FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Hayat Bir Bavula Sığar mı?

Hayat Bir Bavula Sığar mı?

Ayşe Dikici

Soğuk bir Pazar günü… Karım kilisede… Salonda ki koltuğa uzanmış gazetelere göz gezdiriyorum. Telefonum çalıyor. Arkadaşım Haluk. Annemin yattığı kliniğin başhekimi. Sözü uzatmıyor. Annem ölmüş.Sesindeki hüzün telefonun tellerinden geçip sanki gözlerime bir perde gibi iniyor. Mesafelerin verdiği erişilmezlik duygusuyla hüngür hüngür ağlıyorum. Ölümü anneme yakıştıramıyorum. O arada eşim geliyor. Bana sıkıca sarılıyor. Uzun süre öylece kalıyoruz.

 İlk uçakla ülkeme dönüyorum. On saatlik yolculukta  ‘ içim içimi yiyiyor. Onu en son, geçen yıl Noel tatilinde görmüştüm. Beni ‘’babam’’ sanıyordu. Ben de kendi kişiliğimden sıyrılıp babamı oynuyordum. 

Havaalanından kliniğe giderken gözlerim kör kör arabanın camından dışarıya bakıyor. Haluk beni merdivenlerde karşılıyor. Özlemle sarılıyoruz birbirimize. Odasına çıkıyoruz. Masasının yanı başındaki  ahşap bavulu işaret ediyor. Anneminmiş. ‘’ Bir hayat bir bavula sığar mı?’’ diyorum içimden.

Elimde anne yadigarı bavul, morga gidiyorum. Ölümün o anlamsız elemi mi yoksa uzun uçak yolculuğu mu beni sersemleten bilmiyorum. Annem, seksen beş yaşın yorgunluğu, yılgınlığı ve pamuk saçlarıyla mumdan bir melek gibi… Saçlarını okşayıp tenine dokunuyorum; buz . Benim annem hep sıcacıktı oysa ! Tüylerim diken diken oluyor. Alnına bir öpücük kondurup, vedalaşıyorum.

Dışarıya çıkıyorum. Ankara’nın ayazı tokat gibi yüzüme vuruyor… Kendime geliyorum. Doğruca Cebeci’de ki baba evine gidiyorum. Kocaman ev sanki içindeki eşyalarla üzerime üzerime geliyor. Tozdan griye dönüşmüş çarşafları çarçabuk topluyorum. Çocukluğumun o sımsıcak yuvasını özlüyorum… Yanaklarım ıslak. Şöminede yarısı yanmış, kömürleşmiş odunlar. Biraz uğraşıp tutuşturuyorum. Yer minderini çekip alevlerin önüne oturuyorum. 

Duman kokusu tanıdık bir dost gibi sarıyor beni. Duvarlar fotoğraflarla dolu. Annem Meryem ana gibi bakıyor oğluna …

Birden bavul geliyor aklıma. Uzanıp sürüklüyorum yanıma. Açıyorum bir tapınağın kapısını aralarmışçasına…

Üzeri yeşil- kırmızı taşlarla işlemeli bir mücevher kutusu. İçi rengarenk takılarla dolu. Hiç taktığını görmedim bunları… Beyaz bir bohça. Bir düzine siyah, kırmızı gecelik… Küçük bir defter… Sararmış, kirli… Sanki anneme değil de başka bir kadına aitmiş gibi her biri.

Merakla defteri alıyorum elime. Kilitli. Cebimden çıkardığım İsveç malı çakımla kırıyorum kilidi. Ellerim titriyor… İlk sayfayı çeviriyorum; annemin günlüğü…

 21 Ocak 1950

“Sevgili Günlük , 

Sonunda on sekiz oldum… Sevinsem mi bilemiyorum. Annemin yokluğuna alışabilmiş değilim. Babam artık beni sevmiyor. Varsa yoksa ‘’ Gülizar ‘’ , genç ve güzel karısı. Altı aydır kabuslar içinde uyanıyorum. Birbirimizi sevmiyoruz – o kadın ve ben…”

 15 Ağustos 1951

“Sevgili günlük,

Artık bu evde yaşamaya daha fazla dayanamayacağım. Babam her gün başka bir bahaneyle beni dövüyor. Vücudum morluklar içinde. Dün yanağıma bir tokat vurdu. Canım çok yanıyor. İçim kanıyor. Artık o benim tanıdığım adam değil. Bazen acıyorum ona da. Karısının tutsağı. Yaralı bir hayvan gibi gücü bana yetiyor. Annemi hiç sevmedi mi acaba diye düşünüyorum .’’

