İnsan olmak böyle bir şey galiba. Karanlığı ve aydınlığı, iyiyi ve kötüyü aynı anda içinde taşımak. Elbette tamamen karanlığa bürünmüş ruhlar da var, iyi ki tanımadım onları. Ya da tanıdım da karanlık yüzlerini henüz göremedim.
6 Şubat’ta yaşanan bu korkunç deprem beni çok düşündürdü. Uzaktayım deprem olan bölgeye. Kalorifer yanıyor, sıcak yemek de var. Televizyona yapışmış izliyorum, buz gibi havada, kar altında yaktıkları tahtalarla ısınmaya çalışan insanları. Geceyi aç ve üşüyerek de olsa geçirecekler. Ama ya enkaz altındakiler. Normal koşullarda 72 saat. Ama bu soğukta. Düşünmek bile istemiyorum yaşanan felaketi.
Yapacak çok şeyim yok. Güvenebileceğim kuruluşlar eliyle yardım yapabilirim. Ama yuvası başına yıkılmış, sevdiklerini buz gibi beton altında bırakmış insanları teselli edebilecek hiç bir güç yok.
Haberi duyduğumdan beri kopamadım televizyonun başından bir türlü. Sağlıklı haber alınca daha mı iyi oluyor insan? Hayır. Zaten sağlıklı haber de yok gördüğüm kadarıyla. Bu acı felaketi bile politik çıkar haline getirdi “büyüklerimiz”. Oysa acı çeken insanı devlet teselli edebilir ancak. Yapmak zorunda olduğu ve eşit üleştirmek zorunda olduğu yardımıyla.
Deprem çok yaygın bir alanda gerçekleşti. Belki de ülkemin yaşadığı en büyük deprem bu. Kat kat üstünde kalmamış binaların altında kimbilir ne kadar çok insan var kurtarılmayı bekleyen. Yandaş medya ne yazık ki sadece kurtarma çalışmalarını iletiyor bize. Sanıyorsunuz ki, yıkılan tüm binalarda arama kurtarma yapılıyor. Oysa depremzedeler, evlerinin önünde yardım gelmesini kahrolarak, hıçkırarak bekliyor. Ne bir kurtarma ekibi, ne bir tas sıcak çorba ne de çadır. Bu gece zor geçecek. Enkaz altındakilere ise tanrı yardım etsin.
Haberleri izlerken bazı anılar canlandı kafamda. İki büyük deprem yaşadım. Beynimden silemediğim görüntüler, sesler. 99 depremini değil ama daha eski, beni çok etkileyen başka bir depremi anımsadım. Hangi yıl ve ay olduğunu tam olarak anımsamıyorum ama 12 Eylül Askeri Darbesi’nin en azılı günleri. Biz aile boyu Metris’te tutukluyuz. İstanbul’da yine şiddetli bir deprem oldu. Biz koğuşlardayız. Bu depremi de çok yakından hissettiğimizi, zangır zangır sallandığımızı anımsıyorum.
Kocaman çelik kapılar dışardan kilitli…
Pencerelerimizde parmak kalınlığında çelik parmaklıklar…
Kendini dışarı atabileceğin tek delik yok. Yer ayaklarımızın altından kayıyor sanki. Yerimizde duramıyoruz. Demir ranzalar birbirine çarpıyor. Koğuşta cam olmadığı için kırılan bir şey yok ama her şey yerlere dökülüyor; soğuk çeliğin ve beton duvarların çıkardığı uğultuyu dinliyoruz. Ben eylemsiz kaldım. Gözüne lamba tutulmuş tavşan misali dondum. Sadece düşmemek için bir arkadaşımın koluna tutundum. O da duvara dayandı.
Gümbürtü geçince nöbetçilere seslendik. Kadın polisleri ve askerleri çağırdık. Uzunca bir süre bize hiç yanıt vermediler. Pencereden baktığımızda hepsinin bizim havalandırmaya çıktığımız avlunun ortasına toplandığını gördük. Kapılarımızı hiç açmadılar o gün. Sadece karavana verildi. Sabaha kadar endişeyle oturduk ve birbirimize deprem hikayeleri anlattık. O zaman kendimi çok berbat hissetmiş, bunlar bizi depremde ezilmeye, selde boğulmaya bırakırlar diye düşünmüştüm.
Bunu anımsayınca şu anda bu rejimin tutsak ettiği insanlar geldi gözümün önüne. On binlerce tutuklu ve mahkum. “Bize ne onlardan, onlar suçlu” demezsiniz biliyorum.
Diyen vardır mutlaka. Bu insan müsveddeleri sosyal medyada mutluluklarını kusuyorlar. “Kürt bölgesi oralar, geberip gitsinler” diyenler; “112’yi arayın hatlar meşgul olsun ki yardım gitmesin, HDP kazanamasın” diyenler… İğrençliğin bu kadarı olmaz diyeceksiniz ama oluyor işte. Irkçı söylemlerle büyümüş, kafası bataklığın çamuruna bulanmış insansılar…
Az önce kapattım televizyonu ve sosyal medyayı. Kukumav gibi düşünüyorum. Biz bu insan malzemesi ile ne yapacağız. Bu yaşa geldim hala bu, insan denen mahluku anlamaya çalışıyorum. Yeryüzünde nefes alan tüm canlılardan daha korkunç yaratıklarız biz. Bu karanlık yüzü aydınlatmak imkansız gibi.
Şimdi dayanışma zamanı. Acı çeken insanımıza el uzatma zamanı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Hiç değilse hayatta kalanlar için bir şeyler yapabilme zamanı.