Her ikisi de doktor olunca şu klişe söz ile başlamaktan başka da çarem yok sanki:
“Tıp Fakültesinden her şey çıkar, arada bir de doktor çıkar”
Gerçi, hikâyelerin, edebiyatın hatta sanatın ruhu sağalttığına da yürekten inanırım. Üstelik bu oldukça kadim bir bilgidir değil mi?
Binbir Gece Masalları’ndaki Şehriyar ve Şehrazat hikâyesini hatırlayalım hemen. Efsaneye göre Pers Şehinşahı Şehriyar, eşi kendisini aldatınca tüm kadınlardan intikam almaya karar verir. Zalimleşen hükümdar, ülkenin tüm kadınlarını bir geceliğine eş yapar, ertesi sabah da kellesini vurdurtur. Bu artık hem ülkenin büyük kederi, hem de hükümdarın iyileşemeyen derdi olmuştur. Vezirin kızı Şehrazat babasının tüm itirazlarına karşı gelir ve Şehriyar ile evlenir.
Akıllı Şehrazat sabaha ölmemek için, o gece Şehriyar’a bir masal anlatmaya başlar ve hikâyeyi en can alıcı yerde keserek devamını ertesi güne bırakır. Merakına ve hikâyelerin gücüne teslim olan kral, o sabah Şehrazat’ ı öldüremez. Günler böyle geçerken hikâyelerin tılsımlı gücü, Şehriyar’ın sakatlanmış ruhunu sağaltır, zalimlikten kurtarır ve Şehrazat’ı affeder.
Edebiyat, Şehriyar’da olduğu gibi sizi alır, başka bir dünyaya, başka hayatlara taşır; zenginleştirir, başkalaştırır, iyileştirir bir daha da elini üzerinizden siz istemedikçe çekmez. Daima güvenebileceğiniz doğru adrestir.
Ben, size şimdi hem hekimlikleri hem de hikâyeleri ile bizleri sağaltan, iki yazardan ve okuduğum kitaplarından bir demet sunacağım, şifa niyetine. Kitaplardan tek tek bahsetmek yerine önceliğim, bu çok yönlü şifacılara, hikâyelerine, edebiyatın, sanatın efsunlu gücüne odaklanmak olacak, bilginize. Şehrazat’ın yolundan giderek, merak kurtlarını saçalım mı etrafa?
Yaşam oburu iki insan: Ercan Kesal ve Tolga Binbay
Kişisel tanışıklığım nedeniyle Tolga Binbay ile başlayacağım. Hem ısınma olur bana. Biz aynı hastanede çalışıyoruz. Psikiyatride uzun yıllar çalışanlar -klinikte deneyimin de verdiği sezgi ile- nevroz ya da psikoz kokusunu hemen alırlar. İş için bizim odamıza geldiğinde; meraklı, gözleyen, sakin ama coşkulu bakışlarda ben de bir koku almıştım; farklıydı. Yazarlık kokusuymuş bu, sonradan emin oldum. Gerisi Rivayet kitabı çıktığında büyük bir nezaketle imzalayıp getirmişti. Tam da doğum günüme denk gelmesi, günün en güzel ayrıntısıydı, unutmadım.
Tolga Binbay psikiyatr, akademisyen ve yazar. Öykü kitaplarını Ve Kimse İsa’ ya İnanmadı, Gerisi Rivayet ve Ruhlar Mezbahası İyi Günler Diler isimleriyle çıkardı. Öykü kitaplarının yanında pazar günleri yazdığı; her daim günceli takip ederek, bilimsel araştırmalardan da alıntılar ile sizi sürekli tazeleyen, psikiyatrist gözünü esirgemeyen, ama bununla da şov yapmaktan imtina eden, arada bir sizi silkeleyerek “hadi bir de buradan bakın” tarzı ile umudunuzu dürten, köşe yazılarının da sahibidir kendisi.
Ha! Bir de çektiği fotoğrafları özellikle siyah beyaz olanları çok sevdiğimi de söylemeliyim. Nuri Bilge Ceylan da fotoğraflarla başlamıştı değil mi? Neden olmasın Tolga?
Hatırı sayılır bir müzik çeşnisi de var biliyorum öykü kitaplarından. Her öyküsüne bir melodi eşlik eder. Melodilerin sözü, ruhu ve ritmi ile canlanan, şaha kalkan kahramanları, hikâyeleri var inanın bana. Bir de bakmışsınız ki kitabın sonunda kucağınıza bir müzik listesi bırakıvermiş. Öyle de güzel bir örtüşme yakalar ki seçtiği müzikler ile her bir hikâyesi arasında.
Hatta Ruhlar Mezbahası İyi Günler Diler kitabının bir iki küçük, lirik öyküsünde, dili nedeniyle kesinlikle “bundan Rap müziği çıkar” dediğim bile olmuştur. Rap dedim özellikle çünkü dili genç, kendisi gençtir yazarımızın. Ama haksız mıyım?
Yann Tiersen Güzü ile Bitpazarı’nı okurken kafanızda oluşan ritme dikkat edin lütfen.
