Mayıs ayı bir öyle, bir böyle oldukça serin geçti. Bu nasıl bahar derken, Haziran’a girmeden yaz geldi. Hem de öyle böyle değil, aniden ve kavurucu sıcaklarla… bulutları ara ki bulasın. Artık doya doya gün batımı ve eğer erkenci isek gün doğumu seyredebiliriz. Bulunduğumuz yere göre, her gün ne zaman teşrif edeceğini ve bizi ne zaman terkedeceğim saniyesi saniyesine bildiğimiz, bu hiç şaşmayan ve izleyeni adeta büyüleyen, güneşimizin yarattığı ışık ve renk şölenleri…
Denize kıyısı olan iki yerde yaşamım, bu iki yerle bağlarım var. İkisi de oldukça güzel, yeşilin maviye karıştığı sahil beldeleri. Birbirlerine tam zıt yöndeler. Biri gün doğumuna bakıyor, diğeri gün batımına… Ve ben ikisini de çok seviyorum. Yine de birini biraz daha fazla tercih ediyorum, galiba. Sizin tercihiniz hangisi olurdu? Gün doğumu? Gün batımı?
GÜN DOĞUYOR…
Güneş balkonumun tam karşısından, sanki denizden doğacaktır. Doğa hazırlığa başlamış, hatta uykumu, sonra hayal meyal anımsayacağım rüyamı hafifçe bölmüştür. Gecenin en serin saatleridir, üzerime pikeyi iyice çekip diğer yöne dönmüş olabilirim. Göz kapaklarım karanlıktan – sanki beyaz ile derece derece açılan siyah boya misali- griliğe dönen bu açılmayı algılamış olabilir. Uzaktan sabah ezanı duyulur. Ona eşlik eden köpek uyumaları, sabahı karşılamaya hazırlanan uçan kaçan, evcil yaban diğer hayvanlar da bu koroya katılır. Kulaklarım da artık uyanmıştır, Bazen bu noktada kalkar, üstüme bir şey alır ve balkona çıkarım. Işık yeni bir güne davetsiz misafir gibi, karanlığı çalan bir hırsız gibi yavaş ve gizlice girer. Artık eskilerin fecr (kelime anlamı; bölmek, ikiye ayırmak, açığa çıkarmak…) dediği şafaktır, tan yerinin ağarmasıdır. Alacaydınlık * içinde sanki bir salise her şey durur. Kulaklarım uyandığında ilk duyduğum seslerden olan pancar motorlarının sesi bile durur. Balıkçılar akşam döşedikleri ağları toplamaya doğru seyrederler. Pat pat pat. Rastgele!
Ortalık iyice aydınlanır, yavaş yavaş renklenir. Kuşların korosu iyice çılgınlaşır, uzakta bir eşek anırır ya da inekler mööler. Ve güneşin ilk parlaklığı bir nokta gibi karşımda belirir. Ben bu parlaklığın yaratacağı değişime katılmak için gözlerimle ufku tararım, doğanın kokusunu içime çekerim, seslerin kreşendosuna iyice kulak kesilirim. Ve büyülenmiş gibi kısa bir süre güneşe bakarım, bakabilirim. Güneşin bu ilk pırıltısı kendini göstermeden önce de gökyüzünün ışık ve renk değişimleri denize yansımıştı, şimdi güneşin izdüşümünde altın bir yol oluşmakta üzerinde…
Bu yolun titreşimiyle içim enerji doluyor. Dönen kimi balıkçı teknelerinin silüeti altın yolun üstünde büyüleyici… içimi sevinç kaplıyor. İnsanlar bir bir yola çıkıyor. Kimi dinç, kimi halen uykulu bakkalın yolunu tutuyor. Yaşamın günlük rutini başlıyor. Merhaba dünya. Gününüz aydın olsun. Günaydın.
Ben gündoğ’larını çok seviyorum.
GÜNBAT **LAR
Gün batımında bulunduğum yer büyükçe bir koy. Sağda yatan kadın profiline benzetilen bakir bir kara parçası. Solda, yerleşimin yoğun olduğu bölgenin önünde yer alan marinanın en uzun mendireği, ucunda Kız Kulesi benzeri ve yanında silindir iki kule silüeti. Önüm zeytinlik ve bahçeler. Koyun arkasında Yunan adalarının silüetleri… Kalimnos, Leros, Lips.
Bu koy üzerinde gün batımları yıl boyunca sağdan sola kayıyor, sonra geri dönüyor. Mevsime, hava şartlarına, bulutlara bağlı olarak çok farklı, bazen şaşırtıcı renk çümbüşleri oluyor. Bu gün batımı şölenlerinin keyfi, gün doğumundan daha uzun devam ediyor. Güneşin son pırıltısı karşı tepenin ardında kaybolduktan sonra da devam ediyor renk şöleni. Göğün kızıllığı arttıkça artıyor, gecenin karanlığının ilk saatlerinde bile öyle asılı kalıyor bazen. Her seferinde güneşi sevgiyle uğurluyorum. Güle güle, yine gel dileğiyle… dostlarla birlikte günbat içkilerimizi yudumlayarak sessizce hep birlikte uğurlasak da, her seferinde küçük bir hüzün kaplıyor içimi. Enerjimi de benden çekip alıyor sanki son dakikalarında gözümün içinde batan güneş.
