Bir varmış bir yokmuş! Sonunda yok olmuş.
Masallar unutulur mu?
Eğer masallarla büyümüşseniz… Unutulmaz.
Sıcak yaz gecelerinde pencereden giren hafif esintinin önündeydi yatağım. Bana ananem masal anlatırken, başımın hemen üstünde hafif hafif salınan tül perdeye bakarak hayaller kurardım. Bu masallar ne Binbirgece ne de Pamuk Prenses masallarına benzerdi… Yaşanmış masallardı.
Gencecik bir kadınken, dört çocuğuyla İngilizlere Musul’da nasıl esir düştüklerini, senelerce bir kocaman barakada yüzlerce asker karısı ve çocuğuyla nasıl çile doldurduklarını; o zamanlar Osmanlı ordusunda subay olan ve ananeme feci aşık dedemin „çöl canavarları“nın uluduğu o korkunç kara gecelerde kampa gizlice yaklaşıp ona ıslıkla nasıl işaret verdiğini; tavandan kocaman akreplerin yataklarına nasıl atladığını; bir köpek büyüklüğünde farelerin bebeklerin burnunu, kulağını nasıl üfleye üfleye, acıtmadan yediğini… anlatır da anlatırdı. Ben onu biraz da korkuyla ama büyük bir keyifle dinlerdim.
Anlattığı masallar arasında en çok ilgimi çeken, ananemin de biraz „kınayarak“ anlattığı, o bölgenin kültürüne, kadın tanrılara ve onların aşklarına dair efsaneler de vardı. Aklımda kalanlardan biri de, tanrıları kadın olan eski bir uygarlığın nasıl aniden yok olduğuydu. Onun anlattığına göre „günahkarlar“ın zevk-ü sefa içinde yaşadığı bu kent tanrıların gazabına uğrayarak yanmış bitmiş kül olmuştu. Ananemin anlattığı kentin Babil olduğunu çok sonraları öğrendim. Bu kadın tanrılar kimmiş diye araştırırken karşıma tanrıça İştar çıktı. Lisedeydim. İnternet yok o zaman, tarih kitapları bunları yazmaz. Bir ansiklopedi bulmuştum, unuttum hangisidir şimdi. Oradan okumuştum. Bu tanrıçanın Babil ve Asur‘a ait olduğunu, yine o sıralarda Anadolu’nun ilk tanrılarının da kadın olduğunu „keşfettim“. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gidip de pişmiş çamurdan bir el büyüklüğünde tanrıça heykelciklerini gördüğümde şaşırmış, ama MÖ 7 bine tarihlenen bu külte hayran da olmuştum. Sonra bu konuyu unuttum gitti. Taaa, 1974 yılında kadın hareketinde (İKD) çalışmaya başlayıncaya kadar. Ve sonra Almanya’da da.
Üniversitede, Anadolu Uygarlıklarını ya da toplumsal cinsiyetle ilgili konuları anlatırken en çok kullandığım malzemeler olmuştur bu „ana tanrıça kültü“.
Yarın 8 Mart. Bir yazı derlemek için arşivlere bakarken birkaç yıl önce Ortadoğu’da kadim uygarlıkların izlerinin nasıl silindiği ile tekrar karşılaştım. Sinmiş gibi görünen ama Kongo’da kadınlara ve çocuklara şu anda kan kusturan İŞİD’in bölgedeki müzeleri, içindeki paha biçilmez eserleri baltalarla, balyoz ve bombayla nasıl yok ettiğini okudum tekrar.
Düşünebiliyor musunuz? O topraklarda kaç binlerce yıldır yaşatılan insanlık tarihi bir gecede yok edildi. Üstünden kaç uygarlık geçmiş, Osmanlı‘nın kılıcı geçmiş, Arap Bedevileri geçmiş, Hasan Sabbah’ın afyonla uyuşturulmuş fedaileri geçmiş, kimbilir kaç tane savaş ve yıkım görmüş bir tarihi, Amerika’nın Ortadoğu planları çerçevesinde, bu kara çarşaflı yobazlar yok ettiler.
Hem o eski uygarlığı hem de o kültürle içiçe yaşayan halkları, Yezidileri, Süryenileri, orada kim yaşıyorsa Kürt, Arap, Türkmen, Müslüman, Hristiyan demeden kesip, köle ettiler. Kadınlara yapılan eziyeti anımsadıkça tüm eklemlerim cayır cayır yanıyor hala.
İştar’a (Isthar) çok üzülürüm. İştar, tanrıların yıldızıdır (star). Tüm uygarlıkların pıtrak gibi yeşerdikleri Mezopotamya’nın aşk, seks, bereket ve savaş tanrıçasıdır. Tanrıça İştar, çağlar içinde farklı isimlerle yaşamıştır. Anadolu’da Kibele’dir. Yunan’da Artemis, Mısır’da İsis, Sümer’de İnanna, Hitit’te Kubaba, mitolojide Venüs’tür. Babil’in Asma Bahçeleri’nin Semiramis’idir. Bizim için Yıldız’dır, Belkıs’tır. Yahudiler onu günahın kadını olarak anlatmış ve Tevrat’ta Adem’in ilk karısı Lilith olarak efsaneleştirmişlerdir.
Mezapotamya uygarlıklarında, Babil’in en büyük tanrısı Marduk’un baharda yağmur olup yağdığına, İştar’ı sulayarak döllediğine ve böylece toprağın yeşererek ürün verdiğine, berekete inanılır; bu nedenle de bereketin sembolü bahar, mart ayında tam gece ile gündüzün eşitlendiği tarihte şenliklerle kutlanırdı. Farklı söylenceler vardır ama bazılarında bu şölenlerin bizim bahar bayramı, Nevroz, Paskalya (Ostern) ya da Baküs şenlikleri olarak kutladığımız şenlikler olduğu söylenir.
İştar’ın sembolleri de vardır. Bunlardan biri aşkın sembolü olan kırmızı güldür. Beş köşeli yıldız ve kalp sembollerinin de İştar’a ait olduğu yazar çoğu kaynakta. Kalp, İştar’ın beli ile kalçalarının birleştiği noktadır. Velhasıl, İştar insanlık tarihi açısından çok önemli bir tanrıçadır.
Elbette efsanelerle, masallarla yaşatılmış, zenginleştirilmiştir günümüze kadar. Ama biz tarihe ait anlatıların gerçekliklerden üretildiğini de biliyoruz. İştar kabartmaları, orada çalışma yapan arkeologlar tarafından, radyokarbon (C14) metoduyla Mö 7000’lere tarihlenmiş eserlerdir. Bu kadim tanrıçayla birlikte o kültürün tüm kahramanları da yok artık. Bizden sonraki kuşaklar çocuklarına ölümsüzlük otunu arayan Gılgamış‘ın hikayesini, kainatın oluşumunu, eskiden bu toprakların uygarlığın beşiği olduğunu, Lilith efsanesini, Babil’i hep yüreklerinde bir yakınlarını kaybetmişcesine hüzünle anlatacaklar.
Bu İştar kabartması Londra’da British Museum’dadır. Bu kabartmada Tanrıçanın sembolü, baykuş olarak resmedildiği için Lilith olarak tanımlanmaktadır.