Tijencim merhaba
Şu an Fethiye’deyim. Ne çok anımız var seninle ve diğer arkadaşlarımızla burada, ne güzel işler yaptık çocuklara yönelik Fethiye Sanat ve Kültür günlerinde.
Geçmişten bugüne Fethiye’nin büyüsü
Senin çocuklarla sahnelediğin Hayvanlar Karnavalı, Sihirli Flüt ve benim kitabımdan uyarladığın Düş Hırsızları, Nurten Kum’un Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesinde oyunumu radyo oyunu olarak hazırlaması ve daha bir sürü etkinlik dün gibi gözümün önünde canlanıyor. En başta da tabii çocukların heyecanı ve sevinci…Kimbilir belki de birçok çocuk kendini ilk kez ciddiye alınmış hissetmişti o günlerde.
Sevgili Nihal Kuyumcu’yla yaptığınız Forum Tiyatrosu çalışmaları da nasıl bir heyecan uyandırmıştı. Tiyatro, film, edebiyat, sanatla dolu, dolu dolu günlerdi çocuklar ve gençlerle birlikte. Birlikte çalıştığımız, dokunduğumuz çocuklar kim bilir bugün nerelerdedir, ne yapıyorlardır? Belki mektubumuzu okuyan birileri bize yazabilir, belli olmaz ki. Fethiye Sanat ve Kültür günlerini anarken hem sanatı hem de kişiliği ile hepimizin gönlünü fetheden sanatçı arkadaşımız Bayram Candan’ı da sevgiyle anıyorum. Şimdi de sana mektubumu anılarla dolu bu güzel yerden yazıyorum.
Şu an Çalış’ta denize sıfır küçük bir oteldeyiz. Yukardan aşağıya bakınca hep masmavi denizi, köpüren dalgaları, karşıdaki minik adayı hem de sokakta olup bitenleri izliyorum. Odamız üç tarafı da kocaman camlı, iki teraslı bir kule gibi. Geceleri dalgaların kıyıya vuran gür sesi ve rüzgârın uğultusuyla uyuyorum. Denize bakmaya doyamıyorum. Dün içim çekti, bir cesaret gireyim dedim, o kadar soğuktu ki yüzemedim bile.
Şimdi buz gibi denize girme modası var ya, sağlığa çok iyi geliyormuş. Söz gelimi kardeşim Vancouver’de yedi derecede yüzüyor düşünebiliyor musun? Bu iş hiç de bana göre değil. Birkaç gün temiz deniz havası, bol yürüyüş bizlere iyi gelecek ama. Kışın sıkıntılarını atmaya çalışacağız.
İç hatlar- dış hatlar
Buraya gelirken Istanbul Havalanı’nın girişinde dev bir afişle karşılaştık. Sağda Erdoğan’ın, yanında solda da Atatürk’ün dev büyüklüğünde iki fotoğrafı vardı. Atatürk’ün altında dış hatlar Erdoğan’ın altında iç hatlar yazılıydı. Dış hatlar, iç hatlar ne kadar anlamlı, ne kadar düşündürücü değil mi? Afişte Atatürk başını yan döndürmüş havalara, belirsiz bir yerlere bakıyordu, Erdoğan’un gözleri ise doğrudan bizim üzerimizdeydi.
Atatürk’e çok şey borçlu olduğumuzu bildiğim halde oldum olası Atatürk kültünü yadırgamışımdır. Şimdi buna ne demeli, üstelik de iç hatlar, dış hatlar?
