
“Ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin acaba”
Oğuz Atay
Yeni Hayat’ı okuduğumda ne kadar Tutunamayanlar’a benzediğini görmüştüm. Kimse söz etmedi bundan. Edebiyatla yakın ilgisi olanlar dahil, okuyanı çok azdı Oğuz’un. Yeni Hayat, kütüphaneler dışında, okuyucunun ruhu ve beyninde bir yer buldu mu şüphedeyim.
Kimsenin roman okuduğu falan yok! Şiir yazanı ise şiir okuyanından çok.
Şiirin hırsızı ver yansın!
Yani bir özür arıyorum, Bisiklet Hırsızları geliyor aklıma ama kimseyi aklamıyor bu.
Geçenlerde, cahil tufanı ile alkışlanan yarı aydın demeyeceğim, kültür gölgesi bakışsız bir insan karası, göğsünü gere gere (Ece Ayhan’dan etkilendim gibi) İkinci Yeni’nin toplumcu gerçekçi şiir olmadığını söylüyordu. Şiir ona göre İkinci Yeni’ye varmadan durmuştu.
Okudum baktım. İçim acıdı. İnsanlar yazdıklarından nasıl sorumluluk duymadan yaşar bilinmez.
Bu, kendine, yaşadığı çağa, sanata… insani değerlere ihanettir.
Faşizmin en rahat kol gezdiği alan sanattır.
Bir yandan yetkin yapıtlara yoz eser damgası vurur, diğer yandan bütün sanat yapıtlarını toplar utanmadan.
Sağ ve sol faşizmin eylemleri ortaktır. Kitap yakar, plak kırar… iktidar propagandasını sanat olarak kakalar.
Sanatı kolay anlaşılır, bakkal amcanın diline de düşecek bir basitlik sanmaları gibi saftirik yalanlar tezgahlar.
Derdimiz sanatı bakkala indirmek değil, bakkalı sanat yapıtlarını anlayacak bir insan olarak yetiştirmek oysa.
Uzun uzun yazabilirim. Bu ülkede ve dünyada geniş kitlelerin daha çocukken sanatla ilişkisinin nasıl kurulduğunu. Ezber ve vasat insan yetiştirme iklim koridorlarının emperyalizm tarafından nasıl beslendiğini. Sözde sanatçıların nasıl pazarlandığını uluslararası meta pazarlarında…
Durum öyle içler acısı ki. Mozart kimin umuru.
Emil Ajar, Romain Gary öyküsü bize gerçeği göstermeli. İlginç bir örnek kuşkusuz. İnsan kendinden intihal yapar, kimse görmez. Ödüllendirilir hatta.
Kim ne okuyor kaç yüzyıldır Avrupa ve Asya’da Afrika dahil bilemem (Cemal’den etkilendim)
Hayat avucumuzda dönerken (Bu sefer de Edip’ten) kara mıydı mor muydu (Bu açık Turgut)… yaşadığımız neydi sahi, insan gerçeğe kör büyüyor iyi bir sanat izleyicisi olmazsa.
Sanat seviciler (Can Baba’nın dediği gibi) yalanla yaşıyorlar, Sevgi Duvarı’na çarparak. Ne kadar yalansız yaşadığımız meçhul. Yalan gerçeğin kendisi oldu çünkü. Sanatçı diye ortada gezinen Drakulaların haddi hesabı yok.
Kişisel gelişim kitaplarının edebiyat niyetine kakalandığı bozuk gıdalarla besleniyor ruhumuz.
Gerçek olmayı öğrenmek (Kahire’nin Mor Gülü) yalanın ta kendisi ile yüzleşmek. Gerçek insanı katletmek için, yalan, aile içinden başlayarak hızla yayılıyor yeryüzüne.
Dört dakikada bir çocuğun katledildiği bir dünyaya dayanabiliyoruz.
Depremde bir online dergi ilanı izlemiştik. Deprem fotoğraflarıyla, sıcağı sıcağına bizim ‘değerli kalemlerimiz’ acıları dile getirecekti.
İnsanın kusası geliyor. Evet intihal de yalan. Duyarlılığın kalbini taşımayan bu yazar müsveddeleri, kalem oynatıyorlar, insani acıların en ağırları üzerine ve sıcağı sıcağına. Eskiden filmlerde izler ve tiksinirdik. Şimdi insani değer intihali gözümüzün önünde faili de açık.
İnsani duyarlılığın yolu giderek kayboluyor. Sanat nasıl var olsun bu toprakta?
İntihal mi değil mi? Önemi var kuşkusuz ama kimin için var sahi?
Eskiden ortak bir dilimiz vardı bizim; anlardık bir dizeden şairi, tanırdık birbirimizi de.
Ayrılmak için değil, birleşmek için yazardık Ritsos’un dediği gibi.
‘Beni ya sevmeli ya öldürmeli’ derdi o büyük şair, en içten sesiyle ve biz ‘kara saçlarımızı keserdik’ ‘hiçbir şey olmadı’ derdik. Olabileceğin gücünü kalbimizde taşıdığımıza inanarak. İlerlemeyi bilendik.
Aşka ve devrime inanırdık Rosa gibi; ‘… başka hiçbir çift böyle bir görev üstlenmemiştir: birbirlerinden birer insan yaratmak. Bir tanem, kendine iyi bak, seni kucaklar, öpücüklere boğarım…’
Şimdilerde örgütlenmeyi unutmuş halk ve hızla örgütlenen sanat seviciler, özellikle İkinci Yeni’yi intihalle suçlarlar. ‘Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız’ dizeleri intihalde durabilir mi bu tren içinde Üvercinka varsa hele ve yazıldığı tarihte, Afrika’da dünyanın en büyük kadın ayaklanmalarından biri gerçekleşmişse ve bundan sevgili okuyucuların hiç haberi yoksa, bu nedenle intihalsiz ve yüreklice şiire giriyorsa ‘Afrika dahil’ dizesi. Sorarız biz de ‘bir mendil niye kanar’ intihalden mi? Yoksa insan gibi yaşamanın bedeli mi?
BaĞzı insanlar,
‘…her allahın günü beşe bölerek uykusuzluğunu
“gülün narkını” hesaplıyor durmadan’
Şair bilir sorduklarımız nerededir.
‘Mahir’i sorarsanız, dışardadır Türkiye’de.
Yine de bu son intihal oyununa üzülenlere
Bir küçük yanıt işte şiirin ölmez diliyle
‘Şakaklarım Zonguldak gibi uğuldarken şaşıyorum gözyaşına’
Yelda Karataş
Ocak, 2024