FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

HIZLA KİRLENEN DÜNYAMIZDA UMUTLARI BEMBEYAZ KALANLAR İÇİN

HIZLA KİRLENEN DÜNYAMIZDA UMUTLARI BEMBEYAZ KALANLAR İÇİN

Berin Uyar

Çocukluğumdan beri en sevdiğim şey mektup yazmaktır. Belki de onun için konuşmaktan çok severim yazmayı. İnsanın kendi kendine kaldığı ve sadece mektup yazdığı kişiyi düşündüğü anlardır. Bu alıcı kimi zaman sevdiğidir insanın, kimi zaman kızdığı, kimi zaman hiç tanımadıklarıdır, kimi zaman ise hemen karşısındaki sandalyede oturan ama onu hiç dinlemeyen birisi.
Geride bıraktığımız 2014 yılı süresince çok yazdım.

 Gün ışığı görenler, hiç ışık göremeden defterlerin arasında unutulup gidenler ve sandıklarda tozlananlar oldu. Facebook ve internet yeni bir defter benim için. Parlak ışıklı bir kağıda yazıyor, boşluğa gönderiyorsun yazdıklarını. Boşlukta tıpkı seninkiler gibi dolanıp duran milyonlarca harf, nokta, virgül, soru işareti, ünlem arasında nasıl da yolunu bulup başka bir ışıklı ekranda kendilerini görüp anlamlandıracak gözlerle buluşuyorlar, şaşıyorum. Hem şaşıyor hem de yazıyorum.
2024 yılı benim için kötü bir yıldı.  Annemi kaybettim. Sevdiğim çok arkadaşımı da.

Çok çalıştığım, çok düşündüğüm, çok tasalandığım ve tüm bunlara rağmen hep yollarda olduğum bir yıldı. Yolda olmak halini seviyorum. Yolculuğu ise en çok. Aslında yerleşik düzen insanıyım. Evimi, koltuğumu, çalışma masamı, penceremi, penceremden görünen yeşili, cam çaydanlıkta ağır ağır demlenen tarçınlı ıhlamurun kokusunu, yumuşacık battaniyemin altında kıvrılıp kestirmeyi de severim çok. Huzurdur ev benim için. Ama bu yıl evde de oturamadım uzun süre. „Oooh! Ne güzel başımın üzerinde sıcacık bir dam var“ dediğim her an gözümün önünde beliren, dağlarda aç susuz  savaştan, bombalardan, yobaz canilerden kaçan, kurtarılmayı ve yardımı bekleyen onca insan yüzü, korku ve endişeyle açılmış kocaman çocuk ve kadın gözleri beni kahretti. Zamanlı zamansız fırladım çıktım evden. Sanki bu kaçış o insanlara deva olabilirmiş gibi.
Kocamış gezegenimizin milyarlarca yıllık serüveni içinde minicik bir zerrecik bile olamayan kendi yaşam dilimimde görebileceğim en büyük vahşeti seyrettik bu yıl ekranlardan. „Daha kötülerini de gördük“ diyenler çıkacaktır şüphesiz. Hayır görmedik. Sosyal medyanın bu kadar yaygın olmadığı dönemlere rastlayan katliamlar yaşandı elbet ama kaçını ekranlardan canlı canlı izledik ki?
Çarkın geriye doğru çevrilmeye çalışıldığı bir yıl oldu galiba 2024.

„Kötülük“ o kadar baskındı ki, „iyilik“ gölgede kaldı.
Yasaklar özgürlükleri; yanlışlar doğruları; acımasızlık şevkati; anlayışsızlık anlayışı; kin sevgiyi; otorite bireyi; haksızlık hakkı; bencillik paylaşmayı; şiddet şiddetsizliği; kabalık zarifliği; işmakineleri yeşili; griler renkleri, savaş barışı; beton kentleri, cehalet bilgiyi; kör inançlar bilimi; kısacası insan insanı tutsak etti.