Anneciğimden hocama terfi
Sonrasında yaşadığım mini tiyatro sahnesini düşündükçe gülme geliyor. Biliyorsun Norbert’e hastalığından dolayı hep tekerlekli sandalye alıyoruz uçakta. Uçağa bindirilen asansörde tekerlekli sandalyede yaşlı bir İngiliz kadın vardı, yanında da Fas’lı genç bakıcısı ya da jigolosu. İngiliz kadın sopa yutmuş gibi oturuyor, türlü şaklabanlıklarla kendilerini ve çevrelerini neşelendiren iki görevli gence göz ucuyla bile bakmıyordu . Faslı genç ise konuştuklarımızı nlamaya çalışıyordu. Bizimle hep annecim ve babacım diye konuşan, laftan lafa atlayarak şakalaşan gençlerden biri Norbert’e birden profesör olup olmadığını sorduğunda bir an afalladım. Tahminin doğru çıkmasına çok sevinen genç tam bir insan sarrafı olduğunu, kimin kim olduğunu anında bulduğunu iddia edince benim mesleğimi de bulmasını istedim. İşte o an çuvalladı “Annecim sen mi, bilmem ki, sen ne yaparsın ki, valla bulamadım” derken yüzündeki ifade ‘anne annedir, ne işi olacak ki?’ diyordu. Bu nedenle benim de profesör, üstelik de tiyatro profesörü olmama o kadar şaşırdı ki ilk anda kendisiyle dalga geçtiğimi sandı, sonra da beni büyük bir hızla annelikten hocalığa terfi ettirdi. “Hocam inanın ki tiyatronun da profesörü olduğunu bilmiyordum. İşte bizimki de cahillik hocam. Ama ne yalan söyleyeyim ben bayan profesörle de hiç karşılaşmadım hocam. Peki sizin adınızı alabilir miyim hocam? Peki sizin de sahneniz var mı hocam, çok affedersiniz, oyunculuğunuz demek istedim, sahneye çıkıyor musunuz? Sadece oyun mu yazıyorsunuz hocam, olsun o da güzel hocam. Peki oyunlarınız oynuyor mu hocam? Ya para, para da var mı bu işte? Ben hayatımda hiç tiyatroya gitmedim hocam.”
“Hızla googla giren öteki şaklaban çocuk da “Amanım hocam siz çok ünlüymüşsünüz” diye bağırdı. “Her yerde adınız var, ne çok kitap yazmışsınız, peki bunları insanlar satın alıp okuyorlar mı hocam? Helal olsun valla hocam”.
“Bugün bizim şanslı günümüz olmalı, iki profesör bir arada” diye güldü öteki, bir vuruşta iki kuş der gibi. “Çak bir tane” Avuçları birbirine çarpan gençler öyle güzel gülüyorlardı ki…
Gençler turistlerle sık sık sohbet ettiklerini, bu arada hem çok eğlendiklerini hem de İngilizce öğrendiklerini anlattılar bana. “Hocam şimdi ben İngiltere’ye gitsem tek kelime de İngilizce bilmesem yine de derdimi elimle, kolumla anlatırım valla”. Daha bunu söylerken bir anda yüzüne yolunu şaşırmış şaşkın ödlek havası yerleşti. “Sorry hotel? You say hotel?” “Hocam bazen öyle çok gülüyoruz, hiç sıkılmıyoruz burada, hayat böyle çok güzel hocam, sizi de güldürdük hocam, gülmeniz yüzünüzden eksik olmasın hocam”.
Tuhaf bir şey ama bu gibi teatral sahnelerle bizde hep karşılaşıyorum, Almanya’da ise çok daha az. Kim bilir belki de yaşam orada çok daha planlı ve programlı geliştiği, doğaçlamaya, pek zaman kalmadığı için.
Fethiye’de gerçekle hayaller arasında bir yerlerde ya da Jin Jiyan Azadi
Burada ilk günlerin telaşı geçtikten sonra oyuncak kadar küçük minik bir elektikli araç kiralayıp Fethiye turu yaptık. Gel gör ki araç eski model olduğundan sağa sola doğru dürüst dönmüyor; geri gitmiyor, aniden hız yapıyor ya da olduğu yerde çakılıp kalakalıyordu. Bisiklet yolunda giderken şuraya buraya çarptıysak da (Bir ağaca tosladık, limoncunun tezgahını devirdik, iki genç kızı korkuttuk, Norbert ayağını incitti, bir kedi can havliyle kaçtı) yine de büyük bir kaza filan yapmadan döndük ya, hala inanamıyorum. İnan ki yüreğim her an ağızımdaydı.