Gün batımlarında sabahın çoşkusu yok; telaşlı bir kaçış, toparlanış, belki de saklanış var doğada. Kargalar toplu halde havalanıp konmuş, havalanıp konmuş ve yok olmuşlardır, Aceleyle tek bir kuş, bir martı, bir kumru geçer kaybolur. Kırlangıçların telaşı daha güneş alçalmaya başlamadan bitmiştir. Artık akşam sefalarının ve akşam sefasının vaktidir. Yemekler yenecek, enerji alınacak ve gece yaşanmaya başlanacaktır çoğu kişi için , hatta günün sıcaklığından kurtulup akşamın tatlı serinliğinde daha canlı hissetmek de mümkündür. Yine de, benim için gün batımları hep bir bitiştir karanlığı açılan.
Belli ki ben sabahçı denilen guruptanım. Kaçta yatarsam yatayım gün doğmadan epey önce kalkarım, eğer saati kurmuşsam kapatırım ve nadiren tekrar yatarım. Çünkü enerjim yerindedir, içim yaşam aşkıyla doludur, bu nedenle gün doğumlarına aşığım.
Bu yazıyı yazarken, beni etkileyen iki müzik eşlik etti her bölüme.
Orfe ve Euridis miti üzerine 1959 yapımı bir Marcel Camus filmi “Siyah Orfe”yi yeni yetmezliğimde defalarca seyredecek kadar etkilenmiştim. Hele o güneşi doğuran ve fimde Orfe’nin şarkısı, Euridis’in şarkısı ve final şarkısı olarak üç kez tekrarlanan “Manhâ de Carnaval”… belki gün doğumuna aşık olma nedenim sadece bu şarkıydı. Dünyada bir çok sanatçı ve toplulukların enstrümantal ve vokalli söylediği bu şarkı benim kuşağıma mutlaka tanıdık gelecek. Hatırladığım türkçe sözlerini sizlerle paylaşacağım. Bu sözler kimin eseriydi bilmiyorum. İnternette defalarca aramama karşın bir isim yok, liriğin bire bir değil anlamı korunarak ve film gözetilerek yapılmış bir şarkı sözü daha çok. -ki orijinal Portekizceden ve bir kaç dilden çevirileri internette var. Türkçe aranjmanlar listesine göre iki sanatçımız bu şarkıyı icra etmiş ancak çok farklı sözlerle, farklı anlamda: Ertan Anapa ‘yine yalnızım bu gece’ Nilüfer ‘bazen hayaller kurarım’ diyerek. Benim hatırladığım sözler filmden… o yaşlarda türkçe versiyonunu izlediysem ya isimsiz bir sanatçının eseri… ya da hiç bir kanıtım olmasa da Fecri Ebcioğlu’na yakıştırıyorum.
“sabah güneş doğarken / sabah uyanış anında / gelir yavaşça kondurur / gül kokan incilerini / çiçekli tabiatın üzerine / ruhum sevinç içinde / tanrı benim vatanımı seçti / kederlerden uzak / yeni doğan günün birinde / aşıklar için…
söyle söyle kalbim / sabah şarkısını / yeni doğan günün içinde,”
Bu parçayı enstrümantal olarak Paco de Lucia, Al di Meola, John McLaughin gitar üçlüsünden dinlemelisiniz. Cazda Stan Getz, Dexter Gordon, Quincy Jones’a… klasikte Ithzak Perlman+ Pittsburgh Senfoni Orkestrası’na bir çok müzisyen icra etmiş. Benim gibi insan sesi tercih ediyorsanız klasikte Placido Domingo söylemiş. John Baez’den bir çok Latin kadına-erkek sanatçının repertuarlarında da bu şarkı var. Bu şarkı yumuşak bir bossa nova ritm eşliğinde hüzünlü bir parça… Yine bana hangi yaşta olursam olayım, hep umut aşılamıştır. Belki söz konusu filmin final sahnesinin etkisi, belki ritm ve onun getirdiği dans etkisi. Bu parçanın ruh hali bence umuttur, gençliktir.
Gelelim gün batımı şarkıma; bizden bir şarkı “ güneşin alevden saçları” Mehmet Ş, Canku’nun sözlerini oğlu Doğan Canku, Baki Güngör Duyarlar ile birlikte bestelemiştir. Yine çok bilinen bestesiyle güftesiyle çok güzel, hüznüyle insanı etkileyen, bir çok yabancı dile aranje edilen ve gitar eşliğinde icra edilen bir şarkı. Çıkış yılı 1981 ve işte o çoğunuzun bildiği sözleri;
“ Güneşin alevden saçları / aşınca karşıki tepeden/ gölgeler sarar yamaçları / ürkerim gelecek geceden / bütün dertler beni bekler / yatağımın baş ucunda / esir kalır tüm dilekler / kaderimin avucunda / teselli etmiyor gönlümü / ne yıldız ne de ay bu gece / beklerim hasretle gülümü / yalvarıp göklere her gece.”
Kaç yaşında olursam olayım bu şarkı bana hasreti, yalnızlığı çok yoğun hüzünle yaşatmaktadır.
Beklenen sevgili ya gelmeyecektir, ya da ölmüştür. Ruh hali bence yaşlıdır, umutsuzdur.
Belki de benim gün doğumu ve gün batımda karşı duygularımı tetikleyen bu şarkılardır. Ya da çoğunluk bu şekilde etkilenmiştir ki bu şarkılar vardır. Sizce hangisi daha öncelikli;
Gün doğumu, gün batımı mı?
Notlar:
* Alacaydınlık, Yelda Karataş’ın Türkçemize kazandırdığı güzelim kelime ve Dünya Globus Şiir ödülünü kazanan şiir kitabının (1999) adı.
** Günbat, Birgül Akar Erdinç’den duyduğum ve benimsediğim bir kısaltma. Ondan ilham ben de gündoğ kullanmaya başladım.