. Kimi mekân ise son moda eşyalarıyla çok göz alıcıdır ama hiçbir albenisi, hiç bir sıcaklığı yoktur. Katalogdan çıkmış gibidir, kişiliksizdir çünkü hiçbir özgün yanı yoktur. Yıllar önce Hamburg’da bir etkinliğe davet edildiğimde böyle bir evde kalmıştım. Evin sahibi gençler aileleri tarafından görücü usulü evlendirilmişlerdi, belli ki gönüllü bir evlilik değildi bu çünkü hiçbir iletişim yoktu aralarında, ailelerin dünyanın parasını vererek dayayıp döşedikleri evleri gibi bir ruhsuzluk sinmişti her ikisine de. O gece bu ev öylesine basmıştı ki bana bir türlü uyuyamamıştım. Bunun gibi sayısız ev hikâyem vardır. Söz gelimi geçen yıl yeni tanıştığım sanatçı bir tanıdığımın evini gördüğümde şaşırmıştım. Tıklım tıklım eşyalarla dolu, öylesine karışık ve bakımsız bir evdi ki, düş kırıklığına uğramıştım. Evi böyle olan bir insanın sanatı nasıl olabilirdi ki?  Gerçekten de yanılmamışım. Oysa evin iç mimarisi öyle güzeldi ki bu mekân mükemmel bir yaşam alanına dönüştürülebilirdi.

Eskiden mimari dergilerdeki evleri karıştırıp o evlere yakışan insanları hayal ederdim. Şimdi de biriyle tanıştığımda nasıl bir evde oturduğunu düşünüyorum. Biliyorsun ben ev düzenlemesine çok değer veriyorum. Bu biraz da hobi gibi. Ama yaşadığım mekânda kendimi rahat ve mutlu hissetmeliyim, yaşadığım yer, enerjisi, canlılığı, renkleri ve ışığı ile benimle yüzde yüz uyum içinde olmalı. Düşünüyorum da bir insanın evi o kişiye ait ne  çok şey söylüyor bizlere değil mi?

Geçici mekânlar

Ama ben insanların bir araya geldikleri geçici mekânların yani kafelerin, lokantaların da önemli olduğunu düşünürüm. Bazen gençlerin sigara dumanından göz gözü görmez olmuş, karanlık, izbe, soğuk, tıkış tıkış mekânlarda buluşup nasıl hararetli sohbete daldıklarını gördüğümde şaşırıyorum. Bu havasızlığa, karanlığa, çirkinliğe nasıl dayanıyorlar? Ama sanırım onlar kendi dünyalarındalar, benim gibi hissetmiyorlar; kimbilir belki de giderek otomatikleşen bir dünyada sadece kafalarının içinde ya da sanal dünyada yaşıyorlardır, yaşadıkları anı, yani şimdiyi soludukları havayı fark etmiyorlardır bile. Acaba bir tür algı körleşmesi diyebilir miyiz buna?

Eril mekânlar

Aslında dış mekânlarda da durum farklı değil. Düşünsene bir Taksim Meydanı’nı, o iğrenç camii, önüne de dikilen polis arabalarıyla ne hale getirdiler. Oysa şehircilikten anlayan bir uzmanın elinde, meydan insanların rahat bir atmosfer içinde bir araya geldiği muhteşem bir yere dönüştürülebilirdi. Taksim İstanbul’un merkezi olarak otoriteyi, baskıyı, korkuyu canlandıran buram buram eril bir mekân. Ve ne yazık ki yaşadığımız ortamda böyle yerler sürüsüne bereket. Ataerkilliğin tüm yoğunluğuyla hüküm sürdüğü bir ülkede başka türlü nasıl olabilirdi ki?

Alternatif mekânlar

Yine de az da olsa erillikle uzak yakın ilgisi olmayan mekânlar da var İstanbul’da. sözgelimi Beşiktaş İskelesi’ndeki Kitap Kafe’yi gördün mü? Eskiyle yeniyi bütünleştiren inanılmaz güzel bir mekân yaratmışlar. Orada saatlerce kalıp çay, kahve içebilirim, dergileri karıştırıp kitap okuyabilirim.

Beşiktaş İskelesi başta olmak üzere, Moda İskelesi, Moda Çay Bahçesi, Gazhane, Fişekhane, Bomonti gibi ne kadar güzel yerler var… Ama ne yazık ki bunlar azınlıkta kalıyor. Yine de İstanbul her şeye rağmen çok güzel. İstanbul’la vedalaşırken bana en zor gelen de denizle vedalaşmak oluyor. Belki de yaşamımın ilk yılları deniz kenarında geçtiğinden, deniz de benim mekânım olmuş. Merak ediyorum sen mekânlarla ilgili neler anlatacaksın bana Tijencim, çünkü bu alanda çalıştığını biliyorum.

Sana İstanbul’daki evinin  denize bakan o güzelim terasında ve  anneciğin ve kızınla  birlikte yakında gideceğin Bodrum’da eril dünyanın karanlığından ve şiddetinden uzak çok, çok güzel bir yaz diliyorum Tijencim.

Yaz sonu buluşmak üzere kucak dolusu sevgiler

 

Zehra

Picture of Zehra İpşiroğlu

Zehra İpşiroğlu

Tüm Yazıları