Tutsaklık ayıp değil, tutsak kalmak ama?
İnsanlık tarihi, tutsakların tutsak edenlerle mücadelesiyle yazıldı. Yukarıdaki paragrafın tersten yazılacağını biliyorum birgün. Biz görür müyüz bilmem. Ama ben iflah olmaz iyimserliğimle, tarihin çarkının her zaman ileriye doğru gittiğine inananlardanım. Nasıl zamanı çeviremezsek geriye, ileriye doğru akan uygarlığı da çeviremeyiz. Tökezleyen olur, düşen kalan da, yetişemeyenler, engellemeye çalışanlar, zorbalar, kanla engel koyanlar… Hep oldu, olacak da… Ama ne yapılırsa yapılsın zaman çarklarını iyiden güzelden yana çeviriyor. 

Dün dışarıda kar yağıyordu. Kentin betonu henüz öylesine sıcak ki, kar taneleri yere düşmeden eriyiverdi. Aceleyle ince bir tülle örtülmüş bahçemizin fotoğrafını çekebildim sadece. Oysa “heryer bembeyaz” demeyi çok isterdim.
„Bembeyaz“. Ne güzel bir metafor.
Bu sözcük herkes için başka bir anlam ifade eder şüphesiz. Nişanlısının savaştan sağsalim dönmesini bekleyen gençkız için hayallerini süsleyen gelinliktir bembeyaz. Ekmeğini çıkaracağı pamuk tarlasıdır maraba için. Kimisi için hiç yazılmamış bir kağıt parçası… Otuz iki dişiyle gülen mutlu bir ağız belki. Yaşadığı çağın tanığı bir nineciğin yüzündeki derin çizgileri çevreleyen saçları mı yoksa? Bir sevdiğini sarıp sarmalayıp kara toprağa bıraktığın bir kefen de olabilir, yakında öleceğini bildiği hastasına sanki hiç ölmeyecekmiş gibi ihtimam gösteren bir doktorun önlüğü de. Erimekte olan buzulların üstünde okyanusa gömülmeyi bekleyen kutup ayısı ya da bir ilkbahar bahçesinde nazlı nazlı sallanan papatyalardır bazen de bembeyaz.

Her kültürde her dönemde farklı anlamlar taşır beyaz ve bembeyaz. Eski Babil’de kutsal rahibelerin giysisidir beyaz. Bekareti temsil eder. Kazaklar için yas rengidir. Evladını kaybeden ana bembeyaz başörtüsüyle dolaşır. Evladını arayan Arjantinli kayıp anneleri için beyaz başörtüsü, faşizmi yargılayan simgedir. Beyaz bayrak „teslim ooluyorum“ anlamına gelir. Hintliler, Ganj Nehri’nin kimyasal atıklarla kirletilmiş sularında günahlarından arınmak için bembeyaz elbiselerini giyerler.
Ve tüm bunlardan beyazın hiç haberi yoktur. O, etrafımızı çevreleyen sonsuz rengin arasında bir renktir sadece. Ama beyaz gün ışığının kristal üzerinde kırılmasıyla ortaya çıkan gökkuşağını içinde taşıyan bir renk cümbüşüdür aynı zamanda.

Benim için beyaz, bembeyaz kanatlarını derin mavi gökyüzüne açmış, barışın simgesi zeytin dalı ağzında bir güvercindir. Şiddetten arınmış, özgür ve adaletli bir dünya resmi yapsaydım eğer beyaza boyardım tuvalimi.
Aslında bu yazıya 2025 yılı için dileğimi sizlerle paylaşmak için başlamıştım. Ama bu beyaz, ışıklı sayfa beni içine öyle bir çekti ki, uzun bir yolculuk yapmadan bitiremedim sözlerimi.
2025 için savaşlarla, kanla, kadın cinayetleriyle, şiddetle, ırkçılıkla, milliyetçilikle, parayla, doğa katliamlarıyla kirletilmemiş „bembeyaz“ bir dünya istiyorum. 

Olmayacağını bile bile yine de istiyorum. Ne yapayım, bu da insanlık hali işte. Tükenmeyen umut söyletiyor hepimize bu beyaz hayallerimizi. Bence en değerli olan da bu işte.


Hızla kirlenen dünyamızda umutları bembeyaz kalan insanların çoğalması ve hayallerimizin gerçekleşmesi dileğiyle.