FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

HAVVA, EMİNE VE ZEHRA Üç kadının hikayeleri…

HAVVA, EMİNE VE ZEHRA Üç kadının hikayeleri…

Geçen yazımda sizlere Anadolu Tanrıçaları, Kibeleler‘den söz etmiştim. Anadolu’nun güçlü kadın figürleri… Bu gün ise, günümüzden kadın figürlerine dair hikayeler anlatmak istiyorum. Kibeleler kadar güçlü görünmeseler de, içlerinde gizliden gizliye yaşama direnen, doğalarından gelen bir güç taşıyan, okutulmamış, destek görmemiş, yalnız kalmış, yanlış inançların etkisinden kurtulamamış, ne köylü, ne de şehirli olmuş ev işçisi kadınlarımızdan…

Hayatımın bir dönemi, evimde çocuk büyütürken ve  bir yandan evi atölye gibi kullanırken bu genç kadınlardan yardım alarak geçti. Çok yalnız büyüttüm oğlumu ve çok çalıştım. Metre karelerce vitray ürettim ve resim yaptım. Bir yandan da onları dinledim. 

İçimden hep Nazım’ın dizeleri geçerek dinledim onları…

Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır
,.. diye başlayan şiiri, o kadar uyuyordu ki onlara…

İki üç tanesini paylaşmak istiyorum sizlerle bu hikayelerin…

 

 

HAVVA’NIN HİKAYESİ…

Başımın çok sıkışık olduğu günlerdi. Oğlum daha çok küçüktü ve benim evde yetiştirmem gereken sipariş işler vardı. Haftada bir gelen Zehra Hanım’a, ne olur bana bir kız bul, bir süreliğine bile gelip biraz yardım etse razıyım dedim. Düşündü, düşündü ve „halamın kızı var ama hamile“ dedi. „Olsun“ dedim, „sağlıklı bir hamilelik ise gelsin ben onu yormam. Bana bir bulaşık yıkasa, sebze ayıklasa yeter“. Zehra Hanım tutamadı çenesini, bombayı patlattı… 

„Zaten evde de çok yorulmuyor, ablası ve kuzenlerine kuma gittiği için hepsi seviyorlar, fazla iş yaptırmıyorlar“ deyiverdi.         

Evet, aynen bunu dedi… 

Gözlerim büyüdü, „nasıl yani, bir ailenin bütün kızlarını mı aldı adam“ diye sordum. „Yani aldı denmez, kızlar sırayla ona kaçtılar“ dedi. Tam bir şok hali bendeki… İki gün sonra gelecek olan Havva’yı merakla beklemeye başladım. 

Ufak tefek, sarışın bir Karadeniz kızı. Çok küçük, 16-17 yaşlarında… suskun, biraz utangaç ve tatlı… „Kızım nasıl gelip gideceksin“ diye sordum. „Kocam tesisatçı abla, o motosikletle bırakıp alacak“ dedi. 

Hadi bakalım dedik, başladık çalışmaya… Arada ordan burdan laflıyoruz ama ben güvenini kazanmadan hiç bir şey sormuyorum. Ama içim de içimi yiyor. Nihayet bir hafta sonra filan, beraber yemek yerken, „Havva yaaa, Zehranım anlattı sizin durumu, başka adam mı yoktu niye hepiniz buna gittiniz?“ diye sordum.

„Abla, aşık oldum“ dedi.

„Peki öbürlerini kıskanmıyor musun*“ dedim. „Onlar benden önceydi, onlar da zaten beni çok severler“ dedi.

 İki gün sonra evlerinin tek oda olduğunu öğrendim. İkinci şokum da yaşandı sessizce…

Ve can alıcı soruyu soruverdim. „Peki canım benim, tek göz odada o işi nasıl yapıyorsunuz?“ Havvacık sabırla yanıtladı. „Her gece birimiz koynuna giriyor, geriye kalanlar yorganı kafamıza çekip uyuyoruz.“ 

Bende sorular tükenemiyor bir türlü… „Peki komşular ne diyor“ diyecek oldum ve ilk defa kızdı Havva; „ne diyecekler ki, biz bir aileyiz“ dedi sert bir sesle.

