Yelda Karataş
Günce tutmaya başladım. Âdem ne yapayım! Millet birbirini öldürmekten bırak şiiri, düzyazı bile okumaya vakit bulamıyor ama olsun. Yazmak iyidir. Kimse okumasa da yazmakta kararlıyım.
Bunları entarimin eksik eteğinin kenarına çiziktirdim, vaktin olursa bi zahmet göz at.
Yeni yılda seni mutlu edecek başka bir şey bulamadım.
Elma diyorsun ya. Mesele elma değil. Elma parlaktı ve ikimizin dişine göreydi.
Hem parlak, hem kırmızı, insanı hayata bağlıyordu, iştahla… Gel de yeme.
Şimdi 21. Yüzyıl dedikleri bu çağda önünüze kaba saba, sapsarı bir şey koyuyorlar. Bu içerden ve dışarıdan pek bir şeye benzemeyen meyvanın adı, közde ayva. Kokusu güzel ama ezilmiş ve tadı kaçmış, tıpkı aşk gibi. Neden közde dersen, diri tutacak hali kalmamış insanların hiçbir duyguyu ve eylemi… Görüntüsüz eylem, eylemsiz görüntü almış başını gidiyor!
Duyarlılıktan nasibini alamamış bir çağdayız. Mesela Catharsis yok artık. Yunanlılar’a söyleme,üzülürler…
Sanatçılar kan ağlıyor desem yeri. Hubris yerlerde sürünüyor. Bu dili de kimse anlamıyor.
Üç yüz kelimeyi aştığında ‘entel’ diye alay ediyorlar, bilesin. Hele benim soyumdan geliyorsan tehlike Demokles’in Kılıcı. Tependen eksik olmuyor.
Vasat’ın kapısını reddettiğin gün, isyankâr ruhunun o ayvayı ısırmamasının bedelini en derin yalnızlıkla ödetiyorlar… Ah canım burada öyle çok tanrı yok. Tek Tanrı var. Onun derdi de elma falan değil. O insanlığa acımakla meşgul. Nerde Poseidon’un öfkesi, Uranus’un cesareti… Hepimiz Zeus korkusu taşıyan Daphne gibiyiz. Donup kalıyoruz korkudan. Yani seni sevseler bir türlü sevmeseler bir türlü yalnızsın. Her yanı tatminsiz bir dünyadayım kısacası.Khaos daha tercih edilir bu yakıcı gezegenden.
Elmanın şehveti pörsümüş, sarılaşmış, hatta yanmış ve ezik. Diri bir duyarlılık yok. Sana sunduğum o kırmızı günahın çekiciliğinden eser kalmamış. Elmaları büyük buzdolaplarına atıyorlar. Evlilik dedikleri dondurulmuş hayatlar gibi… Elmayı ısırmak bile istemiyorsun. Kısaca her öpüşte bir ten cinayeti işleniyor. Her yastıkta bir yalnızlık iç çekiyor.
Eh, doğal olarak, nostalji merakı tavan yapmış. Herkes o ağacın altını özlüyor, yaşananlar kısır ve tatminsiz olunca. Birden umutlanıyorsun değil mi? Yok öyle yağma… Hemen meyve veren ağacı taşlıyorlar. Ağaca tırmanmaya kalkana deli gözüyle bakıyorlar.
İnsanlar birbirlerine banka hesabı kadar değer veriyor, elindeki elmanın sıcaklığı kimsenin umuru değil canım. Durum karışık…Çocuk heveslerin yittiği bir çağdayım açıkçası. Aşk bile tüketici bir ruhla mümkün… Sonraki kadını ya da erkeği özlüyorlar, daha yeni sevilenin tadını çıkarmadan.
Kimse ayva denen bu ezik şey için değil cennetten kovulmak, başka bir kente bile gitmeyi göze alamıyor.
Eskiden servi ağacından yapılma oklarımız vardı bizim, elmanın kalbine giren…
Şimdi herkes duygulanma markası aynı jiletle birbirinin yüzünü kesiyor.
Hem de ne adına: közde pişmiş, suyu kaçmış, o tatsız tuzsuz ayva adına.
Öpesi bile gelmiyor insanın kimseyi. Sevgisiz çünkü her dudak…
Tenime yazılan bütün parmakları reddediyorum. Bir tat değişikliği olmayacaksa, nar taneleri gibi birbirinden ufak farklarla ayrılan bu ekşi adamları ne yapayım!
Senin anlayacağın heyecanın bile sevda sayfalarında duruşu yeknesak hatta pörsük.
Günaha girmeye değmez…
Görüşürüz canım. Bir yaban elması bulursan kap da gel.
Ben cehennemdeyim.
Havva
Dünya Tarihi’yle iki bin bilmem kaç