Bu stresli gezi günümüzde Fethiye’deki Şehit Fehmi Bey Parkına gittik. Parkta yepyeni oyun ve spor yerleri yapılmıştı, kuş heykelleri, havuzlar ve sallanan ip köprüler vardı. Her yer yeşillikler ve çiçekler içinde çok bakımlı ve güzel görünüyordu. Öylesine özenle hazırlanmıştı ki bu park, doğrusu bayıldık. Ama inanır mısın bütün park tarikatçılar ve çocuklarıyla doluydu. Başörtülüler akın akıl geliyorlardı. Bir de ne göreyim yirmi ile otuz yaş arasında bir grup kadın uzun siyah paltolarını ve eşarplarını savurarak trambolinde zıplamaya başladılar, çığlıklar atarak yükselmeye çalışıyorlardı, biri diğerini geçince izleyiciler alkış tutuyordu. Tam o sırada salıncakta uçarak sallanan başka bir türbanlılar grubu çarptı gözüme. Kahkahalar, bağırışmalar, çığlıklar… Hepsi siyah çarşaflıydı. En şaşırtıcısı da metrelerce uzun bir kaydıraktan ard arda çığlıklar atarak aşağıya kayan türbanlılar grubuydu. Bu sahneler öylesine bir Fellini filmini andırıyordu ki gözlerime inanamadım. Hatırlayacaksın Fellini ustamızın bir filminde Katolik kilisesindeki rahibeler patinaj ve kaydırakla moda şovu yaparlar, ne sahnedir ama….
Parktan ayrılırken trambolinde uçarcasına zıplayan kadınlardan birinin yavaş yavaş yükseldiğini gördüm. Aşağıdakiler bağrışıyorlardı. Kadın ansızın çıkan rüzgâra kapılarak hızla uzaklaşırken türbanı ve çarşafı savrula savrula çığlıklar atan kadınlara doğru uçtu. Kadını gökyüzünde minicik bir nokta olana kadar izledim. İnanır mısın şimdi sana bu satırları yazarken kadınların neşeli çığlıkları, kahkahaları hala kulaklarımda çınlıyor.
Gerçek ve hayalin iç içe geçtiği bu sahneyi sanırım kolay kolay unutmayacağım. Gökyüzüne yükselen o kadını düşünüyorum. Mutlu mu, özgürlüğün tadını çıkartıyor mu, yoksa arkadaşlarını mı arıyor? Özgürlüğe doğru uçmak mümkün mü? Hayaller bir gün gerçek olabilir mi?
Birden sesler duydum. Parkta biriken çoluklu çocuklu bir kalabalık gökyüzünü gösteriyordu. Aaa ne göreyim: Diğer çarşaflı kadınlar da kadının onlara doğru savrulan çarşafına asılmışlar, yavaş yavaş yükseliyorlardı. Kocaman siyah çarşaf dev bir uçan bir halıya dönüşmüştü.
“Birinin başlangıcı yapması gerekiyordu” dedi içimden bir ses bana. “Arkası mutlaka gelecektir”.
Evet buna yürekten inanıyorum, arkası mutlaka gelecektir… Zor olan ilk adımı atabilmek….
İlk adım mı, daha geçenlerde seninle tam da bu konuyu tartışmamış mıydık Tijencim? Hem Fellini Ustam’a hem de sana buradan kucak dolusu sevgilerimi gönderirken gerçeklerin içinden süzülen bu hayalimi aylardır özgürlük savaşı veren İranlı kardeşlerime adıyorum.
Sevgiyle kal
Zehra