Ve tabii bu ailedeki eşlerin hiç birinin resmi nikahı yoktu. 

Düşündüm kendi kendime, bu iş bizim apartmanda olsa hemen ihbar edilir toplu seks yapmaktan karakolluk olurduk.

Ve nihayet bu „müthiş erkek“ bir gün kapıyı çaldı. Açtım, „ben Havva’nın kocasıyım“ dedi. Kısa boylu, saçlarının tepesi biraz dökülmüş, kırmızı yüzlü, hayalimde canlandırdığım yakışıklı Anadolu erkeği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir tip…

„İşim erken bitti, Havva boşsa onu alabilir miyim?“ diye sordu.   Dul olduğumu da duymuş olmalı ki, tepeden tırnağa alıcı gözle, şöyle bir süzdü beni de.

Normal şartlarda gel bir çay iç, Havva’nın şimdi bitiyor işi filan derdim. Ama, „çık kapının önünde bekle, Havva bulaşığını bitirsin gelir“ dedim o içimde biriken öfkeyle…

Bir iki ay sonra Havva’nın bende çalışması bitti. Çocuğunu doğurdu. Diğer kızlardan da bebekler geldi… Yaşamları böyle sürerken bizim tesisatçı koca kanser oldu, bir süre sonra da vefat etti. Onları hep izledim, ne yapacaklarını merak ediyordum ve Havva için üzülüyordum açıkçası. Ama ilginç bir durum oluştu. ”Aile” yi dağıtmadılar. Dört kadın da çalıştı, çocuklarını birlikte büyüttüler, hepsini üniversite de okuttular ve hala birlikteler. Kim bilir, belki bu da yaşama tutunmanın bir biçimidir…

 

EMİNE’NİN HİKAYESİ

Sofrada açıldı yine konu. Söz döndü dolaştı bir yerlerden düğünlere geldi. „Hiç kimse benim gibi verilmemiştir kocaya“ dedi Eminecik.  Yüzü gülmeyen, mutsuz Emine… „Nasıl verildin ki?“ diye sordum merakla. 

„Abla, beni abim büyüttü, annem babam öldükten sonra İstanbul’a geldik. Abim içerdi, kumar oynardı ve çok zor geçinirdik…“ diye başladı lafa. 

Ve inanılmaz bir şey anlattı. 

Bir gün abisi eve gelmiş, Emine bulaşık yıkıyormuş mutfakta. “Bırak elindekileri, gel benimle“ diyerek kolundan tutup alt kata indirmiş. Alt katta oturan dul ev sahibinin evine tıkıvermiş kızcağızı. „Artık burası senin evin“ demiş, „eşyalarını sonra toplar veririm.“ Eminecik, „terliklerimle gittim“ dedi. Abisinin kumar borcu karşılığı… Boğazıma bir yumru oturdu. Dondum kaldım bir süre… „Hiç kimseden yardım isteyemedin mi, bir akrabanıza gidemedin mi?“ diye sordum. „Kimsem yoktu ki, bakıştığım, hoşlandığım bir çocuk vardı, ona da ulaşamadım“ dedi. 

Peki sonrası? Sonrası Emine hala o adamla beraber, artık yetişkin bir oğlu ve kızı vardı bu konuşmayı yaptığımız günlerde. Tek başarısı çocuklar doğduktan sonra resmi nikah kıydırtmak olmuş. Bir gün oğlunun cezaevinde olduğunu öğrendim. Bir kavgaya karışmış. Biraz saldırgan karakterli olduğunu söyledi. Cezaevinden çıkacağı günü endişeyle bekliyordu. Ve çıktı çocuk sonunda… Emine ertesi hafta bana geldiğinde kolunun alt bölümünde dirseğinden bileğine doğru korkunç bir yanık vardı. Annesinden para istemiş çocuk, o da yok param, veremem deyince kolunu tutup ocaktaki kızgın tavaya bastırmış. „Polise şikayet etmedin mi?“ diye sordum. „Yok“ dedi, „tekrar hapse tıkarlar…“

