FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Gecenin Öteki Yüzü: Angara Pavyonları

Gecenin Öteki Yüzü: Angara Pavyonları

Ayşe Özer

Anneme “Pavyona gideceğiz arkadaşlarla” dedim.

Derin bir suskunluktan sonra şöyle dedi: “Eskiden kızlar düşürülürdü pavyona, siz kendi ayağınızla mı gideceksiniz?”

Devlet memurunun vakarına yakışmayan hal ve hareketler memuriyetten çıkarma sebebidir. Pavyona gitmek, bir eğlence mekanında dağıtmak ve birilerine yakalanmak bunlardan olabilir. Soruşturmanızı yapan muhakkik (ne komik kelimedir) masa arkadaşınız değilse tabii ki. Çünkü bu pavyon işinde “Seni filan yerde görmüşler” tümcesini takiben şu sorulur: “Beni görenin orada ne işi varmış?” Efendim bu dosya için çevremdeki erkek insanlara sordum neler oluyor bu mekanlarda diye. 100 kişiye sordum en popüler cevap pavyonda olan biten her şey anlatıldıktan sonra şu şekilde bitiyordu: “Şimdi diyeceksin ki bu kadar ayrıntıyı nereden biliyorsun? Valla bir arkadaşım anlatmıştı bana da”. O “bir arkadaş”ı bulsam onda daha ne cevherler vardır kim bilir. Her neyse erkek insanları kendi yalan dünyalarıyla ve de orta sınıfı kendi ikiyüzlü ahlakıyla baş başa bırakıp yazmaya koyuldum. Nedir bu Ankaralı’nın eğlenememe halleri?

Memur kenti Ankara, kurmaca bir başkent olarak, Türkiye’nin kalbinde olduğu, yani coğrafik olarak Anadolu’nun tam ortasında yer aldığı için başkent olarak seçilmiştir. Başkent olma urbası Ankara’ya birkaç beden büyük geldiğinden midir esvabıyla dövüşür hale gelmesi? Ankara kimilerine göre bugün bozkırda büyükçe bir köyü andırmaktadır. İstanbul’la arasındaki ezeli payitahtlık kavgası, taht kavgalarında kardeşlerini boğduranlar aşamasına gelmediyse de, hala İstanbul’un mu Ankara’ya, yoksa Ankara’nın mı İstanbul’a dönüşünün güzel olduğu tartışılmaktadır. İstanbul’u sevmeyen gönülün aşkı anlayamayacağı üzerine nağmeler dizilirken, Ankara bu kadar olumsuz imgeye rağmen her bahtı karanın görmek istediği yerdir hala.

Ankara’da denizin bulunmaması ufukları daraltır. Bir kaşık su bulunca etrafına toplanır benim pek kıymetli Angaralı hemşerilerim.

İçine tükürülmekle sürekli tehdit edilse de Ankara’da sanat ve edebiyat köklüdür. Bir söyleşisinde Abdullah Nefes şöyle demişti: “Şiirde Ankara etkisi diye bir şey vardır. O zamanlar dayakçı komiser diye adı çıkmış olan Arap Cemal’in oğlu “Kalın Türk” İsmet Özel şiirle Ankara’da tanışmıştır. Sezai Karakoç’un, Cemal Süreya’nın şiirlerinde Ankara’nın etkisi yadsınamaz.” Oysa artık Ankara’nın “iklimi” değişti. Pop-erotik şairi Ankaralı Turgut Ankara’da şiir yazar oldu ne zamandır. Kültürüyle var olmuş, kendisi için şiir yazılan değil, şiir yazdıran kent, bir ucubeye dönüşmekte. Olsun Kent Estetiği Daire Başkanlığı var, bürokratlar iş başında.

Taşrada büyüyen bir çocuğun kendisinin ve ailesinin büyük adam olmaktan anladığı bir devlet dairesinde işe girmek, memur, bürokrat olabilmektir. Memurluğun garantili iş oluşu, bir mühür, bir sümen, bir de masa verilince memura kendini dünyanın hakimiymiş gibi hissettirir. Toprak ağasından kurtulmanın dayanılmaz hafifliği kendi ağalığını kurdurur. Taşralı memurun, taşrada çoluğunun çocuğunun rızkını pavyonda yemesi klişesi, kendisi de bir taşra kenti olan başkente taşınır.