Başka mı? Öğrenci etkinliklerinin tercih edilen, en mütevazı, en onlardan olan hocasıdır. Her daim aktiftir. İzmir’in Nazım Hikmet Kültür Merkezi söyleşi ve etkinliklerinde, online eğitimler, festivaller ve bilimsel aktivitelerde, kısacası her yerde sakin, sade, duyarlı ve sıcak gülümsemesi ile gözünüze kulağınıza ilişir hep.
Peki, bu kadar aktifken nasıl buluyor yazmaya vakit, derseniz eğer. Adamın bir derdi var derim. Derdi; edebiyatla, gidişatla, insan olmayla, onurla, ülkeyle, iyilik güzellikle, toplumla ve bireyle hemhal olma, hatta ve hatta daha da öte de bir dert!
Ki, işte bu dert tutar sizi, tramvayda, metroda, seyahatte, deniz kenarında, o şehir de bu mahallede, kongrede, hastanede “dakikada çokça atan kalp ile uykudan uyandırarak” her yerde yazmaya iter. Yüzünden insan gülümsemesi eksik olmayandır, değerli de bir bilim insanıdır Tolga Binbay. Aynı kurumda çalışmasak da ben yine bu kadar iyi tanırdım ve illaki izlerdim onu. Yolu açık olsun.
Ve Ercan Kesal.
Doktor, hastane sahibi, yazar, yönetmen, oyuncu…
Bir yazarın bir kitabını sevdiysem onu derinlemesine tanımaktan alıkoyamam kendimi. Dikkatime ilk çelmesi, Ahmet Erhan ile oldu. Şairle ilginç bir tanışmamız olmuştur geçmişte ki, bir gün onu tanıtırsam anlatırım sizlere de. Çok sevdiğim ve genç gidişine çok üzüldüklerimdendir. Onun gidişi vesile oldu biraz da Ercan Kesal’ı tanımama. Çok sevdiğim şairin, doktoru ve yakın arkadaşıymış. Hastanesinde tedavi ederken “meğer dostlarımı uğurlamak için açmışım bu hastaneyi” cümlesi ile takıldım peşine. Sonrası bildiğiniz kazı çalışmaları işte.
Çocukluğundan beri okumaya çok düşkünmüş, Ercan Kesal. Hatta çocukken mızıldandığında bilge anası “şunun eline bir kitap verin de sussun” dermiş. Önce siyasala bir yıl, sonra Ege Üniversitesi Diş Hekimliği’ne gitmiş. Bitirdiği okul ise, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesidir.
2013’te çıkardığı ilk kitabı, biraz da kendi hesaplaşması, kendini arındırmasıdır. Babasını kaybetmiştir çünkü. İhtimal ki babanın ölüm kederinden Peri Gazozu ile çıkabilmiştir. Peri Gazozu ismi, babasının çıkardığı ve ticaretini yaptığı gazozun adıdır. Bundan sonrası neredeyse her yıl bir kitaba denk gelir ki; kitapların yanında göreceksiniz daha neler var, neler.
Peri Gazozu’nu okuduktan sonra, dikkatimi, sırayla Cin Aynası, Nasipse Adayız, Aslında, Velhasıl, Kendi Işığında Yanan Adam kitaplarına kaydırmış oldum. Ercan Kesal kendi yaşamı, çocukluğu, gençliği, mecburi hizmet yılları, hastalarının anlattıkları, dostları ile yaşadıklarını anlatıyordu kitaplarında. Asıl ilginci ise, sanki yazar olacağını çocukluktan beri biliyormuşçasına, yaşadıklarını, tanıklıklarını, belleğinin duvarlarına ince ince çentik atarak getirmiş, hafızasında her birine bir yer açmış ve orada onların demlenmesini beklemiştir sanki.
Zamanı gelenleri alıp çıkarmış, birikimi ile harmanlayıp kâğıda akıtmış. Öte yandan lezzetli ve yakıcı üslubuyla bazen sizi bir yönetmenle, bazen sinemayla yahut da bir yazarla ya da edebi metinle buluşturuyor. Bununla da kalmıyor yakın tarihe, güncel travmalarımıza ait bilinç oluştururken, bizi tüm içtenliğiyle kendi çocukluğu, gençliğiyle de tanıştırıyordu. Yok, yok didaktik değildi; konuşur gibi, içini döker gibi, birazda taşar gibi bir anlatımla. Belli ki ince ince düşünülmüş, sorgulanmış, kurcalanmış durumlar, olaylar, insan halleri…
Benzer tatlar, sözler, kederler, duygular bırakan anları; farklı zamanlarda yaşanmış olsalar da büyük bir dikkat, gözlem, bellek ve iyi bir kurgu ile aynı öykünün iklimi içinde size topluca sunuyor. Bu da aynı zamanda, kucağınıza yan okumalar bırakıyor. Benim gibi meraklı okur için her biri birer hazine.