En ağır darbeyi de kızından yedi. Kocasından önce bakıştığı çocuk bir tekstil atölyesinin sahibi olmuş, evlenmişti. Kızı onunla beraber olmaya başladı. Çok kavga ettiler ana kız bu yüzden. Sevgisiz bir ailede yetişen varoş gençlerinin tipik örneği idi ikisi de… Sonra gitti Emine. Kedime bakmak istemediğini, onu uzaklaştırırsam geleceği haberini yolladı.

 O kadarcık bile sevgi kalmamıştı içinde. Ben de onu uzaklaştırdım. Başka çarem yoktu.

 

 

VE ZEHRACIĞIM

Benimle en çok o kaldı; ufacık bir kadın. Çok inançlı, sevgi dolu, şefkatli… Haftada bir gelebiliyordu ancak. Diğer günleri doluydu. Babası yaşında bir adama kaçmıştı, ama köyde bir sevdiği varmış kaçtığı günlerde.

„Peki sevdiğin vardı da niye buna kaçtın?“

Cevap hazır: „Aklımı çeldi…“

Kocası Hasan Amca, gündüzlerini bir apartman görevlisi olarak çalışmakla geçiriyordu, gecelerini ise Zehra’yı hamile bırakmakla… Bir yığın çocuk ve sayısız kürtaj…

O minicik bedeni ve ruhu kürtajlarla yıprandı durdu yıllarca. Taktırdığı spiral de işe yaramadı. Ve sonunda ben gittim vajinal bir fitil alıp verdim. “Spiralin yanı sıra bunu da kullan Zehra, çift koruma olsun” dedim.

Bir süre hiç ses çıkmadı Zehra’dan. Ama bir sabah yine yüzü düşmüş geldi. Yine hamileymiş.

Yerimden zıpladım. „Verdiğim ilaç da mı işe yaramadı Zehra?“ Önüne baktı, „ben onu kullanamadım Nesteren Hanım“ dedi bana.

 

„Peki niye?“ Verdiği cevaba inanamazsınız, ” insanın içi bir hoş oluyor onu kullanınca” 

Bir süre ne demek istediğini düşündüm ve birden ayıldım. Fitilin yardımı ile hayatında ilk defa zevk almıştı cinsel ilişkiden…

„Eeee, için bir hoş olsun Zehra, daha ne istiyorsun?“ dedim. Cevap çok çarpıcı geldi. ”Ama günah!”

Günlerce anlatmaya çalıştım bunun günah sayılmayacağını, karı koca arasındaki bir ilişkide iki tarafın da mutlu olmasının doğru bir şey olduğunu, olmadı. Öyle büyümüş, öyle inanmıştı bir kere…

 

Bu hikayelerden daha çok var bende, sizlerde de vardır. Niye yazdım bunları diye düşündüm tekrar okuyunca. Hüzünlü hikayeler… Yine Kibeleleri yazsam, o güçlü kadın figürüne ağırlık verseydim ya…

Ama 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü için bir yazı yazma fikri oluşunca da, bir kutlama ve methiye yazamadım.  Bu kadınlar her yerde ve hala ulaşamıyoruz onlara. Temel haklarına sahip çıkmalarına, siyasal, sosyal bilinçlerini geliştirmelerine yardımcı olamıyoruz, yetemiyoruz. Onlar, içgüdüleri, çaresizlikleri ve öğretileri ile boğuşarak ayakta durmaya çalışıyorlar. 8 Mart bu yüzden çok önemli ve her gün kadınlar günü olmalı. Yapacak çok iş var. Bir gün asla yetmiyor.

 

Seramik panolar:  Ayşe Şefika Fırat

Picture of Nesteren Silivrili

Nesteren Silivrili

Tüm Yazıları