FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

GELECEĞE BİR ATOM GÖLGESİ OLARAK KALMAK İSTEMEZSEK…

GELECEĞE BİR ATOM GÖLGESİ OLARAK KALMAK İSTEMEZSEK…

Bilmem siz de benim gibi endişeli misiniz? Ben hem endişeliyim hem de korkuyorum. Dünyamızı yeniden bir nükleer savaş çılgınlığının sarmasından ölesiye korkuyorum. Bir çılgınlık yaparsa bir taraf, zaten bu savaş bir anda son bulur. Dünyanın en ucunda yaşamıyorsak eğer, ki böyle bir yer de kaldı mı bilmiyorum, savaşın sonuçlarını hiç birimiz göremeyeceğiz, bu kesin.

“Nükleer” dendiğinde aklıma ilk gelen isim Hiroşima’dır benim. İlk gençliğimin kabusu. 6 Ağustos 1945. Milyonlarca suçsuz insanın yaşadığı bir kentin üzerine ölüm saçan “little boy” isimli atom bombasının atıldığı gün. İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinin yaşandığı, Japonların ise teslim olmayı kabul etmediği bir dönemde insanlığa korkunç bir gözdağı. Bombayı atan uçağın pilotu bu rokete annesinin adını vermiş. “Enola Gay”. Bu inanılmaz bizim için ama bombayı attıktan sonra dönen pilot ve diğer mürettabatla yapılan görüşmelerde fazla bir pişmanlık da hissedilmiyor. Hemen hepsi, bu yok ettikleri 200 binden fazla yaşamın, savaşın ilerleyen zamanlarında ölecek milyonlarca insanı kurtardığını düşünüyorlar, buna ikna edilmişler.

Hiroşima’dan 3 gün sonra, bu kez “fat man” isimli ve gücü birincisiyle aynı olan ikinci bomba da Nagazaki’yi vurdu. Patlamadan hemen sonra, Hiroşima’da 140 bin insan; Nagazaki’de de 80 bin insan hemen ölmüş. Ama aldıkları yaralar ve radyasyon etkisiyle aylar yıllar sonra ölenlerin sayısı tam olarak bilinemiyor.

Atom bombası, uranyum çekirdeğinin bölünmesiyle ortaya çıkan akıl almaz bir enerji. Radyasyon, sıcaklık ve basınç… Patlayan ilk atom çekirdiğinin diğerlerine çarpması sonucunda zincirleme reaksiyon oluşuyor, ortaya çıkan enerji yıkıcı, yokedici. Önce keskin bir beyaz ışık ve ardından basınç fırtınası, önüne çıkanı yıkıp götürüyor; sonra binlerce santrigratlık bir ısı yayılıyor ve hemen ardından radyasyon yağmaya başlıyor. Yani etki alanı içinde, kurtulma şansı yok bu bombadan.

Hiroşima’daki Barış Anıtı. Unesco’nun Dünya Mirası

Bugüne kadar savaşlarda bir atom bombası kullanılmadı ama ilk denemeden 70-80 yıl sonra teknolojinin nasıl geliştiğini düşündükten ve uçsuz bucaksız çöllerde, yer altında deneme amaçlı patlatılan atom bombalarının gücünü okuduktan sonra insanlık için korkmamak mümkün mü? Hele de burnumuzun dibinde şiddetli bir savaş sürer ve süper güçler nükleer silah kullanmaktan söz ederken.

Hiroşima ve Nagazaki’de patlamanın ardından çekilen fotoğraflara baktım. Bazı duvar ve düz zeminlerde beyazlıkların içinde isli lekeler var. Patlamadan sonra oluşan ışık o kadar şiddetli ki, öndeki nesnelerin (insan, hayvan, çeşitli eşyalar) arkadaki zeminde gölgeleri kalmış. Tüyleri ürperiyor insanın. Tarihe yazılmış canlı gölgeler.

Hiroşima hakkında yazılanları okurken bilmediğim bir gerçekle tanıştım. Tüm yayınlarda o günün sembolü olarak kullanılan bir fotoğraf vardır. Etrafında, ayakta tek bir bina bile olmadığı halde, iskeleti ve tepesindeki kubbesi ayakta tek başına kalmış bir bina. Bu enkaz, atom bombasından önce, Hiroşima’nın en ünlü sinemasıymış. Bomba, binanın tam tepesinde, 580 metre yükseklikte patladığı için sinema, bombanın basıncından tam olarak etkilenmemiş. Kentin yaraları onarılırken binanın bir “Barış Anıtı” olarak korumasına karar verilmiş.