Bakınız ne diyor:
“Bütün yazdıklarımın kaynağı deneyimlerimden başkası değildir. Asıl dert, bunlarla nasıl bir ilişki kurduğum? Eğilip her seferinde baktığım uçurum, içimdeki ‘derin karanlık’tan başka bir şey değil. Bu yüzden ne yaparsam yapayım, her şey belleğime yer etmiş karmakarışık bir malzemenin yeniden düzenlenip üretilmiş bir tezahürü.”
Öykü bitimlerine “Dikkat, acıtır!” diye bir uyarı cümlesi de eklemek isterim. Evet, evet buna ihtiyaç var çünkü çoğu zaman. Öyle bir cümle ile bitiriyor ki hikâyelerini; cümle aklınıza, duyularınıza en çok da kalbinize mıhlanıp kalıyor. Bu konuda ayrı bir yeteneği var kesin. Ama kederin fazlası zarar bize yazarım, diyeceğim, diyemiyorum.
Ha! Biliyor musunuz, tuhafınıza gidecek ama varsın gitsin kendisi hakkında dedektiflik yaptığım da doğrudur. Durun canım, durun kızmayın. Tabii ki geçerli bir sebebim vardı. Şöyle ki; Peri Gazozu, Cin Aynası başta olmak üzere, okuduğum diğer kitaplarında da (Aslında Nasipse Adayız, Kendi Işığında Yanan Adam) anlatısını kendime o kadar yakın buldum. O kadar içimde hissettim ki mecbur, izini sürdüm. Onca samimiyeti; kendi coğrafyası, kendi anası babası, kendi zayıflıkları, güçsüzlükleri, egosu, sevinci kısacası tüm insan hallerini sansürsüz “ben de buyum işte sevgili okur” diyerek anlatması, gerçek olabilir miydi acaba?
Evet, gerçekmiş. Yok yok, eminim. Nasıl mı?
Neredeyse tüm söyleşilerini izledim, röportajlarını okudum.
Hepsinde aynı dil, aynı tarz, aynı hikâye ve aynı duruş vardı. Eyvallah dedim eyvallah, var olasın.
İştahlı biri Ercan Kesal; hekimlik yapmış, hastane açmış, dergilerde yazmış, politik duruş sergilemiş, kalkmış gitmiş Fransa’ya sinema okumaya, ileri yaşında hem de. Psikolojide master, antropoloji de doktora yapmış, kitaplar yazmış, pek çok iyi film senaryosu yazmış, senaryosu ve oyunculuğu ile ödül almış, belgesel ve sinema yönetmenliği yapmış.
Nuri Bilge filmleri ile kameralara göz kırpar. İlkin Uzak filminde çekinik, iddiasız, ufak bir roldedir. Sonra, 47 yaşında, senaristliğini de kendisinin yaptığı Üç Maymun filminin başrolünde görürüz kendisini. Ardından yine bir Nuri Bilge şahanesi gelir. Bir Zamanlar Anadolu’da filminin senaristlerinden biridir yine. Mecburi hizmet yıllarından kalan yaşanmışlığını alır, o muhteşem filme maharetle taşır. Oynadığı muhtar karakteri ile hafızalara öyle bir kazınır ki herkes kendisini gerçekten köyün muhtarı sanır ve çok sever. Hatta ilerleyen yıllarda mahallemizin babası bile olur. Çünkü çok sevilir. Neden mi sevilir? Hepsi samimiyetten, içten muhabbetten…
Kitaplarından kendime okunacak kitap, izlenecek filmler listesi yaptım. Özellikle tanıttığı; Metin Erksan, Kurosava, Tarkovsky, Abbas Kiarostami, Ömer Lütfi Akad hakkında paylaştıkları bana ayrıca haz verirken şunu düşünmeden edemedim: Kırgınlıkları olabilir, ama bu kadar yakın çalıştığı Nuri Bilge’yi de anlatsa. Keşke o kurgunun yolunu keşfetmiş kalemi ile bir hekimlik anısına bağlasa.
Amacım olumsuzlama değil, tam tersi daha çok anlatı isteme.
Bu uzun paylaşımın sonunu Şehrazat masalları gibi bitirelim, kulak verin.
Kendi Işığında Yanan Adam kitabına, Ercan Kesal ile Metin Erksan dostluğu ve muhabbeti hâkimdir. Hastane açılışına, 1500 yılı baskılı, Latince Tıbbın Kanunları kitabının kapağını çerçeveletip getirir Metin Erksan. Bir zaman sonra resme bakarlar. Resimde, İbn-i Sina tahtta ortada, bir yanında Galenos diğer yanında Hipokrat vardır.
Metin Erksan: Yanlış adama yemin ediyorsunuz.
Ercan Kesal: Nasıl Hocam?
Ercan Kesal: Evet, öyle görünüyor. Peki, İbn- i Sina’yı imparator yapan özellik nedir?
Metin Erksan: Sadece hekim değil de o yüzden. Aynı zamanda çok iyi bir siyaset danışmanı, şair, seyyah ve filozoftur.
Yazıyı bitirirken şuraya bir sürpriz bırakıyorum. Önümüzdeki ay her iki yazarımızla söyleşi yapacağım. Bizi bekleyin olur mu?