15 Ağustos 1951

“Annemin benim için biriktirdiği birkaç parça altını çantama koydum. En iyi kıyafetlerimi giydim. Korkuyorum, hem de çok. Ama başka bir çözüm yolu bulamıyorum. Kaçmalıyım bu evden. Derdimi döktüğüm Emine teyzeden başkası beni anlamıyor. O da ne yapabilir? Dul bir kadın sonuçta ! Yarın ilk otobüse binip büyük şehrin yolunu tutacağım.Evden tek başıma ilk ayrılışım. Allahım yardım et bana!  Üzülme, sen de benimle geliyorsun sevgili günlük … ‘’

Okumaya biraz ara verdim. Başım zonkluyor. Garip bir tedirginlik tüm vücudumu sardı. 

20 Ağustos 1951

“Küçük bir otelde kalıyorum. Girişte büyük bir odun sobası, büyükçe bir radyo ve döşemeleri eprimiş iki koltuk var. Akşamları yemekten sonra biraz oturuyorum orda. Odam pis. Perdeler is kokuyor. Çarşaflar grimsi … Dün temizlik yaptım. Naylon leğende yıkadım her şeyi. Paramı idareli kullanmalıyım. İş arıyorum. ‘’

18 Eylül 1951 

Çaresizim. Hala işsizim. Otele girip çıkarken gördüğüm genç, yakışıklı biri var. Gözü hep üzerimde. Dün akşam yanıma geldi. Beni çok beğeniyormuş. Galiba ben de ondan hoşlanıyorum… ‘’

12 Kasım 1951

“Sevgili Günlük, 

Onu seviyorum, hem de çok… Onun odasına taşındım. İlk sevişmem, ilk erkeğim. Aşkın insanı bu kadar mutlu edeceğini hiç düşünemezdim. Yine de suçluluk duyuyorum. Ya tanıdık biri görürse. ‘’ 

14 Aralık 1952

“Nevzat’la bir yılı aşkın zamandır birlikteyiz. Beni eskisi gibi tutkuyla öpmüyor.Sevişmelerimiz de yarım yamalak… ‘’ Sen beni sevmiyorsun artık’’ diyorum. Gülüyor.  ‘’Ne zaman evleneceğiz?’’ diyorum. ‘’ Saçmalama, ben sana evlilik sözü vermedim. Kızım burası büyük şehir. Evlilikler senin geldiğin taşralarda olur’’ diyor. Ben sadece ağlıyorum. Dün akşam sokağın başında kolunda başka bir kadınla gördüm. Arkadaşıymış ! Bana öyle dedi ama inanmadım.…’’

28 Şubat 1952

“Sevdiğim adam, ‘’ Benim de param bitti,’’ diyor. İnsanlar birbirini seviyorlarsa fedakarlık yapmalıymış. Nasıl bir fedakarlık, anlamadım! ‘’

31 Mart 1952

“ Nevzat’ın yakın bir arkadaşı bizi yemeğe davet etti. Gidiyoruz. Bir meyhane… İlk kez içiyorum. Başım dumanlı… Hep gülüyorum.”