Samsun asfaltındaki şirin mi şirin gecekondu evlerinin yerini kutu kutu pense TOKİ evleri alsa da, varoşun müziğini yapan Ankaralı Turgut’un kasetleri hala en çok satanlar listesinde ilk sıralardadır. Onun yaptığı “Vekilime kaymak lazım” şarkısı onu diğer Angaralı şarkıcılardan farklı kılar. Ankaralı müziğindeki şarkı sözlerinin müstehcenliği, belden aşağılığı onları belirli bir alana hapsetse de, piyasa vakti Bahçelievler 7. Caddeye bangır bangır misket çalarak giren Hacı Muratlar olur bazen, genç kızların “ıyyyy” haykırışları arasında tur atarlar. Bugünlerde Ankara’da Altındağ’ın Ulus’a, Ulus’un da Kızılay’a indiği tartışılmakta. Hergele Meydanı denilen Ulus, Opera civarındaki “hergele”ler Kızılay’da volta atmakta artık. Herkesin lacilerle gezdiği memur kenti Ankara son on yıldır hızla kozmopolit bir kent haline geliyor. Eskiden Gençlik Parkı’na asker kalabalığından giremeyenler şimdi sevgilileriyle yapma gölün üstünde bisiklet sefası yapmakta. Sadabad’a gidelim Sadabad’a! Her yeri neon ışıklarla süslü Gençlik Parkımız dizilere de ev sahipliği yapmakta. Şurası Behzat’ın Bahar’ı öptüğü yer. Turistlere buraları gezdirebiliriz. “Biz de mutsuz olalım, var mısın?”

Eğlence mekanlarının konumlarının belirlenişi iktidarın tercihlerini de yansıtır. Şimdi kırmızı sokaklar moda. Gelirin yeniden dağılımı, mekanların da el değiştirmesini beraberinde getirdi. Ankara’da gece hayatı müşterinin taleplerine göre ayarlanmış farklı konsepte sahip mekanların farklı semtlerde konumlanışı ile belirleniyor. Arjantin Caddesindeki sosyetik barları Sakarya Caddesindeki türkü barların siyasi duruşu nötralize ediyordu ki Tekel direnişine verdikleri destek nedeniyle Sakarya Caddesindeki barlar “bitirildi”. Maltepe, Ulus, Dışkapı, Çankırı Caddesi, Cebeci Dörtyol ve Kavaklıdere’de bulunan gazino ve pavyonlar ise Ankara gece hayatının merkez üssü oldu. Son on yıldan bu yana solistle program yaparak hizmet veren mekanların azalmaya başlaması ve Ankara havası, yerel deyimle kaşık havasının bu mekanlara taşınması ile bu mekanlar altın çağını yaşamaya başlamış. Bir de her semtte bulunan masaj salonları ve saunalar, fantezi evleri ile Bent Deresindeki mavi pencereli evler donatmış “eğlence” kültürünü. Ankara’nın belirli semtlerinde senelerdir var olan “bel fıtığı” duvar yazısının altındaki telefon numarasının ne işe yaradığı da artık nüfusun hemen hemen hepsinin malumu.

Pavyon kültürüne aşinayızdır eski Türk filmlerinden. Her nefis Nuri Alço gazozunun ne işe yaradığını öğrendi Ahu Tuğba sayesinde. Pavyona borçlandırılan kızların çalışmaya mecbur edildiği, kızların kendilerini bu hayattan çekip çıkaracak bir adamın yolunu gözlediği, artık çalışamayacak durumda olan “sermaye”lerin tuvalet kapısında kolonya tuttuğu, daha güzeli veya genci gelince eskisinin kapı dışarı edildiği bir insan tüketim düzenini esefle kınayarak ve dizlerimize vurarak, pavyondaki kadına aşık olup ona ev açan, bütün ailesini karşısına alıp nikah kıyan adamlara da saygı duyarak izlemişizdir senelerce. Fosforlu Cevriye’nin “delikanlı” aşkına hep hürmet etmişizdir.

Silvia Federici, kadınlara boyun eğdirilmesinin dünya proleteryasının oluşumunda toprağın çitlenmesi, Yeni Dünyanın fethi ve kolonileştirilmesi, köle ticareti kadar önemli olduğunu söyler. Emek gücünün yeniden üretimi kapitalist birikim için en önemli etkinliktir ve gerçekleşmesi büyük oranda kadınların karşılığı ödenmemiş emeğine dayanır. İlkel birikim sürecinde toprağın çitlenmesinin yanı sıra, kadın bedeninin çitlenmesi ve yeniden üretici emekleri ile toplumsal konumlarının değersizleştirilmesinin sürecin merkezinde yer aldığını söyler. Şimdilerde kadın bedeninin çitlenmesi, sezaryene, kürtaja karşı olma üzerinden ilerlemektedir. Dolayısıyla kadın bedeninde yenilen suşinin pek de şaşılacak bir yanı kalmamıştır. Kadınlığından başka tutunacak dalı olmayanlar, modern toplumsal örgütlenmenin iki merkezi ilkesi emek gücü ile kendi bedeni ve yaşamı üzerine mülkiyet hakkını kullanarak bir nevi özgürlüklerini mi ilan etmektedir? Kendi kaderini tayin hakkını mı kullanmaktadır kadın?

Devam edecek…