Bazen bir rüzgar yakalamak isterdi. Bir rüzgarın onu hareket ettirmesini. Durmak bazen öyle yorardı ki.
Kimi zaman bir rüzgara teslim olmak isterdi. Onu savurmasını, yoldan çıkarmasını. Öğrenmişti; kendi yolu değilse yol öyle yorucuydu ki.
Arada bir de şöyle güçlü bir rüzgar essin isterdi. Tüm sesleri bastırsın ıslığı, uğultusu. Müziği yitirdiği anlarda o uğultu öyle iyi gelirdi ki.
Güneşin ve bulutların, yağmurun ve dolunun köşe kapmaca oynadığı bir hafta geride kalmıştı. Saatlerdir bahçesinde çalışıyordu. Bu seferki çalışmak değil de, çiçekleri, toprağı ve ağaçları ile vedalaşmaktı. Haftaya yeni evine taşınmış olacaktı ve iki büyük Sığla Ağacı barındıran devasa bahçesinde ter dökmeye başlayacaktı. Gülden aldığı çeliğin alt yapraklarını koparıp hazırlamış olduğu pet şişeye koydu. Kaçıncı kez yapıyordu bunu. Bu yediveren, onun her durağının, her yolculuğunun şahidiydi. Yanına aldığı o küçük dal parçası yeniden kök salacak, büyüyecek ve çiçek açacaktı. Yeniden başlayacaktı. Güneş, bir bulut yardımı ile göz kırptığında zamanı kontrol etmiş ve kendini birden çok yorgun hissedip eve girmeye karar vermişti. Kaçıncı kez giriyordu bu eve. Kaçıncı kez sayıyordu bu basamakları. ‘’Her seferinde ilk kez görüyorum seni. Sen de ben de değişiyoruz, başka bir ben başka bir sen görüyor her buluşmamızda’’ demişti ona İshak. Benim bu merdivenlerden çok daha hızlı değiştiğim kesin.
İshak eşiydi. Ve o öldüğünden beri hayat bir türlü akmıyordu. Her gün pazartesiydi. Her saat dokuzdu. İzlemekte olduğu film tam ortasındayken elektrikler giderdi çocukluğunda ve o, değiştire değiştire bir sürü son hayal ederdi filme. Yaşasaydı birlikte yapacaklarını hayal ediyordu şimdi de… Ben bitkilerle ilgilenirken birden elinde iki fincan kahve ile yanımda belirirdi. Belki camdan laf atardı: ‘’hadi gel artık’’. Anılar da değişiyor muydu bizle beraber. Varsın değişsindi. Devam edeceğim diye düşündü. Nasıl bilebilirdim ki; sen çok erken bir durakta ineceksin ve yan koltuğumu boşluğunla dolduracaksın. Ben acil durum kolunun kırmızısına inat pencereden bakacağım. Tüm o hayata… sonra birer birer akacak kentler, hayvanlar, insanlar… Öyle de olmalı, değil mi?
Kapıyı kapatıp salona baktı. Tüm o geride bırakacağı eşyalara. Nakliye firması öneren ev sahibine buna gerek olmayacağını söylediğinde adamın yüzünde beliren şaşkınlığı hatırladı. Sadece kıyafetleri ve kitapları götüreceğim demişti. Sadece anlayacağı kadarını söylemişti. Şimdiki zamana döndüğünde üçlü koltuktaki çukur gözüne ilişti. Evet o köşe İshak’ın okuma köşesiydi. O devasa cüssesi koltuğun hafızasında bir göçük olarak yer etmişti. Dışarıdaki gürültü üzerine cama yöneldi. Gürültü başladığı gibi bitti. Sokağı tarayan gözleri fikir verecek bir ipucu bulamadı. Sonra başını kaldırdığında gökyüzündeki beyaz çizgiyi gördü. Bir süre önce bir uçak geçmişti manzarasından. Tekrar gürültünün böldüğü eylemine dönecekken gereksiz bulup banyoya doğru ilerledi. Musluğa uzanan eli tereddüt etti. Parmağındaki yüzüğü hiç düşünmeden çıkarıp banyo dolabına koydu. Bazı şeylerin zamanı gelmişse düşünülmez. Yüzüğün bıraktığı ize takıldı bu sefer. Evliliğinin izi. Sonra diğerlerini aramaya başladı. Önce başını yana yatırıp aynaya baktı. Boynunda, yaramaz bir çocukluğun iki santimetre izi. Yüzündeki çizgileri boş verdi. Onların hiçbir anısı yoktu. Saat gibi zamanı gösteren çizgilerdi. Anısı olmadıktan sonra anlamı olur muydu hiç? Tişörtünü çıkartıp yere bıraktı. Göbek deliği. Neden göbek deliği derler ki. Göbek çukuru deseler ya. Göbek bağı çukuru deseler ya da. Bir ip, bir bağ kesiliyor ve sen bir hayatı yaşamaya başlıyorsun. Başka bir yerlerde birisi bir iple ölüme bağlıyor kendisini. Pantolonunu aşağı esnetip sezaryen izine baktı. Doğumun izi. Biri ile tanışmanın en güzel yollarından biri. Oğlu geldi gözlerinin önüne, akşama muhakkak merak edip arardı, o aramazsa ben ararım. Sonra tekrar aynaya baktı. Salyangoz gibi geçmiş rotasını işaretlemişti tozlu yüzünden süzülen gözyaşı. Elinin tersi ile yüzünü silip musluğu boş verdi. Duşa girdi. Vücudundan akan su gibi o da bir yolunu bulacak, devam edecekti. Artık emindi, zamanı gelmişti. Her şey bitene kadar dedi. Her şey gerçekten bitene kadar o da yedivereni gibi tekrar tekrar açmaya devam edecekti.
Duştan çıktığında dışarıda uçuşan kağıtları, poşetleri ve yaprakları görecekti. Bir ıslık eşliğinde…