Bir bankanın taş merdivenlerinde oturan bir insanın ve duvara işlemiş bir tahta merdivenin gölgesi.

Ben ortaokuldayken, ailesi Japon Sefareti’nde çalışan benden bir kaç yaş büyük bir kız arkadaşım vardı. Tam anımsayamıyorum adını, aklımda Suza olarak kalmış. Bazıları Suzan da derdi. Hiroşimalıydı ailesi. Suza’nın annesi ve babası bu büyük felaketi yaşamış, aile tüm büyüklerini kaybetmiş. Babasının sırtında bombadan kalma yanık izlerinin olduğunu söylerdi. Ama doğrusunu isterseniz, o yıllarda medya bugünkü gibi değildi. Türkiye’de Amerikan hayranlığının etkisiyle bu katliamdan pek de söz edilmezdi. Biz çocuklar için ise fazla bildiğimiz ve ilgilendiğimiz bir olay da değildi. Ne zaman ki liseye geldim. İşte olan oldu. Lise ikideyim, milli güvenlik bilgisi dersine bir subay geldi. Kendi öğretmenimiz hastalanmış, bu öğretmeni yollamışlar. Rütbelerden anlamam ama gözümde omuzundaki yıldızlar resim gibi kalmış. Bize, ülke savunmasını anlatıyor. Bir ara silahlardan, sığınaklardan bahsederken atom bombasını anlattı. Kara tahtaya çizdi. Tam merkeze bizim okulu koydu. Atom bombası buraya atılırsa neler olacağını, merkez noktanın etrafına daireler çizerek neresi nasıl etkilenir onları anlatmaya başladı. İlk çembere, yani yüksek basınçla ilk yıkılacak alana bizim evimiz giriyor, bu basınçtan sağ kurtulursak cayır cayır yanacağız, bundan da kurtulursak hemen ardından yağacak kapkara radyasyon yağmuru ile zehirleneceğiz. Sınıfta derin bir sessizlik oldu. Aklımda ailem, annem, babam, ananem, kardeşim, komşularımız, tavuklarımız, kediler, köpekler… Geleceğe sadece bir atom gölgesi olarak kalacağız.

Bombanın patladığı anda durmuş bir duvar saati
Zıplayan bir küçük kızın atom gölgesi

İşte o gün, o anda ben barışın önemini kavradım. Silahlardan, silahlanmadan, savaşlardan nefret eder ve her durumda barışı savunur oldum. Tuhaf ama, bana barışın önemini anlatan, hissettiren, savaşların olmazsa olmazı bir subay olmuştu.

Evet, en kötü barışın savaştan iyi olduğunu düşünürüm her zaman.

Hiroşima’da barışın sembolü olarak korunan Barış Parkı’nın ortasındaki Genbaku Dome (Atom Boması Kubbesi)’ni görmeyi çok isterim. Bu kirli savaşın suçsuz kurbanlarının çığlığı hala oradadır şüphesiz. Japonlar, her zaman olduğu gibi bu yıl da 6 Ağustos sabahında, Barış Çanı’nı çalarak, çanın tınısı sönünceye kadar saygı duruşunda bulunup, parkın yanından akan nehre barış dileklerini yükledikleri beyaz kağıt fenerlerini bırakacaklar… Çanın tınısını tüm dünyanın duyması, kağıt fenerlerin de insanlığın barış temennisi olarak sonsuza kadar yanması dileğimle…

Bu yazının sonuna Nazım Hikmet’in, Hiroşima’da yok olan yedi yaşındaki bir kız çocuğu Sadako Sasaki adına yazdığı bir şiiri eklemesem olmayacak. Nazım, Sadako’yu bu şiirle ölümsüzleştiriyor ve çocuğun ölümünden 10 yıl sonra yaptığı bu barış çağrısını dile getiriyor.

KIZ ÇOCUĞU

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

Bombayı atan pilot, annesinin adını taşıyan ölüm uçağı Enola Gay ile.