1 Nisan 1952

“Temiz çarşaflar içinde büyük bir yatakta uyanıyorum. Başım kazan…Çıplağım.  Neredeyim ben ? .Yanımdaki  bu ablak suratlı adam da kim? Bir yerlerden hatırlıyorum. Akşam ki adam. Çarşafa sarılıp banyoyo koşuyorum.  Midem bulanıyor. İçimde adama ait ne varsa kusuyorum. Ama tenimdeki varlığını nasıl atacağım ?‘’

Günlükten kucağıma bir resim düşüyor.Masum bir  şuhluk var bakışlarında. Yirmili yaşlarında olmalı. Anneme hiç benzemiyor gözleri.  Fersiz, sevgisiz… Oysa hayat doludur anneminkiler. Duvarda ki resmine kayıyor gözlerim. Gülümsüyor bana sanki canlıymış gibi. Sanki ‘’Beni affet‘’der gibi…”

 

5 Haziran 1952

Herkesin gözünde bir orospuyum artık. Nevzat’ın malıyım. Her gün tanımadığım erkekler beni becerirken tenimden bir parçam kopup yok oluyor. Hiçleşiyorum…. ‘’

Bir roman kahramanını okur gibiyim. Tanımadığım bir kadının gizli dünyasına aralık kapıdan girivermişim gibi suçluluk duyuyorum. Lavobaya gidip buz gibi suyla yüzümü yıkıyorum. Yanaklarım da gözyaşlarımın sıcaklığı.

15 Temmuz 1955

Vesikalıyım  … Tenimde dolaşan yüzlerce el, gözümün önünde rengarenk gözler… Sararmış dişler, ağzı içki kokan sarhoşlar, yeni yetme delikanlılar …  Hiçbiri beni görmüyor… Mukaddes öldü. Onlar bu dünyanın kadını Zişan’ı düzüyorlar… ‘’

1 Ağustos 1958

“Altmış yıla bedel bir altı yıl gidiyor ömrümden. Yorgunum, hem de çok. Artık kurtuluşum yok bu evden, biliyorum. Hiçbir şeye inancım kalmadı, Tanrıya bile…

Bu gün elli yaşlarında , iyi giyimli, bakımlı bir adam geldi odama. Ben, siyah dekolte geceliğimin içinde , kırmızı rujum, kırmızı terliklerimle baştan çıkarıcıyım, biliyorum. Diğer erkeklerin aksine soyunmuyor. Gözleri çakmak çakmak… Acıyor mu, istiyor mu ? bilemiyorum… Bana dokunmuyor, sadece seyrediyor.’’ Nasıl istersen,’’ diyorum.’’ Yeter ki paramı öde… ‘’

31 Ağustos 1958

Bir aydır aynı adam… Bana sevdalı… Evinin kadını yapacakmış beni. Kurtaracakmış bataklıktan. ‘’Hadi canım! Posası kalmış bu kaltağı kim ister ?”  diyorum yüzüne. Hiç dinlemiyor beni. ‘’

 15 Eylül 1958

“Yeniden doğmuş gibiyim. Beyaz elbisem bütün günahlarımdan arınmışım gibi duruyor üzerimde. Ailesi onu reddetti. Sadece O ve ben varız… Beni sahiplenişini seviyorum. Elimi sımsıkı tutuşunu. Dudaklarımı incitmekten korkarmış gibi öpüşünü. Başka erkeklere benzemeyen naifliğini seviyorum. Ben onu bir arkadaş, bir dost gibi seviyorum.… ‘’

16 Eylül 1960

“Bana benziyor bu şehir. Kasvetli , ürkek… Korkuyorum tutunduğum dalın kırılıvermesinden. Oysa eşim işten çıkar çıkmaz eve geliyor.’’ Hep yanındayım, korkma,’’ diyor. Yeniden güvenmeyi öğrenebilecek miyim bilmiyorum. Önce babam sonra Nevzat; hayatımın iki cehennemi… gerçekten güvenebilir mi bir kadın bir erkeğe?’’ 

Dizlerim titriyor , başım dönüyor. Sayfaları bütün gücümle kopartıyorum… Karşımdaki harlı ateşe birer birer atıyorum… Küller havada uçuşup odadaki tozlara karışıyor … Annem, bu kez genç bir kadın olarak yeniden ölüyor. Onu kalbime gömüyorum. 

 

16 Nisan 2017 – Ayşe Dikici

Picture of Ayşe Dikici

Ayşe Dikici

Tüm Yazıları