
Gerçek nedir? Gerçek, bir illüzyon mudur? Gerçek, ana rahminden dünyaya düştüğümüz andan itibaren edindiklerimiz ve öğrendiklerimiz midir? Kendi gerçekliğimizin dışında bir dış gerçeklik var mıdır? Sorgulamadan kabul ettiğimiz inandığımız dünya bir gerçeklik midir? Gerçek, öğrenilebilir mi?
Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un “Köpek Dişi” filmini izlediyseniz eğer, kafanızda bu sorularla sinemadan çıkmış olmalısınız. Bu filmi yeniden izleme ihtiyacı duydum. Neden mi? Son yıllarda ülkemizde yaşadıklarımız o kadar absürt ve inanılmaz ki, kurmaca bir dünyanın içine çekilmiş olmanın ağırlığı sardı dört bir yanımı. Köpek Dişi’ni anımsadım. Çok akıllı ve çarpıcı bir anlatım. Acımasız bir düzen eleştirisi.
Yüksek duvarlarla çevrili, havuzlu, lüks bir evin içinde, bir babanın yarattığı, sıkı kontrollü “erkek egemen” dünya. Öyle bir dünya ki bu, neredeyse yaşamakta olduğumuz kapitalist cehennemle paralel bir evren, bir mikrokosmos. Bu evreni yöneten ve kuralları koyan; karısını ve ikisi kız biri erkek üç yetişkin çocuğunu dış dünyanın kötülüklerinden korumak bahanesiyle eve hapseden bir baba. Kuralları çiğnemek şiddetle cezalandırılıyor. Çocuklar anne ve babanın oluşturduğu kurmaca alemde, dış dünya ile hiç bir ilişkileri olmadan yaşıyorlar. Evin dışına çıkan tek kişi, her gün arabasına binerek çalıştığı fabrikaya giden baba. Dışardan içeriye giren tek kişi ise erkek çocuğun cinsel gereksinimini karşılayan bir genç kadın Cristina. Bu kadın, çocukların dış dünyadan gördükleri ve konuşabildikleri tek insan.
İnsanın en büyük düşmanı kediler. Onlardan ve dış tehlikelerden ancak köpek gibi havlayarak kurtulmak mümkün. Baba, zaman zaman dışardan üstü başı kan içinde, elbiseleri parçalanmış biçimde gelerek yarattığı korku ortamını pekiştiriyor.
Film, bir kasetten duyulan sözcüklerle başlıyor: “Deniz, deri koltuk demek. Örnek tümce, ‘adam gelerek en rahat denize oturdu.’ Otoyol, kuvvetli rüzgar demek. Örnek tümce, “otoyol, ağaçları devirdi”. Gezinti, aşırı dayanıklı zemin döşemesi demek… Erkek çocuk, filmin bir yerinde “zombi ne demek” diye soruyor annesine. Anne, minik bir sarı çiçek olduğunu söylüyor. Çocuk bahçede sarı çiçekler gördüğünde heyecan içinde “zombiler zombiler açmış” diye bağırıyor. Dil üzerinden kodlanan bu absürd dünya, izleyicinin dilin rastlantısallığını, ne kadar politik olduğunu ve eğitim süreçlerini de sorgulamaya yönlendiriyor.

Çocukların bu duvarın ötesine geçebilmesinin yani özgürleşebilmesinin tek koşulu köpek dişinin düşmesi. Sağ veya sol olması farketmiyor. Geri gelebilmenin koşulu da bu dişin geri gelmesi. Çocuklar, bu imkansızlığı, köpek dişlerinin düşmesini bekliyorlar.
Filmde ismi olan tek kişi, erkek çocuk için belli bir para karşılığı eve çağrılan Cristina. Görevini yerine getirdikten sonra evde bir süre kalmasına izin verilen Cristina’ya kızlar sorular soruyor başka bir dünyanın varlığından haberdar oluyorlar. Cristina, oral seks karşılığında büyük kıza iki film kaseti veriyor. Bu filmler, büyük kızın dünyasında bir deprem yaratıyor. Kendi gerçekliklerinin dışında başka bir dünya olduğunun farkına varan kız, kaseti izlerken babaya yakalanıyor. Baba, hem kızını cezalandırıyor hem de Cristina’ya şiddet uygulayarak eve gelmesini yasaklıyor. Bu kez, erkek çocuğun cinsel ihtiyacı abla tarafından karşılanıyor ama zaten bu ensest ilişki o kadar normalleştirilerek uygulanıyor ki, her ikisi de bu ilişkiyi yeme içme kadar normal karşılıyorlar. Bu kıskaçtan kurtulmanın tek yolunun köpek dişinden kurtulmak olduğunu kavrayan büyük kızın çözümünün çözüm mü olduğunu da filmi izlediğinizde tartışalım derim.
Lanthimos’un filmini benzersiz yapan şey bence, filmi izlerken ister istemez yaşadığımız dünya ile pararlelliklerin kurulması ve sorgulamanın başlaması. Küçük iktidar hırsının evrenimizi ne hale getirdiği, muhafazakarlığın, körü körüne inancın bu mikrokosmos “kapitalist” düzenin insanın tükenişine nasıl sebep olduğunu sembolik bir kurmaca ile gözler önüne serilmesi.
Film 2009 yılında yapılmış. Ama şimdi daha da güncel. Yeni ve acımasız dünyayı kavrayabilmek için ışık saçan bir film hala…